İlk okul üçüncü sınıftan itibaren (1967-68) yaz aylarını Yıldızlı doktor evlerinde geçirdik. Burası Trabzon ile Akçaabat arasında bulunan o zamanlar tamamen köy olan, deniz kenarında bir yerdi. Bir- 2 km boyunca doktorlar bir birlerinden etkilenerek, bu alanda tam sahilde yer almış ve bir sıra villa yapmışlardı. Bu nedenle burası halk arasında doktor evleri diye bilinirdi. Yıldızlı çocukluğuma dair pek çok anının yaşandığı yerdir. Hem çok güzel hem de çok acı şeyler yaşadık orada.
Ortam çok güzeldi, bütün aileler birbirini tanır ve güvenirdi. Sabah erken saatlerden, gece geç saatlere kadar arkadaşlarımızla birlikte olabilirdik. Müzikli danslı parti yapabilir, denize girebilir, köylerde yürüyüş yapabilir, kayalara tırmanabilir, balık tutabilir, tütün tarlasında çalışabilir, sahilde gece ateşleri yakabilirdik. Pek çok insana göre ayrıcalıklı bir çocukluk yaşadığım anlaşılıyor.
Bütün evlerde yaşayan gençler arasında sadece Arif Abi ile pek konuşmaz, hatta yolda gördüğümüz zaman oradan uzaklaşmaya çalışırdık. Çünkü Arif Abinin eroinman olduğunu herkes gibi biz de bilirdik. Genellikle ortalarda pek görünmezdi zaten, aile evinde bile onun odası bodrum katında idi, o eve gittiğimizde bile ortada görünmezdi. Onu ancak uzaktan birkaç kez gördüm, genellikle yaz günü bile siyah kalın kazaklar giyer, başı kollarına gömülü şekilde duvarın üzerinde otururdu.
Arif Abi mahallemizde çok namlı idi, annem onun orta sona kadar çok ama çok başarılı bir öğrenci olduğunu, o yıl anne babası Almanya’ya giderken onu bir aile yanında bıraktıklarını, o yaz eroine alışıp, ondan sonra da bir türlü okulda başarılı olamadığını anlatmıştı. Arif Abinin annesi bir alman idi. Annem onun anne ve babasını bu konuda hatalı buluyordu ve hatta ‘’annesi belki Türk olsa onu bu yaşta yabancıların elinde bırakmazdı, bu çok gelecek vadeden genç adama çok yazık oldu’’ dediğini hatırlıyorum.
Ne yazık ki biz Yıldızlı’ya gitmeye başladıktan 2 yıl sonra annem meme kanseri olmuş, daha sonra da hastalığı oldukça saldırgan seyretmişti. Ben lise birinci sınıftan ikiye geçtiğim yazdı galiba. Evde annemle ben yalnızdık. Annem oldukça ileri safhada hasta idi, ama o yaz boyunca oldukça iyi idare ediyordu, kanser bütün kemiklerine yayılmış olduğu halde yürüyebiliyor, kendi öz bakımını yapabiliyor, hatta bana tarif vererek yemek yaptırıyor, ev işlerini uzaktan kumanda edebiliyordu.
Bir gün kapı çalındı. Biz aslında her zaman mutfak kapısını kullanırdık, ama bu kez salon kapısı çalmıştı. Kapıyı açtığımda gözlerime inanamadım. Çünkü karşımda güzelce tıraş olmuş, saçını başını taramış, ceket pantolon takım giyip, kravat takmış bir halde Arif Abi duruyordu. Muhteşem görünüyordu. Gerçekte ne kadar yakışıklı olduğunu o güne kadar anlamamıştım.
Annem onu salonda kabul etti. Hala gözlerimin önündedir, annem köşedeki koltukta, Arif abi de yanında oturuyordu. Anneme geçmiş olsun demek için gelmişti. Çok derinden gelen bariton bir sesle, son derece düzgün cümlelerle konuşuyordu. Bir ara annemin ellerini ellerinin arasına alıp, ‘’maalesef ikimiz de çağımızın hastasıyız’’ deyişini ve o sırada sesinde duyulan çaresizliği hiç unutmuyorum.
Bu konuşmanın üzerinden bir yıl geçti, annem öldü. Arif Abi annemden bile erken öldü. Öldüğünde bütün vücudunda iltihaplanmış yaralar doluymuş. Ölüm sebebi de beslenme yetersizliği ve tüberküloz idi. O zaman bana eroinin vücudun enfeksiyonlara karşı direncini kırdığını anlatmışlardı. Bir de eroin kullananların sadece tatlı yemek istedikleri ve çok üşüdüklerini biliyorum.
Maalesef uyuşturucu kullanmak gerçekten de çağımızın hastalığı, bir çok kötü niyetli insan ceplerini dolduracak diye ne muhteşem gençler heba oluyor.