AYŞE NUR ÖKTEN
Ben; nerede kaldı kutuplardaki buzların erimesi, atmosterdeki ozon tabakasının delinmesi, havanın, toprağın, akar suların, denizlerin kir tutabileceğinin akla bile gelmediği o masal zamanlarında doğdum. Gençlik yıllarım televizyonun, banka kartlarının, internetin, bilgisayarın, cep telefonlarının, marketlerin olmadığı zamanlarda geçti. Masadaki yemeklere bakınca hangi mevsimde olduğumuzu anladığımız, arkadaşlarımızla yüz yüze konuştuğumuz, yerli malı, Türk parası kullandığımız, okullarımıza yürüyerek gittiğimiz, toprağa çıplak ayak bastığımız zamanlardı.
Dünya tarihine bakınca çok da eski değil 19/12/1957 doğumluyum, ama nedense benim doğum tarihimi 01/01/1958 yazdırmışlar. On gün için bir yıl büyük görünmeyeyim diye düşünen (!) ailem daha sonra beni 5 yaşımda okula yazdırıp bütün okul hayatım boyunca kendimden 1,5 yıl büyük çocuklarla okumamı dert etmedi nedense.
O günden sonra da okudum da okudum. Tıp doktoru oldum, Çocuk doktoru oldum, Endokrin doktoru oldum. Otuz beş yıllık meslek hayatımın son 25 yılını Karadeniz Teknik Üniversitesinde öğretim üyesi olarak geçirdim. Gün geldi erken emekli olup, gene toprağa ayak basabileceğim bir hayat sürmeye karar verdim. Biraz düşününce son derece sıradan geçmiş gibi görünen hayatımın ne kadar meceralı, ne kadar masalsı olduğunu kavradım.
Böylece anılarımdan, görüşlerimden, düşüncelerimden, hobilerimden oluşacak bir blog hazırlamaya karar verdim. Ne yazık ki yazmak, hiçbir zaman gurur duyabileceğim becerilerimden biri olmadı. Ama inat ve azim gurur duyduğum özelliklerimdendir, yazacağım dedim yazacağım. Yazılarımı okuyanlar kitap yazmamı bile istedi sonradan.
Söz uçar, yazı kalır. Medeniyet tarihi eski yazılardan çözülüyor, yazılı bir eser bırakmayınca dünyadan silinip gidiyor her şey. Sizi bir düşman vahşice yok etmiş de olsa, tabiat üzerinizi örtmüş de olsa, aradan binlerce yıl geçmiş de olsa, yazınız bulununca onu çözmek için uğraşan bir bilim adamı mutlaka oluyor. İleriyi düşünüp tarihe kayıt düşmek lazım. Tarih savaşlardan ibaret değil, tarihi her gün yaşadığımız şeyler oluşturuyor. Ben bir doktorum, her gün istemediğim kadar çok insanla içiçe yaşadım. Yaşadıklarım ne mi? Benim gözümden memleket manzaraları. Yani sivil tarih.
Hayatım çalışmakla, okumakla, düşünmekle, gezmekle geçti. Doktor olmak zor zanaattir, akıl sağlığımı koruyabilmek adına bir çok hobi edindim. Bu blogda çalışan, merak eden, üreten bir insanın çeşitli anılarına, düşüncelerine, mücadelelerine, zorluklarla baş ediş şekline ve emeklilikte seçtiği hayata dair pek çok kayda ulaşacaksınız.
Seni dinlemek herzaman çok keyifliydi..yazdıklarını okumaksa bambaşka bir keyifmiş..yüzlerce insanla binlerce anın var..belki birgün sülalecek totem haline getirdiğimiz “Egen’in okul ayakkabılarını” da bir araya sıkıştırıverirsin:)
Egenin ayakkabılarını hemen yazdum yeni fırından çıkmış halde bu gün sürümde
Merhaba hocam, ellerinize saglik, yazilarinizin herbiri birbirinden guzel ve Cok akici, bir cirpida Okunuyor. Bence sizin basaramiyacaginiz hic birsey yok. Yenilerini sabirsizlikla bekliyorum. Cok opuyorum.
Ayşenur hocamm sizin yeriniz gönlümde apayrıdır…20 yıllık evlilik hayatımın ilk yıllarînda Rabbim sizi karşıma çıkardı.Hiç unutmuyorum bir gün ağlayarak sonuç göstermeye geldiğimde siz de bana: “Ağla ağla senin gibi omzuma sümüklerini süren çok hastalarım oldu” demenizi hiç unutmuyorum ve benim çocuğmun çok iyi olduğunu gecikmiş tanı olduğu halde onda hiçbir kalıcî rahatsızlık olmayacağını söylemeniz bana dünyayî bağışlamanız gibi gelmişti…Ve şimdi kızım 20 yaşinda üniversite okuyor,size minnettarım sizi görüp gönülden sarılmayı omzunuza mutluluk gözyaşlarımı akıtmayı isterim…☺Allaha emanet olun…
Çok teşekkür ederim, bu mailin bana hatırlattıklarını bu günkü yazımda yazdım. izin almadığım için adınızı zikretmedim