Ankara’da okurken Kızılay Konur sokakta bulunan ‘’Yuvam Kız Öğrenci Yurdu’’ isimli özel bir kız yurdunda kaldım. Aslında apartmandan bozma, son derece sağlıksız ve kalabalık bir yerdi. Yani hiç de kalınacak bir yer değildi, ama 1980 öncesinin o terör ortamında Hacettepe yurdu oldukça maceralı ve tehlikeli olduğundan mecburen bu apolitik yurtta kalıyorduk. O günlerin aşırı sert politik ortamında, hiç olmazsa akşamdan akşama kıyafetler, erkek arkadaşlar, ruh çağırmalar, anne özlemeler gibi kızsal konular konuşabiliyorduk.
Bu yurtta muhtemelen hayatımda tanıdığım en ilginç kişilerle tanıştım. O nedenle ‘’deliler yurdu’’ gerçek isminden daha çok yakışıyor. Deliler yurdundaki hemen herkes o yurda özel olarak yaratılmış bir ‘’tatlı deli’’ idi demek hiç de abartmak olmaz. Sanki her birimiz akıl tahtalarımızı her akşam yurdun kapısında yeniden çatıp, yepyeni ve yurda özgü bir zihin yapısına giriyorduk. Sabah dışarı çıkarken de gündelik aklımızı takınıp o dönemin sokaklarına öyle çıkıyorduk, akşam sağ salim dönüp dönmeyeceğimizi bilmeden okula gidiyorduk.
Bunca delinin bulunduğu yurt ise bir kızlar topluluğu olarak kendine has farklı bir organizma oluşturuyordu. Yurt arkadaşlarımızla zaman içerisinde hiç farkında olmadan ‘’Yuvam yurdu terimler sözlüğü’’ bile geliştirmiştik, dışarıdan bizi dinleyen hangi konuda konuştuğumuzu bile anlamazdı.
Eminim ki hiç kimsenin gerçek hayatındaki davranış modeli yurttaki gibi değildi. Sadece ve sadece gençliğe özgü kaygısızlık ve uyum yeteneğimizle günü birlik yaşıyor, her şeye gülüp geçiyorduk. Şimdi geriye dönüp baktığımda yaşadığım anda son derece normal gelen gariplikleri anlıyorum, ama o zamanlar zaten hiçbir şey normal değildi ki. Şimdiki aklımla o karambolde nasıl okuyup doktor olduğuma şaşıyorum.
Neyse yurdum hikayelerine döneyim.
En başta müdiremiz garip bir kadındı, kafası sürekli dağınık olurdu, devamlı bir şeyleri sağa sola yerleştirmeye çalışır, otururken bile telaş içinde görünürdü. Her zaman bakımlı giysiler içinde olmasına rağmen bana sanki koşmuş da yetişmesi gereken bir yere yetişememiş, nefes nefese kalmış, ancak bunu sizin bilmenizi istemiyormuş gibi hissettirirdi. Bu ruh yapısına sahip olup da bir de bunca kızın sorumluluğunu üstlenmek hiç kolay olmasa gerek. Zavallı kadın kendi hayatını organize etme yeteneğinden yoksun iken bir de bunca kızın sorumluluğunu üstlenmiş, iyice tepe sersemi olmuştu. Hiç kimsenin ismini hatırlayamaz, her birimize ‘’şeycim, şeycim’’ diye seslenirdi.
Arkadaşım Olcay Aktan ve ben Ayşenur Ökten isimlerimizle aynı odada yıllarca kaldığımız için artık bizim isimlerimizi ezberlemişti(!). Bizi anons edeceği zaman Olcanur Ökten, Ayşecim Aktan diyordu mesela. Kadının adı nedir diye sorarsanız bilemeyeceğim, 6 yıl kaldığım yurdun müdiresini hep yüzüne karşı ‘’müdire hanım’’, arkasından ‘’şeycim’’ diye andığımızdan adını öğrenme zahmetine katlanmamışım. Daha sonra resimlerimize bakarak bize bayağı özen gösterdiğini, bizim için yılbaşı partileri filan düzenlemiş olduğunu ve meğer bayağı da genç olduğunu fark ettim.
Olcay’a hala Olcanur dediğim olur.
Ancak deliler yurdunun baş delisi müdiremiz değildi. Bizim ilk yıldan oda arkadaşımız olan otuzuna yakın yaşta ilginç bir arkadaşımız vardı. Bu kız için rahatça hayatımda tanıdığım en tuhaf insanlardan biridir diyebilirim.
Gazi Üniversitesinin Beşevler kampüsünde İngilizce bölümünde okuyordu, ama o yıl genel boykot olduğu ve öğrenciler okula gitmedikleri için bu garibim de hiçbir politik fikri olmadığı halde okula gidemiyordu.
Her sabah ranzadan bacaklarını uzatıp ağda zamanı gelmiş mi diye kıllarını kontrol ederek güne başlardı. Ama yaradılıştan hiç kılı olmayan bir kızdı, eğer mikroskobik bir şey görürse hemen ağda yapmaya otururdu. Hemen her hafta ”çekaplara çek at yapmak”dediği bir ağda meselesi olurdu. Her gün ‘’güzellik banyoları’’, ‘’süt banyoları’’ adı altında kırklanarak yıkanırdı. Daha sonra da pazenden bir şalvar giyerek bütün gün boyunca o şalvarla yurtta dolanırdı. Gece de aynı şalvarla yatardı.
Dışarıya çıkacağı zaman ister 20 metre ötemizdeki bakkaldan süt almaya, isterse ‘’ışıklarda gezmeye’’ çıksın, her zaman ‘’en ağır ve de en hafif makyajım’’ dediği ve gözü kapalı bile yapabildiği gözüne siyah kalem, dudaklarına kırmızı ruj sürmekten ibaret olan makyajını yapar, öyle sokağa çıkardı.
‘’Işıklarda gezmek’’ Olcay ile benim onun için yaratmış olduğumuz bir egzersiz şekli idi. Kızcağızın bir şekilde hayattan darbe almış, psikolojik desteğe muhtaç olduğunu düşündüğümüzden ona biraz olsun nefes aldırmak isterdik. Akşamları yurda döndüğümüzde haydi giyin çıkıyoruz diye önce dil döküp onu bizimle gezmeye razı ederdik. O da şalvarından arınıp, sokak giysilerini kuşanır, en ağır ve de en hafif makyajı ile silahlanarak bizimle çıkardı. Fakat o kadar hareketsiz bir bedeni vardı ki, Yurttan Kızılay’ın göbeğine kadarki 400 metre bile yürümek için ona fazla geliyordu.
Biz de her iki koluna girer, onun beden ağırlığını üstlenerek adeta onu aramızdaki çocuk gibi uçurarak yürütürdük. Kızılay’a inince de ortadaki iki ana yolun kesiştiği göbeğin çevresini döndürüp geri getirirdik. Bu göbeğin çevresindeki 4 yaya geçidindeki trafik ışıklarında arkadaşımızın bedenine adrenalin dolar, aniden canlanırdı. O kollarımızdaki çuval aniden bizi tutup karşı kaldırıma kadar çekiştire çekiştire koşturan buharlı bir lokomotif haline gelirdi. Muhtemelen, topu toplamı 1 kilometreden az süren bu akşam gezilerinden sadece o yaya geçitlerindeki heyecanını hatırlıyor olmalı ki bu akşam gezilerine ‘’ışıklarda gezinti’’ ismi verdi. Olcay da ben de sosyal sorumluluğu aşırı derece gelişmiş çocuklar olmalıyız ki ‘’ışıklardaki gezilerimizi’’ azimle aylarca devam ettirdik.
Onun da Müdire hanım gibi bir hafıza sorunu vardı, sapla samanı birbirine karıştırır, ağzından olmadık kelimeler çıkarırdı. Hiç olmayan tehlikelerle heyecan çekerdi. Eskiden uzaktan aşık olduğu adamı artık unutmaya karar verdiği için ‘’rahmetli’’ diye anar, sanırım rahmetli ile ilgili de platonik bir hasret çekerdi. Ancak adım kadar eminim ki rahmetli gelip bununla konuşmaya kalksa heyecandan bayılırdı.
O arkadaşımızı anlamak için sadece onu tanımak lazım, öyle akıl yürütmekle filan olmaz. Zaten akıl yürütmekle anlaşılamaz. Doğrusunu isterseniz ne yaparsanız yapın kızı anlamak mümkün değil.
Bir gün yurtta bulgur pilavı pişirmiştim. Bu benim hayatımda pişirdiğim ilk bulgur pilavı idi. Normalde yurtta elektrikli ocak kullanmaya izin olmadığı için bütün prizler kapalı idi, ama her odada tavandaki ampule duy takılır, buradan uzatılan ve yılan dediğimiz bir kablo ile ocak kullanırdık. İşte bu ocakta her gün çay yapardık ama zaman zaman ufak tefek yemek pişirmişliğimiz de var. Bu pilav da onlardan biri idi. Acemi şansı çok da lezzetli oldu. Arkadaşımızın bir mide sorunu olduğu için sürekli süt içer bu tip yiyeceklerden uzak durmaya çalışırdı. Ancak o gün bir yandan büyük bir iştahla pilavı kaşıklıyor, diğer yandan da ‘’benim midem bulguru sindiremiyor’’ diye dert yanıyordu. Artık bu lafı o kadar tekrar etti ki, bayağı bozuldum, öyle ya zahmet çekip yemek yapmışım, eline sağlık diyeceğine, hem çala kaşık yiyor, hem de aklı sıra beğenmiyor. Kıza ‘’.ok ye’’ diyemeyeceğime göre ‘’sen de sindirilmiş bulgur ye‘’dedim. Uzun süre ‘’sindirilmiş bulgur ‘’ esprisi yaptık. Sevmediklerimize ve hak edenlere tabii ki.
Bu kızın maceraları yazmakla anlatılmaz, ne tuhaf olduğunu anlatmak için bir örnek daha vereyim. Dişlerinden birinde bir pirinç tanesi büyüklüğünde bir ‘’seyyar dolgusu’’ vardı. Her yemekte önce dişine tuhaf bir ‘’ diş dolgusu çıkartma manevrası’’ yapar, dolguyu çıkarıp masanın üzerine koyar, sonra yemek yemeye başlardı. Yemek bitince de dolgu yerine takılırdı. Neymiş dişçiye gitmekten korkuyormuş.
O zamanlar bütün bunlar normaldi, şimdi olsa bu tiplerden kaçacak delik ararım.
Deliler yurdundaki maceralar devam edecek.
Ayşenur Hanım merhaba. Yuvam Kız Öğrenci yurdu ile ilgili anılarınızı zevkle okudum, çok güzel anlatmışsınız. Ben de o yurtta 1975-1977 yılları arasında kaldım, o her zaman derli toplu, saçları her gün yapılı, güler yüzlü müdire hanımın ismi Aysel Özdemir, benim de çok hoş, ilginç anılarım oldu orada, ilginç insanlar cabası… Geçen sene Konur Sokağa yolum düştü, ne yazık ki yıkılmış, otopark yapılmış, 2 yılımın geçtiği yurdu yerinde göremeyince üzüldüm doğrusu, sanki yurtla ilgili anılarım da uçup gitmişti. Sevgi ve selamlar, Deniz Özsöğüt Solmaz, Kadıköy, İstanbul
Merhaba,
Eğer yanılmıyorsam Muazzez teyzenin kızısın. Haber aldığıma çok sevindim. Annelerimiz İstanbula giderken karşılaştıkları ermişle ilgili bir yazı da yazacağım yakında. Sevgiler