Tıp Fakültesinin beşinci sınıfında halk sağlığı stajının 5-6 haftasını bir sağlık ocağında hekimlik yaparak geçirirdik, bu haftalar boyunca iş günlerinde köyde kalmamız gerekiyordu. Halk Sağlığı Bölümü, o zamanlar rahmetli hocamız Nusret Fişek de sağdı, fakültenin en güçlü kürsülerinden biriydi.
Hem Çubuk’ta, hem de Eti Mesut’da iki örnek bölgesi vardı. Bu bölgelerde köylerde sağlık ocakları, merkezde ise bir hastane hizmet verirdi.
Biz Zehra, Afitap, Mukadder, Dilek ve ben olmak üzere 5 kişilik oldukça kalabalık bir kız gurubu idik. Bizi Eti Mesut bölgesinde, Ankara Merkezine oldukça yakın, önünden belediye otobüsü geçen, Macun köyüne verdiler. Ocağımızda soy ismini şimdi hatırlayamadığım, muhtemelen kırklı yaşlarında Muzaffer isimli bir doktor var, şimdi geriye bakıp düşününce cıvıl cıvıl beş kızın ocağına gelmesi onun için de hoş bir sürpriz olmuştur. Bizimle konuşmaya bayılırdı çünkü.
Kalacağımız lojmanda birbirinden geçilen iki oda, bu odalardan birinde iki ranza, diğerinde de 2 adet çekyat vardı. Biz yatakları nasıl bölüştük tam hatırlamıyorum ama ben galiba ranzalı odada yatıyordum. Derken bir gün ranzalı odada minik bir fare gördük, aniden hepimiz birden sinir krizleri geçirmeye başladık, artık çığlıklar ağlamalar bağırmalar gırla gidiyor. Hele Zehra iyice dağıldı. Baktık ki olacak gibi değil, şehre inmemiz yasak ama kural mural dinleyecek halimiz yok, derhal otobüse atlayıp şehre indik ve Zehra için bir sinir ilacı, fare için de zehir alıp, geri döndük.
Küçük bir tabak içerisine zehirli buğdayları koyup, iç odayı faremize tahsis edip, dış odada kaldık. İki yatağı birleştirip beşimiz koyun koyuna yattık, çekyatlardan biri diğerinden daha alçak olduğu için ve bir de sığmak için yanlamasına yattığımız için bellerimizden aşağısı daha alçakta kaldı. Gerçekten çok rahatsızız, ama Zehra ilacı da içmiş, kafası iyi, aramızda bunaldı, iki, üç sandalyeyi birleştirip, üzerinde yattı. Biz sabaha kadar hiç uyumamışken Zehra horul horul uyudu.
Ertesi gün derhal Muzaffer abiye gidip derdimizi anlattık. Biz kendimizca Muzaffer abimizin kılıcını çekip, kahramanca bizi fareden kurtaracağını düşünüyorduk, ama hiç de öyle bir şey olmadı. Adam yüzümüze garip garip baktı, bıyık altından gülerek, ‘’biliyor musunuz fareden korkmak son derece kadınsı bir davranıştır’’ dedi. Neden diye sorduğumuzda ‘’Kadın fareyi görür, sandalyeye çıkar, erkek gelip onu kurtarır. Burada asıl mesele kadının erkeğinden yardım istemesi, erkeğin de kahramanlık yapıp kadınını kurtarmasıdır’’ gibi bir şeyler geveledi. Ben feminizm konusunda Dileğin ‘rahle-i tedrisi’’nden geçmişim ya, birden tepem attı ‘’Vallahi Abi o zaman çok şey kaçırdınız, dün bizim lojmanda 5 tane Marlyn Monro vardı’’ diyerek adamcağızı güzelce azarladım.
Baktık doktor abimizden fayda yok, faremiz de zehirli buğdayları yedikçe yiyor, ölmek ne kelime, semirdikçe semiriyor, biz de lojman komşularımızdan yardım istedik. Biz faremize o kadar çok önem atfetmiş ve bir şahsiyet yakıştırmıştık ki, komşumuz olan köylü kadınlar da bir süre sonra bizim gibi, ondan bir insan gibi söz etmeye başladılar. Birkaç gün sonra komşu kadınlardan biri halimize acıyıp, fareyi öldürmek için lojmanımıza geldi. Bizdeyken ‘’ sizin fareniz ruh hastası galiba, bizimkiler bizden korkup, kaçar, bu insana alıştı, gözüme gözüme bakarak, besleniyor’’ demeye başladı. Evden çıkmadan da ‘’Siz bu fareye çok misafirperverlik göstermiş, bir odayı ona ayırmış, önüne ziyafet tabağı koymuşsunuz, böyle de olmaz ki’’ dedi.
Daha sonra fareyi öldürmeye kıyamayıp, sadece lojmandan kaçırmakla yetindik.