Bazı şeyler tesadüf olamaz, bakın bir çocuk beni kendine yardım etmem için nasıl da çağırdı.
Yıl 2010 galiba, KTÜ’de Fakülte’nin akreditasyon çalışmaları yapılıyordu. Eğitimle ilgili değişiklikler yapılacaktı. Bu değişiklikleri öğrenmemiz ve sanal ortamı kullanabilmemiz için bize 5 günlük kurslar veriliyordu. Bu kursları verecek hoca Ankara’dan geliyordu. Ben o sıralar eğitim komisyonunda olduğum için ikinci kursu da almak istedim. Böylece artık biz diğer arkadaşları eğitecektik, dışardan hocanın gelmesine gerek kalmayacaktı. Bu kurslar günde en az 8 saat sürdüğü için, kurs sırasında hastane işlerinden muaf olmak için yıllık iznimi düşündüğümden 1 hafta erken aldım. Planıma göre yıllık iznimin ilk haftasını kursta geçireceğim, ikinci haftada da 5 günlük bir deniz tatili yapacağım.
Bundan önceki yılda Olcay ile İlk kez Datça’ya gitmiş ve oraya aşık olmuştum. Gene Datça’ya gitmeye ve birkaç gün tek başıma kafa dinlemeye karar verdim. İnternetten tatilimin ikinci haftası için, ETS turdan tatilimi ayarlamaya çalıştım ama bir yere kadar geldikten sonra bir türlü işlemi ilerletemedim, teknolojik özürlü olduğumu kabul ederek yerel bir şirketle tatilimi ayarlamaya karar verdim. Ama bu arada kredi kart numarasını da girmiştim.
Yerel acenteye gitmeden önce Serdar Beyin (kurs vermeye gelen hoca) bir sağlık sorunu nedeni ile gelmeyeceğini öğrendim. Böylece acenteye gidip iznimin ilk haftası için Datça’da bir tatil ayarlamaya çalıştım, küçük bir acente idiler ve Datça’da anlaşmalarının olduğu bir otel olmadığını söyleyerek beni Kıbrıs’a göndermeyi teklif ettiler. Ben de olabilir diye düşünüp Kıbrıs için tatili ayarladım, ancak kredi kartımda tatili ödeyecek kadar para yoktu, yanımda bulunan nakitle ödedim. Aslında kredi kartımda yeterli para olması gerekiyordu, böylece acaba ben ödemeyi yapmış olabilir miyim diye, ETS tura telefon ederek durumu sordum, parayı yatırmayı başarmışım, ama rezervasyonu yaptıramamışım, ödediğim parayı da geri ödeyemiyorlar. Böylece iznimin ilk haftasında Kıbrıs, ikinci haftasında da Datça için iki ayrı tatilim oldu.
Normalde böyle bir ayarlama yapmazdım, ama mecburen önce Kıbrıs’a gittim. Trabzon’a dönüp bir gün sonra da Datça’ya gittim. İsteğim dışında, böyle tuhaf bir tatil ayarladığım için biraz sinirliyim. Datça’daki otel de daha birkaç ay önce açılmış, şehirden uzakta bir oteldi. Ben sadece deniz için geldiğimden bir araç da kiralamamıştım. Böylece bütün gün odamda kitap okuyup, denize girmeye ve adeta mini bir inziva yapmaya karar verdim. Otel, geniş bir bahçe içinde müstakil odaları, bar, plaj, havuz ve yemek salonu ortak bir alanda olan, o dağınık yerleşimli otellerden biri idi. Ben de sabah erkenden kalkıp kimse gelmeden havuza giriyor, kahvaltıdan sonra biraz odamda kitap okuyor, öğleden sonra da denize giriyordum. Akşam ya yürüyüş yapıyor, ya da gene kitap okuyordum. Anlayacağınız sadece yemeklerde diğer otel müşterileri ile bir araya geliyor, yemeğe ya çok erken ya da geç giderek mümkün olduğu kadar az sayıda insanla karşılaşmaya özen gösteriyordum.
Benim az insanla karşılaşıp az konuşma çabama rağmen genç bir çiftin 3-4 yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim oğulları resmen bana debelleş oldu. Yemeğe, havuza, denize, yürüyüşe nereye gitsem çocuk sağımda, solumda, arkamda, önümde ama mutlaka etrafımda bir yerlerde oluyor ve çığlık çığlığa bağırıp duruyor. Çocuk oldukça akıllı görünüyor ama hiç konuşamıyor ve ağzından da sadece aaa ve iii sesleri o da gırtlağını yırtarcasına çıkıyor. Çocuğun duymuyor olabileceğini düşündüm, ama ukalalık edip aileye de bu kuşkumu söylemek istemiyorum. Tepkilerinin ne olacağını tahmin edemiyorum çünkü. Fakat çocuk başıma resmen bela oldu katiyen etrafımdan ayrılmıyor. Anne babasından uzaklaşıp yanıma geliyor ve onların dikkatini çekmek için benim kulağımın dibinde çığlık atıyor.
Artık son akşamdayım, akşam yemekte aile gene benim yakınımda bir yerde oturuyor, çocuk bir ara masadan uzaklaşıp, mutfağa doğru giden bir koridorda yürümeye başladı, ben de dayanamayıp arkasından gittim. Çocuk ancak ona bir metreden daha yakına gidince, benim farkıma vardı ve bana doğru döndü. Anladım ki benim ayak seslerimi duymuyor ama yaklaşınca varlığımı hissetti ve onun için döndü. Ben derhal çocuk doktoru moduna girdim ve çocuğu işaretlerle, mimiklerle kandırdım. Parmağımı eline tutuşturdum, el ele anne babasının yemek yediği masaya döndük.
Aileye doktor olduğumu ve çocuklarının duymadığını düşündüğümü söyledim. Ama onun özel doktoru var, okula gidince konuşacağını söyledi dediler. Peki okula gönderdiniz mi? Evet 15 gün gitti ama gene de konuşmadı. Peki çocuğun tercih ettiği ve tempo tuttuğu bir müzik türü var mı? Biz hiç televizyon açmıyoruz ki dediler. Çocuğun duymadığını artık yüreğimin içinden kesin olarak ‘’biliyorum’’.
Çocuk o kadar akıllı ki, hep yüzünüze bakıyor ve siz de farkında olmadan mimikler ve işaretlerle çocuğa her şeyi anlatıyorsunuz, o da her şeyi anlayıp, size aynı şekilde karşılık veriyor. Ben bu sefer aileye lütfen bu çocuğu bir kulak burun boğaz doktoruna götürün ve bir çocuk doktoru duymadığından kuşkulandı diyerek işitme testi yaptırın dedim.
Birkaç gün sonra anne aradı, çok üzgündü ve teşekkür ediyordu. Doktor çocuğun kulak implantı ile duyabileceğini ama doğru dürüst konuşamayacağını söylemiş, zaten 6 ay daha geç gitseler konuşmak için hiç şansı kalmayacaktı demiş. Fakat ben anneye 3.5 yıl aileyi, doktoru, öğretmenleri ve cemi cümle herkesi duyduğuna inandıracak kadar zeki bir çocuğun konuşmayı da öğreneceğini, üzülmemesini söyledim. Bundan birkaç ay sonra telefonu önce çocuk açtı ve mükemmelen konuşuyordu. Annesi ‘’siz bana merak etme, bu çocuk mükemmelen konuşacak’’ dediğiniz anda ben çocuğumun konuşacağını ‘’bildim’’, böylece konuşmayı öğrenme sürecimiz benim için ruhen çok kolay geçti dedi.
Bir yıl sonra fark edilmiş olsaydı, çocuk asla bu kadar düzgün konuşamayacaktı.
Bu çocuğun konuşması gerekiyordu. Bu nedenle Datça’ya gitmek zorunda kaldım. Bu nedenle o aile o otele tam da benim geldiğim zamanda gelmişti. Bu nedenle çocuk kendini zorla benim gözüme soktu.
Her şeyi mantıkla izah etmek kolay değil.