Daily Archives: 2 Ocak 2016

ÖMRÜM 35’TE GEÇTİ

Fakültenin son yılında bayağı doktor gibi çalışırdık. Pediatri servisi olarak 35’te çalışmıştım. Daha sonra 3-4 ay çömezlik en az 2 ay da kıdemlilik yaptım bu serviste. Hatta yıllar sonra Atatürk Üniversitesinde çalışırken, eş zamanlı asistanlık yaptığım çocuk cerrahı Prof Dr  Bedii Salman ile konuşurken, ‘’ben seni hep 35’te hatırlıyorum’’ demişti. O kadar yani.

Asıl 35 maceram intörnlükteki o bir aydır. Konsültanımız Faik Sarıalioğlu ( sanırım ilk konsültanlığı idi) , kıdemlimiz rahmetli Uğru Dilmen, asistanlarımız da İlhan Tezcan ve Fatmanur Şeniz ( ilk yazımda ismi hatırlayamadım, Hacettepe ile ilgili anılar editörüm Ayşegül Tokatlı beni düzeltti) idi. Benim karşımdaki gecede de Kadriye Öncü nöbet tutuyordu. Ayrıca iki intörn daha vardı, ama tuhaf bir biçimde onları hatırlayamıyorum.

O ay birkaç şansızlık yaşadık. Örneğin asistanlarımızdan biri ameliyat olup rapor aldı. İlhan da hepatit B oldu, biluribini exchange transfüzyon sınırının üzerine çıktı, zaten kızıldır, iyice kan portakalı rengine döndü, elbette o da rapor aldı. Böylece servis bize kaldı. Birkaç günlüğüne diğer servislerden asistan verip, sonra onu geri çekip, bir diğer servisten asistan veriyorlardı. Çünkü biz henüz doktor değiliz, reçete yazma ve imza yetkimiz yok. Muhtemelen bütün bir ay boyunca bir servisten asistan alırlarsa o servisten çıngar çıkar diye başasistanlar böyle bir telafi yöntemi buldular. Fakat bu durumda da gelen asistanlar henüz servise hakim olamadan gidiyordu.

Uzun lafın kısası servis bize kaldı. Sonradan ben pediatri asistanı olunca Faik abi bana birkaç kez senin pediatriyi seçmende benim de rolüm olmuştur dedi.

O servisten birkaç yönü ile hiç unutmadığım bir hasta vardır. Çocuk sanırım 2.5 yaşında ‘’konjenital nefrotik sendromu’’ olan bir hasta idi. Zavallıcık,  hemen hemen doğduğu günden itibaren steroid aldığı için hiç büyüyememiş, kasları gelişmemiş, yanakları ve bütün vücudu yağ bağlamış, damarları iyice zayıfladığı için her yeri morarmış bir şekilde yatan bir bebekti. Bu çocuğun dedesi Şinasi hocanın sınıf arkadaşı olan bir ‘’nöropsikiyatrist’’ idi. Evet eskiden böyle bir branş varmış. Adamcağız tıbbı bırakmış, kendini dine vermiş, konuşurken yüzümüze bakmadan konuşan bir amcaydı. Hastaneye yakın bir yerlerde yaşıyordu galiba, çünkü günün herhangi bir saatinde serviste belirirdi. Fakat gece 23 30 olunca rutin bir şekilde Şinasi hocaya telefon eder ve değişmez bir replikle hocayı çağırırdı. Şimdi tam metni hatırlamıyorum ama, ‘’Şinasi çocuğun durumu acilleşti, acele gel’’ gibi bir şey söylerdi. Şinasi hocada hala hastanede olduğundan 5 dakika geçmez, servise giren koridorda belirirdi.

Allahtan o sıralar saat 24’te hala sokağa çıkma yasağı devam ediyordu da viziti kısa sürerdi.

Bu gariban hasta da her gün yeni bir problem çıkarırdı. Faik abi de ilk konsültanlık heyecanı mı yoksa bize mi güvenmiyordu bilmiyorum. O da gece demez, hafta sonu demez vizite gelirdi. Bir hafta sonu akşam geç saatlerde gene vizite gelmiş, abi bizim bebeğin durumu biraz bozuldu, nefes alıp vermesi tuhaflaştı sanki dedim. Faik abi hemen çocuğu muayene edip, akciğer filmi istedi. Sonra da oturup filmi bekledi, sanırım hem iki taraflı pnomotoraks hem de mediastinal hava vardı. Faik abi buna bir türlü inanamıyor, bir de bir radyolog filmi okusun istiyor. Sonunda Aytekin hoca ile konuştu, hastaneden bir araba çıkarttırıp, beni flimle birlikte Aytekin hocanın evine gönderdi. Hoca ne dedi tam hatırlamıyorum ama karşısında beni görünce çok mahcup oldu. Neden sizi gönderdiler diye çok üzüldü, beni kendisi hastaneye geri götürmek için ısrar etti.

O ay bir de meşhur Aşır’ımız vardı. Küçük adamımız servisin ağası idi, servis girişinde oturur, kendisi yerinden kalkmaz, ama bütün çocukları organize ederdi. Hastanede neredeyse bir yıl yattıktan sonra meğer adının Aşır olmadığını, sigortası olmadığı için çocuğu başka bir çocuğun adı ile yatırmış olduklarını öğrenmiştik. Küçücük çocuk bacak kadar boyu ile bütün o zamanlar boyunca bize hiçbir şey belli etmemiş, adı Aşır’mış gibi davranmıştı. Bu çocuğun da o zamanlar bir türlü tanısı koyulamamıştı. ( Yıllar sonra İlhan bana bu çocuğun tanısının ne olduğunu anladığını, yeni tanımlanmış bir immun sistem hastalığı olduğunu söylemişti).

Bu çocuğun tanısı belli olmadığı için Faik abi de Uğur abi de mutlaka tanı koymak istiyorlar. O ay çocuğun perikardında sıvı toplanması mı kalınlaşma mı ne olduğunu hatırlayamadığım bir şey gördüler, buradan tanının çıkacağını düşünerek büyük bir heyecan ile perikardiektomi (ameliyatla kalp zarı alındı) yaptırdılar çocuğa.  Bundan sonrası da komedi gibi, bütün ümitler perikard biyopsisinde ne çıkacağına bağlı idi, fakat ne olduysa perikard kayboldu. Uğur abi ile İlhan’ın ameliyathanede perikardın peşine düşüp bin bir zorlukla bulduklarını hatırlıyorum.  O günden sonra da İlhan yatağa düştü zaten.

DELİLER YURDU

Ankara’da okurken Kızılay Konur sokakta bulunan ‘’Yuvam Kız Öğrenci Yurdu’’ isimli özel bir kız yurdunda kaldım. Aslında apartmandan bozma, son derece sağlıksız ve kalabalık bir yerdi. Yani hiç de kalınacak bir yer değildi, ama 1980 öncesinin o terör ortamında Hacettepe yurdu oldukça maceralı ve tehlikeli olduğundan mecburen bu apolitik yurtta kalıyorduk.  O günlerin aşırı sert politik ortamında, hiç olmazsa akşamdan akşama kıyafetler, erkek arkadaşlar, ruh çağırmalar, anne özlemeler gibi kızsal konular konuşabiliyorduk.

Continue reading… →

TALAT BAHÇEBAŞI, 112 VE DİĞERLERİ

Sanırım 2013 yılının ilk aylarından birinde Murat Topbaş (KTÜ Halk Sağlığı Öğretim üyelerinden biri) odama gelip beni bir hafta sonra Ankara’da gerçekleşecek bir toplantıya  davet etti. Ben hem yarım kalmış halk sağlığı ihtisasım her zaman içimde uhde kaldığından, hem de Murat’ın o zamanki ana bilim dalı başkanı Gamze Çan en sevdiğim arkadaşlarımdan  biri olduğundan ne olduğunu anlayamadan kabul ettim. Meğer Sağlık bakanlığının bünyesinde gerçekleştirilen  ‘’Çok Paydaşlı Sağlık Sorumluluğunu Geliştirme Programı’’ isimli oldukça ciddi bir çalışma gurubuna dahil olmayı kabul etmişim.

Continue reading… →

ATMACA MEVSİMİ

Türkiye genel olarak Avrupa’dan gelip, İstanbul üzerinden Afrika’ya doğru göçen kuşların yolu üzerindedir. Ancak Rusya’dan başlayıp, Karadeniz’i aşıp, Rize, Artvin kıyılarından, Kars, Iğdır yolu boyunca aşağı inen bir kuş göçü daha var. Bu yolla göçen kuşlar içinde bıldırcınlar ve yırtıcı kuşlar da var.

Continue reading… →

TANJU HOCA

Göz hastalıkları öğretim üyelerinden Prof Dr Tanju Fırat, çok ilginç ve renkli bir kişilikti. Son derece şık giyinen, güzel konuşan, gösterişli ve biraz da efemine tavırlı bir hocamızdı. İnanılmaz bir renk uyumu içerisinde, son derece sık giyinirdi. İnanılmaz derecede güzel ve akılda kalıcı şekilde ders anlatırdı. İlk defa dönem üçte dersimize girdiğinde sınıfta fırtına gibi esmiş ve şaşkınlıktan ağzımı açık bırakarak dersi tamamlamıştı.

Continue reading… →

Show Buttons
Hide Buttons