2014 yılının aralık ayındayız. Bu ay adolesan (ergen) servisinde sorumlu hoca benim. Normalde servis sorumluluğu beni hiç yormaz, hatta her branştan hasta yattığı için serviste çalışmayı severim, ama bu ay servisimiz inanılmaz derecede yoğun. Hem tetkik servisi, hem acil servis, hem de yoğun bakım gibi çalışıyoruz.
Yatan hastaların işleri bir türlü bitmediği için, kolayına hasta taburcu edemiyoruz. Hasta yatağı yokluğu sürekli bir kriz; her gün diğer hocalarla hasta yatırdın yatırmadın, yok benim hastam yatsın, yok illa benimki yatacak, hayır sırada başka hasta var kavgası yapıyorum. Hatta bu konuyu anabilim dalı kuruluna getirdim ve hasta yatışlarını benim ayarlamam için karar aldırdım. Çünkü daha acil bir hasta yatmak için sıra beklerken, öteki hoca daha çok bağırdı ve asistanı daha çok korkutmayı başardı diye onun hemen yatması gerekmeyen tetkik hastası daha önceden yatabiliyordu. Yatış sırasını ben ele alınca en azından bu kriz çözüldü ama hala çok hasta var.
Bizim hastaneden eşdeğer bir hastaneye sevk etmek de düşünebildiğimiz bir şey değil çünkü, hastayı en yakın Erzurum ya da Samsun’a göndermeliyiz. Rize ve Giresun’da da Tıp Fakülteleri açıldı ama onlar henüz emekleme devresinde, hastalara bize sevk ediyorlar, hatta bazen ders vermek için bile biz gidiyoruz. Artık daha acil bir hasta gelince servisteki evi şehirde olan çocuklardan birini eve izinli gönderip, onu gündüzleri ayaktan tetkik ederken, diğerini hastanede yatırıyoruz. Böylece 18 yataklı serviste 24 hasta filan yatıyor. Şimdi bu yazıyı okuyan doktorlar varsa 24 hastadan ne olur ki diye düşünebilir, ama unutmayın ki bu hastaların hepsi de son basamak hastanesi bakımı almak zorunda olan hastalar, bir hasta normal serviste yatan 10 hastaya bedel yani.
Bu ay her gün en az 2-3 tane çok yüksek yoğunluklu iş yükü olan hasta oluyor. Mesela pazartesi günü bu yüksek yoğunluklu hastalardan biri tiroid kanseri şüphesi olan ve çarşamba ameliyata vermek için hastanın tetkikleri hızla tamamladığımız bir kız, diğeri hemolitik üremik sendrom (akut böbrek yetmezliği) olan ve servisin içinde hemodializ yapılan bir çocuk, bir diğeri ise şekersiz şeker hastalığı olup da su kısıtlama testi (her saat başı kan ve idrar alınan, normalde bir doktoru tamamen bloke eden bir test) yapılıp hemen arkasından MR çektirilerek histiyositoz tanısı koyduğumuz bir hasta idi. Bu sırada mesela 3 adet böbrek transplantasyonu için tetkiklerini hazırladığımız, çeşitli endokrin testlerini yaptığımız, EEG monitöründe takip ettiğimiz epilepsi hastasını filan saymıyorum bile.
Dün yani salı günü histiyositozu hematolojiye devrettik, bazı hastaları taburcu ettik, tam servisteki yataklarla hastaları eşitledik derken, ben vizit yaparken koridorda bir telaş başladı, doktor çağrılıyor. Servisteki hastalara bir şey oldu sanırken meğer, dışarıda asansör boşluğunda bir delikanlı havale geçiriyor. Üstelik de ilk kez bu sabah havale geçirmiş, acile baş vurmuş EEG çekilmiş, çekim bittikten hemen sonra hasta bir daha havale geçirmiş, yani çok acil durum, resmen kırmızı alarm. Önce hastayı sedyede tedavi ettik daha sonra da asistanlardan biri ile MR çekimine gönderdik, daha sonra belinden su alındı, tetkik edildi. Ben de artık asistanlardan diğeri ile Allah ne verdiyse vizit yaptım. Öğleden sonra servise tekrar uğradığımda bu sefer de bir şeker koması yatmıştı.
O kadar yoğunuz ki asistanlardan biri istifa etmeyi ciddi ciddi düşündü, meğer kızcağızın bir de özel hayat sorunu var, çok da akıllı ve çalışkan bir çocuk bir yandan onu da kaybetmemek için gayret sarf ediyorum, konuşuyorum, hatta psikoloğa gönderdim. Bu arada 2 günden beri Prof Dr Gülay Karagüzel izinli, yandal asistanımız Recep de babalık izninde, yani Endokrin polikliniğinde de bütün danışmalar bana yapılıyor. Yorgunum.
Ben ekranda yeni gelen hastanın akciğer filmine bakarken ‘’Bu ayı hayırlısı ile sağ salim atlatabilsek bari’’ demişim. Artık nasıl bir duygu ile söylediysem asistanların ikisi de ‘’hocam sizi çok seviyoruz’’ diye arkamdan sarılıp başlarını sırtıma yasladılar.
Ben de gün artık sona erdi nasılsa diye ‘’Çocuklar şimdi eve biraz erken gidip, sıcak bir duş alıp koltuğa kıvrılacağım’’ dedim. Gerçekten de eve 1 saat erken gitmem lazım, çünkü evdeki bilgisayarımda yapılacak bir iş var. Osman Okumuş (Serono firmasında çalışan delikanlı, bilgisayardan iyi anlıyor, ayrıca artık evladım gibi olmuş) eve gelip onu halledecek. Osman’la telefonlaşıp evime doğru ayrı ayrı arabalarda yola çıktık.
Ben arabamı apartmanın altındaki kapalı garajı koydum, sabah işe giderken biraz alış veriş yapmıştım, torbaları da elime alıp, asansöre doğru yürümeye başladım. Bizim garaj hiç ışık almayan karanlık bir mağara gibidir, ben derinlerine doğru hiç gitmem korkudan, asansöre en yakın yerde park ederim ve hemen asansöre doğru yol alırım. Eğer burada yer bulamazsam tekrar dışarı çıkar sokağa park ederim ( Ne de olsa bir sürü cinayet filmi izler, aksiyon kitapları okuyorum).
Fakat dün arabadan inince o mağaranın derinliklerinden ‘’HOCAM HOCAM BANA YARDIM ET’’ diyen bir erkek sesi geldi. ‘’NE OLDU, KİMSİN, NEREDESİN??’’ ‘’DÜŞTÜM GARAJIN ARKA TARAFINDAYIM’’
Ellerimde torbalarla garajın arka taraflarına doğru ihtiyatla yürüdüm. Meğer benim üstümdeki dairede oturan çocuk, nasıl oldu ise motosikletini garajın duvarına çarpmış ve bacağı kırık bir şekilde yerde yatıyor. Yarım saattir burada yatıyorum, lütfen bana ambulans çağırın dedi. Baktım yüzü de bembeyaz, tamam çağıracağım, sen kıpırdama deyip, bir koşu eve çıktım, elimdekileri atıp, tansiyon aletimi alıp aşağı koştum. Bu arada kapıcıya ve tam da o sırada eve gelen Osman’a 112’ye telefon açtırdım. Bundan sonra yaralının telefonunu almak için evine gitmek, adamın tansiyonunu ölçmek, ambulansı kapıda karşılamak gibi işler için koşuşup durduk. Neyse ki ambulans hemen geldi, karısına haber verildi, adam sedyeye taşındı.
Bundan sonra Osman bilgisayardaki işi halletti ve gitti. Ben sıcak duşumu aldım. Ama adrenalin bedenimi terk edince resmen dünya ağır sıklet boks şampiyonu ile maç yapmış gibi, antremansız 15 kilometre koşmuş gibi ya da ne bileyim ağır bir gribe yakalanmış gibi bütün etlerim ağrıyordu. O ay boyunca her gün hastanede her an yüksek adrenalinli aksiyon filmi çevirir gibi yaşıyordum, eve gelince hiç de böyle elektrik çarpmış gibi olmuyordum, ama evde geçirdiğim yarım saatlik bu aktivite canıma okumuştu.
Kesinlikle hastanede benim için işler çok farklı bir duygular içinde yürüyordu. Bu benim işimin gereği duygusuyla normal hayatımda kaldıramayacağım pek çok şeyi hastanede normal görüyordum. Örneğin yolda yürürken yerde balgam ya da kusmuk görsem ben de kusacak gibi olurum, hastanede ise bunları hiç iğrenmeden elimle temizleyebilirim. Kendimde buna benzer pek çok şeye daha şahit oldum. Mesela trafik kazası geçirip de kanlar içinde yatan bir yaralıyı sokakta görsem bayılacak hale gelirim, ama bu hasta hastaneye acile gelse, ben de acildeki doktor olsam, ona müdahale ederken, aklım asla karışık olmaz.
Oysa insanlar sizin doktor olduğunuz için her an, her şeye hazırlıklı olduğunuzu sanırlar. Bu gün bu olay artık kafama dank etti. Benim emekli olmam lazım, artık bunca gerilimi içime atacak gücüm kalmadı.