Ahmet Yesevi türbesi Kazakistan’ın Türkistan şehrinde bulunur. Büyük Timur İmparatorluğu döneminde, 1389 yılında bizzat Timur tarafından yaptırılmıştır. Daha sonra doğal nedenlerle meydana gelen tahribat Türküye Cumhuriyeti tarafından onarılmış olup, 2002 yılında da UNESCO tarafından ‘’dünya tarihi eseri’’ olarak tescillenmiştir. Hoca Ahmet Yesevi 1093-1166 yıllarında yaşamış, hayatının çoğunu türbesinin olduğu Yesi eyaletinde geçirmiş bir şairdir. Ahmet Yesevi’nin aslen şaman kökenli hocaları sayesinde İslamiyeti Türklerin anlayıp kabul edebileceği bir şekilde sunmuş ve Türkler arasında İslamiyetin yayılıp benimsenmesinde öncülük yapmıştır. Şu anda da Balkanlardan Orta Asya’ya Türkçe konuşulan ülkelerde çok saygı gören bir mutasavvıftır.
Timur büyük üstada olan saygısından onun için yaptırmaya başladığı türbeyi bitiremeden ölmüş ve türbe yapımı da bundan sonra durdurulmuştur. Bu türbedeki kubbe Orta Asya’daki en büyük kubbedir. Şu andaki yenilenmiş hali de elbette tamamlanmadan bırakılmıştır. Böylece eserin bir cephesinde çinilerle kaplı muhteşem bir yapı görürken diğer cepheden bakışta dış kaplamasız, mimari ögeler görülmektedir. Bence bu hali ile mimarların daha da çok ilgisini hak etmektedir.
Aslan Bab (baba) Ahmet Yesevi’nin ilk hocalarından biridir. Türbesi Türkistan kentinin Otrar yakınlarında bulunmaktadır. Aslan Bab başlangıçta şaman geleneğinden yetişmiş olduğu halde sonrada İmam Rıza’nın öğrencisi olup İslamiyeti kabul etmiş ve Ahmet Yesevi’nin manevi yükselişinde çok önemli katkılarda bulunmuştur. Türbesinde bulunan diğer mezarlarda Karga Bab gibi çeşitli hayvan isimlerine sahip olduğundan şaman kökenli oldukları anlaşılan, diğer ulu zatlar da bulunmaktadır. Şu anda bu türbe de halk tarafından oldukça saygı görüp, ziyaret edilmektedir. Önümüzdeki 2016 yılı UNESCO tarafından Ahmey Yesevi yılı olarak ilan edilmiştir.
Nakşi tarikatının kurucusu Bahaddin Nakşibendi’nin türbesi ise Özbekistan’ın Buhara kentindedir. Nakşibendi’nin da İmam Cafer Sadık ile irtibatı mevcuttur. Bu gün muhteşem bir külliyede bulunan türbesinin tamiratı da Türkiye Cumhuriyeti tarafından üstlenilmiştir. On beşinci yüzyıldaki Nakşibendiliğin şimdiki Nakşibendilikten çok farklı olduğu sadece en yüksek ruhu anlatan kıl tutamlı totemi andırır flemadan ve Hacı Bektaşi Velinin makamındaki delikli taşı andırır şekilde delikli bir ağaçtan anlaşılabilmektedir. Anlaşılan o dönemlerde Türklere İslamiyeti kabul ettirebilmek için içinde şamanik ögeler bulunmalı imiş.
Bütün bu türbeleri gezdim. Orta Asya ülkelerindeki soydaşlarımızın İslamiyeti yorumlayışları ile Anadolu Alevilerinin islamiyeti yorumlayışı arasındaki inanılmaz benzerlikler son derece dikkat çekici. Örneğin Nakşibendi türbesinin bahçesinde oldukça yaşlı ve garip şekilli bir ağaç var. Bu ağacın Bahaddin Nakşibendi’nin asasını sapladığı yerde asanın yeşermesi sonucunda meydana geldiği düşünülüyor. Halk akın akın bu ağacın dallarının arasındaki bir delikten geçiyor ve ellerini ağaca sürüyor. Bu ritüel ile günahlarından arınacağını düşünüyorlar. Bu olay aynen Hacı Bektaşi Veli’nin makamındaki delikli taştan insanların geçmesine benziyor. Bu delikten geçen insanların annesinden yeni doğmuş gibi günahsız hale geldiğine inanılıyor. Her iki makamda da bulundum. Ağacın meydana getirdiği delikten geçen Özbek’lerle, kayanın deliğinden geçen Anadolu insanının ne hareketlerinde ne de bu harekete atfettikleri değerde hiçbir fark göremedim. Hepsinin yüzlerinde aynı inanç ve huşu vardı.