Ocak ayının 14’ü Rumi Takvime göre yeni yılın ilk günüdür. O güne ‘’Kalandar’’ adı verilir. Bu gün Karadeniz’de bazı ilginç kutlamalar yapılır. Gece sabaha karşı komşuların, akrabaların kapılarına şapka ya da torba koyularak, zil çalınır. Kapıyı çalan gizlenir, kapıyı açan da torbaya yumurta, un, şeker, kuruyemiş gibi şeyler koyar. Daha sonra toplanan bu malzemelerle çeşitli yemekler, börekler yapılır, toplu halde yenilir. Elbette bu güzel gelenekler şehir hayatı nedeniyle gittikçe soluyor.
ASTROLOJİ SEVDASI
Uzunca yıllar astroloji ile dalga geçtim. Hani burcun ne diye başlayan kız tavlama sohbetleri vardır ya, içimden kahkaha ile gülerdim. Son iki yıldan beri bir şekilde aklıma tuhaf bir soru girdi, eğer bu kadar gereksiz bir şey olsa idi, 5000 yıldan beri hala bu kadar inananı olabilir miydi? Hala bir çok devlet adamı karar alırken astrologlara danışıyor, bütün bu insanlar aptal olamazlar öyle ya. Böyle düşünmeye başlayınca hayatıma astroloji ile gerçek anlamda ilgilenen insanlar girdi.
Böylece galiba astroloji ile ilgili doğru bilgiler almam gerekir diye düşündüm. Bir takım kitaplar okumaya, emekli olduktan sonra da eğitim almaya başladım. Tuhaf bir şekilde etkileyici buldum. Bazı arkadaşlarıma natal kart bile bakmaya başladım. Doğru ya da palavra hoşuma gitti.
Bu yıl ben de gözümü göğe çevirmeye karar verdim.
BİN TANRIDAN BİRİNİN BİNBİR YÜZÜ
Hindistan garip bir ülke her şeyden evvel dünya nüfusunun 1/7’i orada yaşıyor. Bu ne anlama geliyor, tam olarak kavramak mümkün değil, ama çeşitliliğin, baharatların bir tabakta buluşması gibi bütünlük oluşturduğu bir ülke. Ne yazık ki farklılıklar kanırtılınca orada da bir çok ayrışma yaşanmış, Müslüman nüfus ayrıştırılıp Pakistan’ı oluşturmuş mesela.
Ancak hala neredeyse koskoca bir kıta olan ülkede bir çok farklı kültür bir arada yaşıyor. Örneğin 500’den fazla dil konuşuluyor, bunların 23 tanesi devlet tarafından resmi dil olarak tanınıyor. Bir çok dine mensup insanlar yaşıyor. Hinduizm, İslamiyet, Sikhizm, Janiizm, Buddizm, Zerdüşilik, Bahaizm, bunların her biri Hindistanda mevcut. Hatta yukarıda sayılan dinlerin İslamiyet ve muhtemelen Budizm dışındaki dinlerin dünyadaki en kalabalık nüfusu Hindistan’da yaşıyor.
Hinduizm adeta bin tanrılı bir din. Shiva, Brahma ve Vishnu her Hindunun tanıdığı tanrılar üçlemesi olmasına karşılık, bir çok da sekonder tanı var, ayrıca, her köyün, her evin hatta gerek görülürse her insanın da kendi tanrısı olabiliyor.
Bu karmaşa yetmezmiş gibi bir de bu tanrıların eşleri, çocukları ve her birinin hayatın değişik yönleri ile yüzleşirken büründükleri farklı farklı kişilikler mevcut.
Mesela Shiva’nın karısı Parvati, asli görevi Parvati’i tamamlamak, onun eşi, yumuşak, duygulu tarafı, çocuklarının annesi, yani hayatın dişi yönü. Ancak Shiva’nın pek çok yüzü var.
Bunlardan biri Shakti; Tamamen dişi bir kadın, seksi, doğurgan, sokulgan, kırılgan, yaratıcı. Shakti halinin resimleri de gayet hoş, makyajlı, gülümseyen güzel yüzlü, geniş kalçalı ve seksi bir kadın.
Bir diğer yüz Durga; Yenilmez ve yaklaşılmaz olarak düşünülüyor. Bir aslanın üzerinde bir çok kolları olan ve ellerinde silahlar, kalkanlar taşıyan ve genellikle de bir erkekle savaşırken resmediliyor, ancak hala oldukça güzel bir kadın, hala içten içe kırılgan ve kalkanları kaldırılabilir bir görüntüsü var.
Bir diğer yüzü ise Kali; Bu da ölüm enerjisi, zaman olarak düşünülüyor. Bu hali ise artık, mavi korkunç bir suratlı, boynunda, belinde daha önce öldürdüğü insanların kafaları ve çeşitli uzuvları asılı, bin bir yüzlü, bin bir kollu ve hala birilerini öldürmeye, ayakları altına almaya devam ederken resmediliyor.
Bu tanrıçaya doktor gözü ile ve bir kadın olarak bakınca onu anlıyorum. Öyle ya hormonları rahat durmuyor ki. Her ay 28 günlük döngüler halinde değişiyor da değişiyor.
Eh premenstrüel sendrom diye de bir şey var elbette. Hemen her kadın menstrüasyon öncesi yada ilk günü memelerde dolgunluk, sinirlilik, barsak hareketlerinde değişiklik, uykusuzluk, ağrı gibi belirtiler, az yada çok hisseder. Her beş kadından biri ise bu belirtileri çok daha belirgin bir şekilde yaşar, duygu durum değişiklikleri bipolar hastalıkla bile karışabilir.
En sık görülen 3 belirti huzursuzluk, gerginlik ve mutsuzluktur.
Bundan sonra sık görülen emosyonel belirtiler sebepsiz stres, anksiyete, uyku bozuklukları, baş ağrısı, emosyonel labilite, alınganlık, libido ve iştah değişiklikleridir. Bu belirtilere midede dolgunluk, barsak gazı, kabızlık, ishal, siklik akne, eklem ve kas ağrıları gibi fiziksel belirtiler de eşlik edebilir.
Bu belirtiler kadından kadına hatta siklustan siklusa değişiklik gösterebilir.
Tanıda kullanılacak özgün laboratuvar ya da fizik bulgu yoktur. Ancak 3 ana bulgudan en az birinin bulunması, bu belirtilerin sadece geç luteal fazda (adet öncesinde başlayıp, adet görünce bitmesi) görülüp, siklusun diğer günlerinde olmaması ile tanı koyulabilir.
Belirtiler kadının hayat kalitesini bozacak derecede olabilir.
Tedavi için çok denenmiş şekiller yoktur. Yaşam şekli değişiklikleri, serotonin inhibitörleri, ağrı kesiciler, aerobik egzersizler, ya da alternatif tedaviler kullanılabilir.
Shakti bile dişiliğin bu karanlık tarafından muaf değilse biz ölümlüler ne yapalım? Belki de en iyisi bir paket çikolata eşliğinde sıcak bir duş alıp, çorapları ayağına geçirip battaniyenin altına kıvrılmaktır. Ya da siz bilirsiniz.
SOĞMATAR HARABELERİ
Harran’dan 53 km, Şuayb kentinden 16 km uzaklıkta şimdi Yağmurlu köyü sınırları içerisinde bulunan Soğmatar harabeleri yer almaktadır. Matar kelimesi de Arapça’da yağmur anlamına gelmektedir. Tektek Dağlarının bu bölgesi kışın oldukça fazla yağmur almadığı için köyde pek çok miktarda sarnıç ve kuyu oluşturularak ve yağmur suları yazın kullanılmak üzere hasat edilmektedir. Hz Musa’nın da burada çiftçilik yaptığına ve köydeki kuyulardan birinin onun asası tarafından açıldığına inanılmaktadır.
Köyün ortasında bulunan bir höyükte insanlık tarihine ışık tutan önemli yazıtlar bulunmaktadır. Buranın önemi ay, güneş ve gezegenlerin kutsal sayıldığı politeist bir inancın baş tanrısı Marelahe’nin merkezi olmasından kaynaklanır.
Şu anda köydeki okulun arkasındaki Kutsal tepede El İlah’ın adı ile başlayan Süryanice yazıtlar ve rölyefler bulunmaktadır. Bu tepede ayrıça Güneş Tanrısı Şamaş’ı temsil ettiği düşünülen bir insan heykeli ve ay tanrısı Sin’i temsil eden bir kabartma da vardır.
Soğmatar’da kutsal tepeye yönelik duran 7 adet tapınak bulunmaktadır. Bunlar Satrün, Şamaş (Güneş), Jüpiter, Sin (Ay),Venüs, Merkür ve Mars tapınaklarıdır.
Soğmatarlı Paganların daha sonra monoteist Sabiilerin dinini benimsedikleri bilinmektedir. Ancak Sabiilerin de gök bilimcilik ve astronomi ile ilgileri kaybolmamıştır.
Sabiiler yukarıda sayılan her bir gök cismine bir gün ayırır ve o gün ona ibadet ederlermiş. Yedi gök cismi bitince tekrar baştan başlanır ve bu döngü devam edermiş. Aslında zaman birimi olarak ‘’7 günlü hafta’’ biriminin kullanılması da tamamen bu inanca dayanmaktadır. Hatta bir çok dilde hala gün isimleri gezegen isimleri ile anılır.
Sabiilik dini yeryüzünden hemen hemen silinmiş olmasına karşılık insanlık kültürü üzerindeki etkileri günümüzde de derin bir şekilde sürmektedir. Bu etkiler semavi dinlerde, inanç ve ibadet sistemlerinde olduğu kadar, astroloji, tarot, falcılık gibi okült alanlarda da yer almaktadır.
NEVALİ ÇORİ ÇANAĞI
Emeklilik törenimde anlattığım dersin özetidir.
Fırat nehri üzerinde kurulmuş olan Atatürk Barajı GAP projesinin en büyük eseri olup, 2400MV elektrik üretir, göl hacmi 48.700hm3 , göl alanı ise 817 km2, sulama alanı ise neredeyse 900 bin hektar kadardır. Bu devasa baraj gerçekten de göz kamaştırıcı bir anıt eser olup, bu gururun bir göstergesi olarak, gövde resmi Türk Lirası üzerinde bile kullanılmıştır.
ADRENALİN YÜKÜ ÜZERİMDEN KALKINCA
2014 yılının aralık ayındayız. Bu ay adolesan (ergen) servisinde sorumlu hoca benim. Normalde servis sorumluluğu beni hiç yormaz, hatta her branştan hasta yattığı için serviste çalışmayı severim, ama bu ay servisimiz inanılmaz derecede yoğun. Hem tetkik servisi, hem acil servis, hem de yoğun bakım gibi çalışıyoruz.
FIKRA GİBİ HASTA HİKAYELERİ
Yeni mezun olmuşum Eti Mesut Hastanesinde halk sağlığı stajı yapıyorum. Bu bölgede çeşitli sağlık ocakları ve onların bağlı oldukları bir hastane vardı. Rahmetli Nusret Fişek hocamızın önderliğinde Türkiye’nin sağlık sistemine örnek olması için yıllardır o bölgede Hacettepe Üniversitesinin Hak Sağlığı bilim dalı görev yapıyordu. Hacettepe’de okuyan tıp fakültesi öğrencileri 2 aylık halk stajlarının bir kısmını köylerde kalarak bu bölgede yapardı. Ben ayrıca bir yıla yakın asistanlık yapmıştım.
Bu hastanede çalışırken bir hayli komik hasta hikayesi yaşamıştım.
RUH SAĞLIĞI BOZUK FARECİK
Tıp Fakültesinin beşinci sınıfında halk sağlığı stajının 5-6 haftasını bir sağlık ocağında hekimlik yaparak geçirirdik, bu haftalar boyunca iş günlerinde köyde kalmamız gerekiyordu. Halk Sağlığı Bölümü, o zamanlar rahmetli hocamız Nusret Fişek de sağdı, fakültenin en güçlü kürsülerinden biriydi.
Hem Çubuk’ta, hem de Eti Mesut’da iki örnek bölgesi vardı. Bu bölgelerde köylerde sağlık ocakları, merkezde ise bir hastane hizmet verirdi.
Biz Zehra, Afitap, Mukadder, Dilek ve ben olmak üzere 5 kişilik oldukça kalabalık bir kız gurubu idik. Bizi Eti Mesut bölgesinde, Ankara Merkezine oldukça yakın, önünden belediye otobüsü geçen, Macun köyüne verdiler. Ocağımızda soy ismini şimdi hatırlayamadığım, muhtemelen kırklı yaşlarında Muzaffer isimli bir doktor var, şimdi geriye bakıp düşününce cıvıl cıvıl beş kızın ocağına gelmesi onun için de hoş bir sürpriz olmuştur. Bizimle konuşmaya bayılırdı çünkü.
MUSA KAZIM ÇAĞLAR
Baş asistan vizitleri Hacettepe Pediatri asistanlığının en tuhaf ama önemli adetlerinden biridir. Her yıl, son sene asistanlarından 3-4 tanesi başasistan seçilir ve koskoca hastanenin gece sorumluluğu onlara teslim edilirdi. Her gün baş asistanlardan biri nöbetçi kalır, nöbetteki servis kıdemlileri ile birlikte baştan aşağı bütün pediatri servislerinde vizit yapar. Böylece hem yeni yatan hastaları en kıdemli asistanlardan biri görmüş olur, hem de servislerde yatan hastalarda bir problem çıkarsa hocalara danışmaya gerek kalmadan sorun başasistan tarafından çözülürdü.