Göz hastalıkları öğretim üyelerinden Prof Dr Tanju Fırat, çok ilginç ve renkli bir kişilikti. Son derece şık giyinen, güzel konuşan, gösterişli ve biraz da efemine tavırlı bir hocamızdı. İnanılmaz bir renk uyumu içerisinde, son derece sık giyinirdi. İnanılmaz derecede güzel ve akılda kalıcı şekilde ders anlatırdı. İlk defa dönem üçte dersimize girdiğinde sınıfta fırtına gibi esmiş ve şaşkınlıktan ağzımı açık bırakarak dersi tamamlamıştı.
O zamanlar ders anlatırken slayt makineleri kullanılırdı, ama ilk kez Tanju hocanın dersinde iki ayrı perde kurulup, iki ayrı slayt makinesi kullanıldığını görmüştüm. Dersi anlatırken o kadar canlı ve teatral bir tarzı vardı, o kadar düzgün cümleler kurarak o kadar rafine bilgiler veriyordu ki, tartışmasız o güne kadar dinlediğimiz dersler arasında pozitif anlamda fark yaratıyordu. Fakat hocamızın kız öğrencilerden pek de hoşlanmadığını biliyordum, gene de her zamanki inek öğrenci tavrımla amfide en ön sırada oturuyordum.
Amfide ortada yuvarlak şekilli bir kürsü vardı, sıralar da ortadan giderek açılan şekilde yuvarlak bir düzende dizili idi. Hoca bir gün oksipital körlük anlatıyordu. Burada lezyon beyinde olduğundan hastanın gözlerinde doktorun gözlemleyebileceği bir şey olmuyor, hiç unutmam, hoca bu durumu ‘’oksipital körlükte hasta da bir şey görmez, doktor da bir şey görmez’’ diyerek bize açıkladı. Fakat bu durumda hastanın körlük numarası yapan bir histeri hastası olma ihtimali de vardı.
Hiç sabit durarak ders anlatmadığı için yavaşça kürsüden inip yanıma yaklaşmasını pek de yadırgamamıştım, ama tam benim önüme geldiğinde aniden elini yüzüme doğru sallayarak, beni korkuttu. Ben de yüksek sesle ‘’ödüm koptu’’ dedim. Hoca ‘’Bakın arkadaşlar arkadaşınız ne de güzel anlattı, ödüm koptu dedi, işte ayırıcı tanıyı böyle yapmak mümkün’’ dedi. Ben de şımarık şımarık ‘’yani şimdi benim oksipital kör olmayıp, histerik olduğum mu anlaşıldı’’ dedim. Hoca da cilveli cilveli elini yüzünün önünde sallayıp ‘’ay sen ne şeker şeysin öyle’’ demişti. Bu sahne hep gözünüm önündedir.
Hocamız kızların doktor olamayacağını savunur, bu konuda önümüze bir sürü argüman sürerdi, sözlü sınavlarda da kız öğrencilerin canına okurdu. Her birimiz onun sınavına girmemek için dua ederdik, ancak o sıralar Göz bölümünde Sevgül Hoca, Behiç hoca ve Tanju hoca var. Yani bir kız öğrenci olarak göz sınavından hasar almadan çıkmak pek mümkün değil.
Ben sınava Sevgül hocadan girmiştim, kadın resmen benim koltuğun ucuna ilişme şeklimden gıcık kapıp, oradan başladı. Sonra immun sapresif dememe taktı, giderek ben sorulara doğru cevaplar verdikçe ciyak ciyak ‘’sen bunları nereden biliyorsun’’ diye bağırıyor. Allahtan yanında Murat abi vardı, hocam ne istiyorsunuz çocuk her şeyi biliyor işte diye beni savundu. O olmasa kesin kalıyordum, zaten her şeyi bildiğim halde bana en düşük geçer puan olan C verdi.
Sınav boyunca bana işkence yaptı, bir kez ağzımdan filan kelimesi kaçırdım diye ‘’sen bana nasıl filan dersin, burası senin kavga ettiğin sokak arası değil, sen sınavda hoca karşısındasın, mahalle arasında komşularınla kavga etmiyorsun’’ diyor. Ben ömrümde sokak kavgası yapmadım ki. Suratım düşünce de ‘’sen şimdi ağlarsın da, istersen seni dışarı çıkarayım, bütün arkadaşların ağladığını görsünler’’ diye eziyet ediyor. O sıkıntılar arasında sorduğu bütün sorulara cevap veriyorum, bu kez İngilizce terimleri neden Amerikan aksanı ile söylediğime takıyor. Artık ne yapacağımı şaşırdım, ama dik duruyorum. Karşıma geçmiş beni ağlatmak için ‘’sen galiba çok heyecanlandın, bak heyecan bir öğrenciyi A’dan B’ye, B’den C’ye, C’den F’ye düşürür, ona göre’’ diye kışkırtıyor. Kendimi büyük bir sabırla zapt ettim, karşısında ağlamadım, sorduğu bütün sorulara cevap vermeye devam ettim. Hiç unutmadığım bir soru da hipopiyonlu iridosiklit sorusu idi. Bu soruya cevap verirken çiftçilerde görülür dediğim zaman bunu bilmeme çok ama çok sinirlenmişti, gözleri dönerek, sesi histerik tınılarla avaz avaz, bunu da nereden biliyorsun diye bağırmıştı. Sadece okudum dedim. Sonuç olarak bütün soruları bildiğim halde bana en düşük geçer notu verip, kovalayarak dışarı atmıştı.
Ben de aradaki koltuklara çöküp ağlamaya başladım. Tam o sırada Tanju hoca önde o zamanlar sanırım doçent olan Füsun Sayek arkasında dışarı çıkmak üzere önümden geçtiler. O kış her yer çok soğuk olduğundan Tanju hoca lacivert kocaman yünlü kumaştan muhteşem bir palto giyiyordu. Sanırım dışarıya çıkacaktı, çünkü başında el örgüsü kırçıllı mavi bir bere ve boynunda bereye uygun bir kaşkol da vardı. Her zamanki gibi göz kamaştırıyordu.
Önümden önde hoca arkada Füsun abla bir yandan koşar adım gidiyorlar, bir yandan da sanırım Füsun ablaya bazı talimatlar veriyordu. O sırada birden beni gördü, ‘’sana ne oldu böyle’’ dedi. O sırada baktım Sevgül?? hocanın odasının kapısı açık, o da duysun diye bağırarak ‘’hocam siz haklısınız, kadınlardan doktor olmazmış’’ dedim. O tabii kendimi kastettiğimi düşündü. Olmaz öyle şey diyerek bana bir hikaye anlattı.
Bernard Shaw 70 yaşında iken bir gazeteci gelip onunla röportaj yapmış ve nasıl bu kadar verimli ve muhteşem bir yazar olduğunu sormuş. Bernard Shaw ‘’ben aslında 50 yaşımda aslında hiç de yetenekli bir yazar olmadığımı anlamıştım’’ diye cevap vermeye başlayınca, gazeteci çok şaşırmış ‘’ama buna rağmen yazmaya devam ettiniz, madem yeteneksiz olduğunuzu düşünüyordunuz, neden yazmayı bırakmadınız’’ diye sormuş. Bernard Shaw ‘’benim için artık çok geç olmuştu, artık çok meşhurdum’’ demiş.
Bana bu hikayeyi anlattıktan sonra parmağını gözümün önünde salladı ve ‘’senin içinde artık çok geç, senden artık doktordan başka bir şey olmaz’’ dedi. Ve yürüyüp gitti.
O yıllarda Ankara opera binasında her Cuma akşamı Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasının konseri olurdu. Aynı konser cumartesi sabahları da tekrar ederdi. Hemen her cumartesi sabahı konsere giderdim (Olur da elimde para kalmaz düşüncesiyle sene başında Ankara’ya gider gitmez toplu alırdım). Ankara’da geçen yıllarımdan en çok özlediğim şeylerden bir bu konserlerdir.
Tanju hoca ile sık sık cumartesi sabahı konserde karşılaşırdık. Bir seferinde kahverengi süet loafer ayakkabı, kahverengi lastikotin pantolon ve bej renkli üzerinde gerçek boyutlarda kahverengi gözlük desenleri olan kenarları yırtmaçlı bir tunik giymişti. Hala aklımda ilk günkü canlılığıyla kalacak kadar ilginç bir giysi idi. O gün benimle lobide konuşup, elini omuzuma koymuştu. Sanırım klasik müzik dinleyen bir öğrenci görmek hoşuna gidiyordu, beni sırf sanatla ilgilendiğim için seviyordu galiba. O lobide beni her gördüğünde selamıma cevap verirdi.
Biz mezun olduktan sonra galiba bir yıl sonra evinin içinde bir cinayete kurban gitti. Duyduklarım doğru ise şimdi göz bölümü başkanı olan Prof Dr Murat İrkeç o sıralarda baş asistandı, teşhis için hocanın evine onu götürmüşler, çocukcağız hocasını öyle görünce düşüp bayılmış.
Her neyse ondan birkaç ay önce hocalarımızdan biri ölmüş, cenaze töreni de Tanju hocaya çok sönük gelmiş, hoşuna gitmemiş, cenaze düzenlemek için hocalar arasında bir fon oluşturmuş, gene yanılmıyorsam o fondan uygun bir tören yapılan ilk hoca ne yazık ki kendisi olmuştu.
Unutamadığım bir sözü de ‘’Vitreus (göz içi jeli), eskinin Afrodit’i, Venüs’ü, muhteşem bakiresi idi. Asla ameliyatlarda vitreüse dokunulmazdı. Şimdi ise genelev orospusu oldu, gelen neşter atıyor, giden neşter atıyor’’ demesi idi.
Sınıfımızın muhtarı, hiç bir şeyi unutmayanı Ayşegül Tokatlı bu yazı için iki düzeltme gönderdi. Birincisi Füsun Sayek o sıralarda asistan imiş, ikinci ihtisasını yapıyormuş, ikincisi de hocayı teşhis için evine giden bizim sınıftan Cenap Güler olabilirmiş. genellikle AYşegül ne derse doğru çıkar, onun için eklemek ihtiyacı hissettim.
Bir sunumda kullanmak üzere Tanju Fırat hakkında resim ve bilgi ararken Google’da ilk sırada karşıma blog yazınız çıktı. Yazınız beni çok duygulandırdı. Bu kadar renkli ve yetenekli bir kişiliğin trajik ölüm haberinden başka hakkında hiçbir bilginin bir yerde kayıtlı olmadığını görerek üzüldüm. Anılmasına vesile olduğunuz ve güzel anlatımınız için takdirlerimi belirtmek istedim.
Tülay Kansu (Hacettepe70)
Evet Hocam beni de çok etkileyen bir olaydır. Allah Gani gani rahmet eylesin
Muhterem Hanimefendi. Anlatiginiz şahıs homoseksueldi deniz kuvvetlerinde ünü vardı.Olumu hazin oldu katilini o zamandan bulmuştuk bu zat çok kuvvetli biri idi.28 Şubat hareketinin lideri idi zaten HİV den. öldü saygilar.
Bu konuyu da bilemiyorum
Ben bu zatı iyi tanirdim katili bulunmadı biliyorum.Tanju Hoca cin sel tercihi farklı biri idi.Bu özelliğin belirtilmesi lazım.Su testisi su yolunda kırıldı.
Merhabalar beyafendi, kişilerin bu denli özel hayatları bizzat şehit olmadıkça benim neyime? Ben hocamın öğretmenlik kapasitesine şahit oldum. onu yazdım.
Doktor hanım siz bilmezsiniz, bizim zamanımızda (1964)tanju hocamız her hafta sonu müzik setini getirir kırmızı anfide bize klasik müziği tanıtır dı. O müziğin önce öyküsünü anlatır bestecisini anlatır öyle bir güzel anlatırdı ki hikaye dinleyen çocuklar gibi dalar giderdik. Bizim sınıfla çok barışıkdı, evinde parti verir, içkili müzik dolu güzel günlerimiz olmuşdur. Tabii bunda kız arkadaşı ( eşim ) Süheyla ‘nın etkisi çok idi. Beraber sinemaya gitmiş , sonra filmin yorumunu “mayerling faciası” öyle güzel yapmıştı ki eşimim gözleri dolmuştu. Yazı , nutuk , hitabet denince , tez redaksiyonu denince onun adı gelirdi. İlk kornea transplantasyonunu bizim staj dönemimizde yapmıştı, acı ölümü bilim dünyamız ve hacettepe için büyük kayıp, onu saygıyla anıyoruz
EVET, hocalarımız açısından çok şanslı idik. Allah rahmet eylesin
Anı yazarlığı ne kadar önemli. Tanju Hoca göz hastalıkları alanında efsanedir ama hakkında çok az bilgi var. Bernard Shaw hikayesi müthişmiş. Teşekkürler
Gerçekten öyle, en çok hayranlık duyduğum ve ders anlatırken çok esinlendiğim hocalarımın başındadır.