Öğrencilik ve ihtisas hayatımız boyunca Ayşegül Tokatlı ile karıştırılmamız artık alışık olduğumuz bir şeydi, (hala bizi çoğu kişi karıştırıyor). Eğer bir servise önce ben gittiysem, Ayşegül o serviste çalışırken herkes ona Ayşenur diye seslenir, tersi olursa bana Ayşegül denirdi.
Tuhaf bir şekilde ayakkabı zevklerimiz de çok benzer, birbirimizden habersizce gidip farklı dükkanlardan aynı ayakkabıyı alırdık. En a 5-6 çift ayakkabımız aynı yada çok az farklı idi. Ben de ‘’beterin beteri var Ayşegül, iyi ki aynı çocuğa aşık olmuyoruz, öyle ya zevklerimiz benziyor’’ diye dalgamı geçerdim.
Gene garip bir tesadüf olarak ikimiz de kendi sınıf arkadaşlarımızdan bir yıl geç ihtisasa başladık, burada da yine bir bütünün iki yarısı imiş gibi muamale gördük. Örneğin bizi hiç bir zaman aynı gece nöbete koymadılar, aynı serviste çalıştırmadılar. Bütün çömez asistanların ortak kullandığı, gece idrar tahlili, kan yayması, yayma boyası yapabildiğimiz, bir santrifüj, bir de mikroskop bulunan, küçük bir laboratuvarımız vardı. Bu laboratuvarın sorumluluğu ve anahtarlarını da ikimize vermiştiler, bir gece ben, diğer gece Ayşegül ihtiyacı olan asistanlara anahtar verir ve laboratuvarın temiz olduğundan, malzemelerin tamam olduğundan emin olurduk.
Aslında ikimizin çok ama çok farklı bir yönü vardır; Ayşegül bir fotokopi hafızasına sahiptir ve hemen hemen hiç bir şeyi unutmaz, örneğin yıllar önce gittiği filmi bütün sahneleri, oyuncuların ve yönetmenin isimleri ile hatırlar. Hatta o oyuncuların, yönetmenin diğer flimlerini de takır takır sayar. Ben ise dün yediğim yemeği hatırlamam, öyle bir filme gitmediğimi bile iddia edebilirim, benim için iyi olan taraf da günün birinde bunarsam bunu ben dahil hiç kimsenin anlamayacak oluşudur. Ne ilginçtir ki anılarını yazmaya heveslenen ben oldum, Ayşegül de Hacettepe kısmının gönüllü editörü oldu. Şimdiden bir kaç yanlışımı düzeltti.
Gün aşırı nöbet yılının sonunda, sanırım kasım başı gibi oldukça geç bir zamandı, ikimizin izin günleri eş zamanlı denk geldi. Biz de birlikte Side’ye gitmeye karar verdik. Tabii Ayşegül her zaman sahip olduğu analitik beyin yapısı ile güzel bir otel buldu, ben de ona uydum. Sonuç olarak günaşırı nöbetten çıktık, bir otobüse atlayıp, Side’ye gittik ve güzel bir kumsaldaki, güzel bir otelin, iki yataklı bungalovuna yerleştik.
Sözüm ona denize gireceğiz, ama bu gün yol yorgunuyuz biraz dinlenelim deyip, o gün 16 saat uyuduk. Ertesi gün 4-5 saat ancak uyuyabildik, daha sonraki gün 14 saat uyuduk, daha sonraki gün 5-6 saat derken ancak on günün sonunda her gece 10 saat civarında uyumaya başlamıştık.
Meğer bir yıldan uzun süre günaşırı nöbet tutunca günlük uyku ritmimiz bozulmuş ve bedenlerimiz kendini 48 saatlik döngülere göre ayarlamış.
Ayşegül şimdi Hacettepe metabolizma bülümünde, benim de endokrin yandalım var. Bizim yandal Endokrin ve Metabolizma diye isimlendirilmiş olduğu için metabolizma bölümü olmayan yerlerde metabolik hastalıkların en azından acil sorunlarını bizim çözmemiz beklenir. Dolayısı ile metabolik hastalıklar için kullanılan ilaçların firmaları Trabzon’a gelince beni de ziyaret edip, ilaçlarını tanıtırlar. Yıllar önce bir firmadan yeni bir eleman Ankara’dan gelmiş beni ziyaret ediyor. Benim Hacettepe mezunu olduğumu öğreninde Ayşegül’ü tanıyıp tanımadığımı sordu. Elbette tanıyorum, biz çocukluk arkadaşı sayılırız, yakın arkadaşız deyince çocukcağız çok şaşırdı. Çocuk böyle abartılı bir tepki verince, ben de neden bu kadar hayretler içinde kaldığını sormak zorunda hissettim. Çocuk karşımda ezildi büzüldü, ne diyeceğini şaşırdı. Yani ben sizin arkadaş olabileceğinizi düşünemedim, nasıl olur filan demeye başladı. Ben de ne demek nasıl arkadaş olursunuz? biz aynı sınıfta okuduk, aynı dönemde ihtisas yaptık, asıl nasıl arkadaş olmayız ki dedim. Çocuk karşımda hala eziliyor sonunda söyleyeceği kelimeleri bulunca rahat etti ve ‘’İKİNİZ DE DOMİNANTSINIZ’’ dedi. Çok güldüm, öyle ya ‘’İKİNİZ DE DELİSİNİZ’’ diyecek hali yok.
Halbuki biz Ayşegül’le onca yıl birlikte okuduk, çalıştık, tatillere çıktık, en küçük bir sürtüşme yaşamadık, bir birimizi bir kez olsun sıkıntıya sokmadık. Demek dışardan farklı görünüyor.
Bu yazıyı bekliyordum. Neyse çok geçikmeden geldi.
Aslında o tatilin ertesi yılı da bir Side maceramız var. Sen, ben ve Fatoş.
Fatoş yola çıkarken sen ya da benim mutlaka kapris yapıp sorun çıkaracağımız kanısında olduğunu, ama tatil boyunca tek kapris yapanın kendi olduğunu hala söyler.
Pansiyonda öğretmen olduğu konusunda hem fikir olduğumuz, hatta edebiyat öğretmeni olduğu kanısına vardığımız bir hanım vardı. Ben küçük şiirleri de vardır diye fikir yürütmüştüm. Ama büyü bozulmasın diye hanıma soramadık ne iş yaparsınız diye. Hatırladın mı?
Evet hatırladım. Bunu da yazmak isterim, ama asıl israili yazacağım