Sanırım 2013 yılının ilk aylarından birinde Murat Topbaş (KTÜ Halk Sağlığı Öğretim üyelerinden biri) odama gelip beni bir hafta sonra Ankara’da gerçekleşecek bir toplantıya davet etti. Ben hem yarım kalmış halk sağlığı ihtisasım her zaman içimde uhde kaldığından, hem de Murat’ın o zamanki ana bilim dalı başkanı Gamze Çan en sevdiğim arkadaşlarımdan biri olduğundan ne olduğunu anlayamadan kabul ettim. Meğer Sağlık bakanlığının bünyesinde gerçekleştirilen ‘’Çok Paydaşlı Sağlık Sorumluluğunu Geliştirme Programı’’ isimli oldukça ciddi bir çalışma gurubuna dahil olmayı kabul etmişim.
Programın öncülüğünü şu andan Düzce Üniversitesinde öğretim üyesi olan Talat Bahçebaşı yapıyordu. Her an yüzünde kocaman bir gülümseme olan, benim ‘’güler yüzlü ciddiyet’’ dediğim tür sorumluluğa sahip bir insandı. Adamın beyin hücreleri birbirine sıradan insanlara göre çok farklı biçimlerde bağlantı yapıyordu.
Yıllar önce yolda bir trafik kazası ile karşılaşmış ve yaralıları sevk etmek için çok zorluk çekmişti. Bu gibi bir durumla karşılaşan sıradan bir insan ne yapar? Biraz sinirlenir, söylenir, sonra da normal hayatına döner. Talat bey ise düşünmüş, taşınmış ve bu kadar çok trafik kazasının olduğu bir ülkede hasta taşımasının çok önemli bir problem olduğunu saptamış, bununla da kalmamış, bir proje geliştirmiş, daha da önemlisi Sağlık Bakanlığını ikna etmiş, bütün prosedürleri yerine getirmiş ve projesini hayata geçirmişti. Evet 112 çağırma sistemi onun pratik dehasının altından çıkmıştı. Amerika’yı yeniden keşfetmemişti, diğer ülkelerde uygulanan sistemlerden örnekler almıştı. Ama bu hikaye onun toplumsal düşünce şeklini, problemleri saptama, çözümler önerme ve bu çözüm yolunu gerçekleştirmek için önüne çıkan engelleri aşmadaki azmini çok güzel özetliyor. Bu başarıyı çok olağan bir şeymiş gibi, büyük bir alçak gönüllülükle ve sadece şu andaki projenin gerçekleşmesi konusunda karamsar olmamamız gerektiğini anlamamız için örnek olarak anlatıyordu.
Şimdiki projesi şöyle bir düşünce sonucu ortaya çıkmıştı; Sağlık kavramı hastalanınca tedavi edilmekten ibaret değildir, tam bir sağlık hizmeti sunabilmek için Sağlık Bakanlığı ile daha pek çok sektörün de ortaklaşa çalışması gerekir. Örnek olarak bir hasta kendi şehrinden farklı bir şehirde hastaneye yatınca ailesinin yatacak yere ihtiyacını sağlık bakanlığı çözemez, ya da tekerlekli sandalye için sokak kaldırımlarının düzenlenmesini Sağlık Bakanlığı yapamaz, oysa sağlık ihtiyacı bütün bunları da kapsar. Elbette bir çok konuda kanunlar var, belediyeler, medya, Milli Eğitim Bakanlığı pek çok hizmet veriyor. Ancak bu paydaşların görev tanımının netleşmesi ve hizmetlerin denetimli, koordineli yapılması lazım.
Talat hoca ve ekibi hali hazırda bu projenin koruyucu hizmet ayağını proje bazında gerçekleştirmişler, ve Sağlık Bakanlığının okul kantinlerini düzenleme, obezite ile mücadele gibi pek çok projesine esin oluşturmuşlardı. Bütün projenin hayata geçeceğine dair umutları vardı. Projeyi Dünya Sağlık Teşkilatına da sunmuşlar ve benzersizliği ile oldukça destek ve övgü almışlardı. Bunun üzerine o zamanın Sağlık bakanı projenin tedavi hizmetleri ayağını da yapmalarını önermişti. İşte Murat beni bu aşamada projeye katmıştı. Biz Ankara’daki ilk toplantıda nasıl çalışacağımıza dair eğitildik, daha önce geliştirilmiş olan bilgisayar programını kullanmayı öğrendik. Sonra da kaç adet çalışma masası olmalı ve hangimiz hangi masanın moderatörü olmalı gibi pratik konular kararlaştırıldı. Geri döndüğümüzde çalışma masamıza hangi konularda çalışan uzmanları istediğimizi saptadık ve merkeze bildirdik. Ben sosyal pediatri masasının moderatörü olmuştum; sosyal pediatri uzmanı doktor, çocuk hakları ile çalışan hukukçu, milli eğitimden özel eğitimde uzman birileri, aile planlaması uzmanı, psikolog, fizik tedavi uzmanı vb gibi büyük bir ekip istedim.
Çalışma koşullarımız şöyle idi, genellikle ayda 1 hafta boyunca çalıştığımız yerden tamamen uzakta bir otelde kapanıyor, bütün gün boyunca çalışıyorduk. Bunun ne kadar isabetli olduğunu anlamak çok kolaydı, çünkü aynı şehirden görevlendirilmiş biri varsa, genellikle yarım gün gelip, ne kadar ağır çalışıldığını görüp, ben hastalarımın yanına gidiyorum diyerek uzaklaşıyor, bir daha geri dönmüyordu. Halbuki evinden uzakta olan nasıl olsa bu işe bulaştım, bari çalışayım diyerek günde en az 8 saat çalışıyordu. Bu sefer de şöyle bir dert ortaya çıkıyor, insanlar hazır mesela Urfa’da iken şöyle bir çevreyi gezmek istiyordu. Bunun çözümünü de gideceğimiz yerde bir gezi düzenlemek idi, böylece herkes nasıl olsa geziye gideceğim diye düşünerek aklı gezmekte kalmıyordu. Ankada’daki ilk toplantıdan sonra Antalya’ya, Bolu’ya, Kayseri’ye ve Urfa’ya gittik.
Bu şekilde çalışmak inanılmaz bir şey, tamamen farklı bir disiplinin uzmanı daha önce hiç farkında olmadığın bir şeye dikkatini çekiyor, ya da olmasını istediğin bir şeyin zaten var olduğunu ama yeterince işletilmediğini öğreniyorsun, böylece çok farklı bakış açılarından süzülmüş, geçekçi bir çözümü görebiliyorsun. Elbette bizim masada da sadece oturup, negatif görüş bildiren kişiler oldu, ama bunların çoğunu aşmayı başardık, genel olarak inanılmaz iyi bir sinerji ile çalıştık. Daha doğrusu ben eli kırbaçlı bir esir çalıştırıcı gibi bütün masanın canına okudum, son toplantıda artık masanın üzeri bize yetmediği için karnımın üzerinde yere yatmış bir şekilde çalışıyordum. Arkadaşlardan yoruldum, oturmaktan belim ağırdı, diyen olursa hemen herkesin ortasında bir kaç yoga hareketi yaptırıp tekrar masaya oturtuyordum. Yemeklerde hep birlikte oturup, makara yapıyorduk, kahve içip fal bakıyorduk, sıra gecelerinde göbek atıyorduk, hatta Kayseri’de Gezi olaylarının destek çadırını bile ziyarete gittik, kısaca çalışma saatleri dışında okuldan kaçmış lise öğrencileri gibiydik. Benim bu tür deliliklerime iş yerimde herkes alışıktır, beni tanıyan hiç kimse bunları yadırgamaz, ama birlikte çalıştığım insanlar işlerine etek ceketle, kravatla giden, protokolle çalışan kadın ya da erkeklerdi, onlar için bu durum daha da eğlenceli idi. Diğer masalar ise bize göre daha resmi idiler, sadece çalışmaya odaklanmışlardı. Ama sadece bizim ekip bu toplantılarda işi tam olarak bitirdi, diğer bütün masalarda moderatöre bitirecek çok iş kaldı. Halbuki ben o hafta sonu nihai raporumu gönderdim, güler yüzlü ciddiyetten kastım tam olarak bu.
Talat hoca ise etrafta dolaşıyor, ne zaman ben iptal olsam ufukta bir ışık gösteriyordu. Keyfini hiç bozmadan, gülümsemesini eksik etmeden seninle konuşuyordu ve sen farkında bile olmadan işe geri dönüyordun. Kısaca adam dünya tatlısı bir şeydi, bir birimizi ve birlikte çalışmayı o kadar çok sevmiştik ki, gelecek programlarına da katılmak için ona söz vermiştim. Fakat bu hiç gerçekleşemedi, çünkü o dünya yansa bir bağ otu yanmayacakmış gibi kaygısız görünen adam, dışarıdan hiç belli etmemekle birlikte içinde büyük bir baskı yaşatıyordu. Yukarıda bahsettiğim projenin bütçesini kabul ettirmek için görüşmelere gitmek üzere iken, daha 50 yaşında, hayat, sevgi ve enerji dolu bu adam kalp krizi geçirerek vefat etti.
Elbette proje de biraz aksadı. Meğer projenin başına bizim Murat geçmiş ve iki yıldan beri boş da durmamış. Tam bu hafta sonu Talat beyle ilgili yazı yazmayı planlarken, bakanlıktan bir mail aldım, 2015’in ilk ayında yani, önümüzdeki ay ‘’Çok Paydaşlı Sağlık Sorumluluğunu Geliştirme Programı’’ nın Ankara’da yapılacak lansman toplantısına davet edildim.
Artık ciddi ciddi emekli olmayı planlıyorum, en az 6 ay sadece dinlenmek istiyorum, yeni sorumluluklar almak istemiyorum. Ancak çok kısa da olsa tanıdığım ve saygı duyduğum bu insana verdiğim bir söz var; eğer benden bu proje ile ilgili yeni bir sorumluluk istenirse seve seve üstlenirim.
Aysenur Hocam, elinize sağlık. Sayfanızı izleyeceğim. Benim de içinde bulunduğum Çok Paydaşlı Sağlık Sorumluluğunu Geliştirme Programı’ndan söz etmeniz beni çok mutlu etti. Anılarımı canlandırdı.
Küçük bir düzeltme yapabilir miyim izninizle? Sanırım dikkatten kaçmış. Rahmetli Talat Hocamızın soyadı Bahçebaşı olacak.
Selam ve sevgilerimle.
Dr. Derya ÇAMUR
Düzetmeyi yaptım teşekkürler