Hindistan garip bir ülke her şeyden evvel dünya nüfusunun 1/7’i orada yaşıyor. Bu ne anlama geliyor, tam olarak kavramak mümkün değil, ama çeşitliliğin, baharatların bir tabakta buluşması gibi bütünlük oluşturduğu bir ülke. Ne yazık ki farklılıklar kanırtılınca orada da bir çok ayrışma yaşanmış, Müslüman nüfus ayrıştırılıp Pakistan’ı oluşturmuş mesela.
Ancak hala neredeyse koskoca bir kıta olan ülkede bir çok farklı kültür bir arada yaşıyor. Örneğin 500’den fazla dil konuşuluyor, bunların 23 tanesi devlet tarafından resmi dil olarak tanınıyor. Bir çok dine mensup insanlar yaşıyor. Hinduizm, İslamiyet, Sikhizm, Janiizm, Buddizm, Zerdüşilik, Bahaizm, bunların her biri Hindistanda mevcut. Hatta yukarıda sayılan dinlerin İslamiyet ve muhtemelen Budizm dışındaki dinlerin dünyadaki en kalabalık nüfusu Hindistan’da yaşıyor.
Hinduizm adeta bin tanrılı bir din. Shiva, Brahma ve Vishnu her Hindunun tanıdığı tanrılar üçlemesi olmasına karşılık, bir çok da sekonder tanı var, ayrıca, her köyün, her evin hatta gerek görülürse her insanın da kendi tanrısı olabiliyor.
Bu karmaşa yetmezmiş gibi bir de bu tanrıların eşleri, çocukları ve her birinin hayatın değişik yönleri ile yüzleşirken büründükleri farklı farklı kişilikler mevcut.
Mesela Shiva’nın karısı Parvati, asli görevi Parvati’i tamamlamak, onun eşi, yumuşak, duygulu tarafı, çocuklarının annesi, yani hayatın dişi yönü. Ancak Shiva’nın pek çok yüzü var.
Bunlardan biri Shakti; Tamamen dişi bir kadın, seksi, doğurgan, sokulgan, kırılgan, yaratıcı. Shakti halinin resimleri de gayet hoş, makyajlı, gülümseyen güzel yüzlü, geniş kalçalı ve seksi bir kadın.
Bir diğer yüz Durga; Yenilmez ve yaklaşılmaz olarak düşünülüyor. Bir aslanın üzerinde bir çok kolları olan ve ellerinde silahlar, kalkanlar taşıyan ve genellikle de bir erkekle savaşırken resmediliyor, ancak hala oldukça güzel bir kadın, hala içten içe kırılgan ve kalkanları kaldırılabilir bir görüntüsü var.
Bir diğer yüzü ise Kali; Bu da ölüm enerjisi, zaman olarak düşünülüyor. Bu hali ise artık, mavi korkunç bir suratlı, boynunda, belinde daha önce öldürdüğü insanların kafaları ve çeşitli uzuvları asılı, bin bir yüzlü, bin bir kollu ve hala birilerini öldürmeye, ayakları altına almaya devam ederken resmediliyor.
Bu tanrıçaya doktor gözü ile ve bir kadın olarak bakınca onu anlıyorum. Öyle ya hormonları rahat durmuyor ki. Her ay 28 günlük döngüler halinde değişiyor da değişiyor.
Eh premenstrüel sendrom diye de bir şey var elbette. Hemen her kadın menstrüasyon öncesi yada ilk günü memelerde dolgunluk, sinirlilik, barsak hareketlerinde değişiklik, uykusuzluk, ağrı gibi belirtiler, az yada çok hisseder. Her beş kadından biri ise bu belirtileri çok daha belirgin bir şekilde yaşar, duygu durum değişiklikleri bipolar hastalıkla bile karışabilir.
En sık görülen 3 belirti huzursuzluk, gerginlik ve mutsuzluktur.
Bundan sonra sık görülen emosyonel belirtiler sebepsiz stres, anksiyete, uyku bozuklukları, baş ağrısı, emosyonel labilite, alınganlık, libido ve iştah değişiklikleridir. Bu belirtilere midede dolgunluk, barsak gazı, kabızlık, ishal, siklik akne, eklem ve kas ağrıları gibi fiziksel belirtiler de eşlik edebilir.
Bu belirtiler kadından kadına hatta siklustan siklusa değişiklik gösterebilir.
Tanıda kullanılacak özgün laboratuvar ya da fizik bulgu yoktur. Ancak 3 ana bulgudan en az birinin bulunması, bu belirtilerin sadece geç luteal fazda (adet öncesinde başlayıp, adet görünce bitmesi) görülüp, siklusun diğer günlerinde olmaması ile tanı koyulabilir.
Belirtiler kadının hayat kalitesini bozacak derecede olabilir.
Tedavi için çok denenmiş şekiller yoktur. Yaşam şekli değişiklikleri, serotonin inhibitörleri, ağrı kesiciler, aerobik egzersizler, ya da alternatif tedaviler kullanılabilir.
Shakti bile dişiliğin bu karanlık tarafından muaf değilse biz ölümlüler ne yapalım? Belki de en iyisi bir paket çikolata eşliğinde sıcak bir duş alıp, çorapları ayağına geçirip battaniyenin altına kıvrılmaktır. Ya da siz bilirsiniz.