Yıl 1983, pediatri asistanlığımın ilk yılında, servis 22’de çalışırken, serviste 4-5 yaşlarında Ali Kemal isimli Rizeli bir çocuk yatıyor. O zamanlar Hacettepe Alman usulü uygulanıyor, aileler serviste yatan çocukları ile birlikte kalamıyorlar, sadece ziyaret saatinde gelip bizden bilgi alıyorlar. Zavallı çocuklar, zaten hastalar, bir de annelerinden uzaktalar, mümkün olan her fırsatta birini kucağımıza alıp, seviyoruz, onlarla konuşup, oynuyoruz. O kadar canlarını yaktığımız halde onlar da bize sevgi ile karşılık veriyorlar. Ayrıca çocuklar çok da akıllıdır, sabah kan alma saatinde bizi görünce kıyamet koparan çocuk bile, başka bir zaman, nasılsa kan alma saati olmadığını bilerek hemen kucağa atlar.
Ali Kemal, hem çok sevimli, hem de o sırada servisin en küçük çocuğu olduğundan, onu çok seviyoruz. Çok koyu bir Rize aksanı ile konuşuyor, adını sorunca ALİ ÇEMAL diyor mesela, biz de onu konuşturmaya bayılıyoruz. Zavallı çocuk oldukça da ağır hasta; ateşi, kansızlığı, kocaman karaciğer ve dalağı var. Bir türlü sebebini bulamıyoruz, ha babam kan alıyoruz çocukcağızdan. Galiba servisteki diğer çömez asistan da Cem. ALİ ÇEMAL çok uyanık bir çocuk, o sabah yanına hangimiz kan almak için gittiyse, ona yağ yakmak için ‘’BENUM KANUMİ HEP SEN AL, HABU DELİ ÇİBİ YAPAYİ’’ diye diğerimizi şikayet ediyor.
Çocuğun ailesi de bir garip, onlar için önemli olan tek şey Ali Kemal’in kabızlığı, ne anlatırsak anlatalım, bu gün büyük apteste çıktı mı, çıkmadı mı, bir hevesle bok davası güdüyorlar, başka hiç bir şey onlar için önemli değil, bütün hastalığın sebebi kabızlık, kabızlık geçse çocuk düzelecek diye düşünüyorlar. Oysa çocuk çok hasta yüksek ateşi, karaciğer dalak büyümesi var, bir türlü de tanı koyulamıyor.
Her vizitte (ki günde en az 5 vizit) bir hoca veya kıdemli veya başasistan gelip şu şu hastalıkları da araştırın, kanlarını, kültürlerini alın diyor. Biz çocuktan kana ala ala çocuğun hemoglobini (kanı) iyice düştü. Periferik yaymasında yıkım (hemoliz) belirteçleri görülmeye başlandı. Bu sefer de, çocuktan hemoliz sebebi ne olabilir diye başka kanlar almaya başladık. Halbuki bu belirtiler kan kaybında da olur. Ben de, Cem de bu kadar çok kan aldığımız için kansızlığının ağırlaştığının ve kan verirsek bu durumunun düzeleceğinin farkındayız. Fakat o sıralar Hacettepe hematolojide Şinasi Hoca var, hastalara antibiyotik ve kan verilmesine çok karşıdır, çocuğa kan versek, hoca diliyle öldürür bizi.
Sonunda hastaya ‘’vaka başı’’ yapmaya karar verildi. Yani bir çok bölümden, bir çok hoca belli bir saatte hastanın başında toplanacak ve herkes bir fikir ileri sürecek, muhtemelen çocuğun hastalığı anlaşılacak artık. Bu tür ‘’ vaka başı’’ toplantıları Hacettepe Çocuk Hastalıkları ve Sağlığı Ana Bilim Dalında çok önemlidir, genellikle çağrılan her hoca bir gün önceden gelip çocuğu görür, dosyasını inceler ve toplantıya hazırlıklı gelir. Bu da bu çocuk için toplantı öncesinde alınacak bir sürü daha kan demektir. Hocalardan biri sanırım ‘’Kala Azar’’ (şark çıbanını yapan parazitin genel hastalığı) düşünerek dalak aspirasyonu (dalaktan iğne ile kan alma) yapmamızı istedi. Böylece daha önce kemik iliğinde görülemeyen parazitleri görebilecektik, varsa tabii.
Ertesi gün öğleden sonra toplantı yapılacak, sonucu yetiştirebilmek için bu gece nöbette dalak aspirasyonunu yapmamız lazım. Cem’le eğer bu çocuğa bu gece kan vermezsek, yarın yapılacak vaka başından sonra bir sürü daha kan istenecek, kesin bu çocuğun hemoglobin daha da tehlikeli seviyelere düşer diye düşündük. Zavallı çocuğa gece nöbette dalak aspirasyonunu yaptık ve bundan sonraki saatlerde, çocuğun gözlem kağıdına nabzını yüksek, tansiyonunu düşük yazıp, çocuğa kan verdik. Yani Şinasi Hoca bu çocuğa neden kan verdiniz diye bize kızamasın diye resmen hile yaparak kalp yetmezliği numarası yapıp kanı verdik. Bird aha bu fırsatı bulamayız, nasıl olsa çocuktan daha tüp tüp kan alacağımızı bildiğimiz için bir hayli de fazla verdik. Çocuğun hemoglobin beşten onikiye çıktı, yanakları kıpkırmızı oldu.
Artık vaka başı yapılacak güne girdik, çömez asistanlar olarak ikimiz de teyakkuz halindeyiz, bütün dosyayı ezbere biliyoruz. Galiba toplantı saati öğleden sonra 2, yani tam ziyaret saatinden sonra. Şinasi Hocamız toplantıdan önce hastayı görmek için tam da ziyaret saatinde gelmesin mi? Hadiii bütün aileleri odanın dışına aldık, onlar camdan içeriyi seyrederken, biz çatır çatır hastayı hocaya sunuyoruz.
Fakat hocamızın gözleri çocuğun yanaklarına takılıyor ve ‘’HAY HAY, siz hikaye almayı bilmiyorsunuz, bu çocuğun yanaklarında raş (döküntü) var ’’ diyor. Ben kem küm ederek çocuğa kan verdim demeye çalışıyorum, ama hoca kendi aklından çocuğun ‘’lupus’’ hastası olduğuna karar verdi ya, sözlerimi duymuyor bile. Sonunda hoca ‘’çağırın aileyi’’ deyince zaten cam kapıdan içeri bakmakta olan aileyi içeri çağırdım. Anne ve baba daha kapıdan odaya adım atar atmaz, hocamız ‘’ bu çocuğun yanakları ne zamandan beri böyle kızarık’’ diye sordu.
O an hala gözümün önündedir, anne ve baba önce çocuğa baktılar, sonra sevinçle birbirlerine baktılar ve ikisi birden hocaya bakıp sevinç içinde ‘’BU CUN OLDİİİ’’ (bu gün oldu) diye haykırdılar.
O gün vaka başından sonra aile yeni kanları aldırmayı reddederek çocuğu taburcu ettiler.