Hani bazı insanlar vardır. Kısa sürede kaybetmişsinizdir ya da zaten çok yakın olmamışsınızdır, ama bir şekilde bir ışık katmıştırlar hayatınıza. Merih tam da bu türden bir arkadaştı. Elazığ’a gittiğimde ilk tanıştığım kişilerden biri idi. Göz ihtisası yapıyordu, çok ilginç bir insandı.
Uzun boyu, zayıf bir bedeni, şeffaf yeşil pörtek gözleri, tepesi tamamen kel başı, kulaktan kulağa ensesinden aşağı epeyce uzattığı sarı saç tutamları ve renault marka arabasının bagajında her an her yerde mangal yapabilecek malzemesi olan bir tipti. En önemli özelliği ise hemen hemen hiç konuşmaması idi. Bütün olarak bakıldığında dünyaya yanlışlıkla düşmüş bir uzaylı gibiydi. Her nedense beni çok severdi, ben de onu çok sevmiştim. Gayet güzel arkadaşlık ederdik hatta sohbet bile ederdik.
Bir pazar sabahı gazete almak için şehre doğru yürürken, Merih arabası ile yanımda durdu ve nereye gittiğimi sordu. Kendi Diyarbakır’a gidiyormuş hadi sen de gel deyince ben de onunla birlikte gittim. Hazar gölünü geçtikten sonra yol bir müddet Dicle nehrinin kenarından gidiyor, hatta birkaç kez köprü ile bir sağına bir soluna geçiyor. Bu köprülerden birini geçince ‘’Merih benim kafam karıştı, şimdi sence biz neredeyiz. Yani Mezopotamyanın içinde miyiz yoksa dışına mı çıktık?’’ diye sordum. Ben aslında iki nehrin arasında mıyız diye sormaya çalışmıştım, ama her nedense bu sorum Merih’i saatlerce güldürmüştü. Gün boyunca Mezopotamya deyip deyip kahkahalar attı.
O sıralar Sevda isminde bir ev arkadaşım vardı, dönünce ona bu olayı anlattım. ‘’Ayşenur abla ben Merih’le 8 ay aynı odada çalıştım, sesini duymadım, sen şimdi bana Merih’in saatlerce kahkaha attığını mı söylüyorsun’’ diye hayretler içinde kaldı.
Birkaç ay sonra Sevda TUS sınavını kazanınca akşam evde yemek hazırladık, bir şişe de ‘’Buzbağ’’ açtık, kutlama yapıyoruz. O sırada eve bir telefon geldi. Arayan Sevda’nın bir arkadaşı idi, teyzesi ile içki içiyorlarmış bizi de davet etti. Ben arkadaşını tanımıyorum ya Sevda da biz zaten içiyoruz diye daveti reddetti. Fakat aradan 15-20 dakika geçince zil çaldı. Yarı sarhoş iki kadın ellerinde bir şişe votka ile bari birlikte içelim diye eve daldılar.
Şimdi vaziyet şu ben ev sahibiyim gelen iki kadını da tanımıyorum, Sevda da sadece birini tanıyor. Eh klasik Türk misafirperverliği, mecbur buyur ettik kadınları. Ama çok kısa bir sürede bin pişman olduk, çünkü zaten geldiklerinde sarhoştular, ellerindeki votkayı lıkır lıkır içtiler, yetmedi bir de bizim şarabı içtiler. Bu arada biz tokuz diyorlar ama masamızdan da sürekli bir şeyler otlanıyorlar.
Sevdanın arkadaşı olan kız bööğğ diye salonun ortasına kusmasın mı? Teyze olacak yaratık hiç telaş göstermediği gibi bir de ‘’Tabi içki karıştırınca olur böyle şeyler, bana kimse anlayış göstermedi, ben anlayışlıyım, kus kızım’’ diye kızı teşvik ediyor. Hayır bir şey değil teyze ‘’kus evladım’’ dedikçe yeğen de teyzesini mi kırsın gark deyip orta yere bir mide dolusu kusmuk daha fırlatıyor. Bir insan midesi ne büyüklüktedir? Bir insan bir saatte ne kadar kusmuk üretebilir? Bütün tıp bilgilerime, fizik kurallarına aykırı bir şekilde bütün salon, balkon, banyo battı. Zavallı Sevda bu belayı benim başıma getirdiği için çok mahcup elinde kova ve bezle ortada dört dönüyor. Ama temizlemeye yetişmesi ne mümkün?
Ayrıca hiç gitmeye de niyetleri yok. Ben ‘’size taksi çağırayım yeğeniniz fena oldu evde yatsın’’ filan dedikçe, teyze olan ‘’hayıııır, taksici Elazığ gibi yerde, gecenin bu saatinde bizi sarhoş görünce neler yapmaz. Biz bu gece burada kalalım’’ diyor. Eh haklı, ben de şoför olsam bunlara neler yaparım. Evlerinin yakın olduğunu öğrendim ‘’hadi biz sizi yürüyerek götürelim, hem açık hava size iyi gelir ‘’ diyorum. Teyze ‘’olmaaaazz, yollarda bizi gören olur. Biz burada kalalım’’ diyor. Eyvah ki eyvah. Bunlardan kurtuluş yok mu? Hayır evden de geçtim. Elazığ’da adım evinde içki alemleri yapıyor diye çıksa yandım demektir.
Birden aklıma dahiyane bir fikir geldi. Nasılsa kimse ile konuşmuyor, kimse duymadan bu beladan bizi ancak Merih kurtarır diye düşündüm. Ama Merih bekar lojmanında hastaneden 5-6 kişi ile kalıyor, onlara da belli etmemek lazım. Ayrıca o zaman cep telefonu filan yok ben salonda kadınların yanında konuşuyorum, onun da en az 5-6 kişinin arasında benimle konuştuğunu biliyorum. Ajan filmi çevirir gibi kısık bir sesle ‘’Merih beni sessizce dinle, sakın kimseye bir şey çaktırma, hemen arabana atla, bize gel, ama çabuk gel lütfen ‘’ dedim. Zavallı çocuk 2 dakika sonra koşarak merdivenlerimi çıkıyordu. Beni görünce telaşla ‘’ ne oldu ‘’ diye sordu. ‘’Sus, sakın hiçbir şey sorma, yalnız bu kadınları arabana atıp evlerine götüreceğiz’’ dedim.
Sevda, Merih ve ben kadınları resmen sırtlayıp arabaya attık. Teyze olacak kadın 200 metrelik yolda Merih’e resmen sarktı. Merih ‘’ bunlar kim, nerden buldunuz bunları’’ der gibi bakıyor, fakat sorma dedim ya sesi çıkmıyor. Vallahi kim olduklarını, bizden ne istediklerini bilsem söyleyeceğim. Allahtan Sevda arkadaşının evini biliyordu. Araba ile apartmana kadar gittik, kadınları yaka paça üst kata kadar çıkarttık ve kütük gibi kapıya yasladık. Zili çaldık ve koşarak oradan uzaklaştık.
Bu kadınları bir daha hiç görmedim.
Eve dönünce Sevda epeyce temizlik yaptı.
Merih gerçekten de bu konu ile ilgili ne benimle ne de başkası ile hiç konuşmadı. Ben Elazığ’dan ayrıldıktan sonra Merih’ten de hiç haber almadım. Arada bir aklıma düşer, nerede olduğunu merak ederim.