Deliler yurdunda kalmaya başladığım ilk sene olmalı, bir gün yurtta içkili bir eğlence yapmaya karar verdik. Yanlış hatırlamıyorsam içki olarak birkaç şişe şarap ve yurtta kolayca hazırlayıp yiyebileceğimiz turşu, hazır meze, peynir gibi çeşitli yiyecekler aldık.
Aynı katta kalan birkaç arkadaşımızı da davet ettik. Biri kaset çalar, diğeri sevdiği müziklerin kasetlerini getirdi. Başka birileri bardak, tabak, çatal özellikle de tirbişon gibi lojistik desteği verdi. Masamızı kuş sütü eksik bir şekilde donattık. Hasılı kelam (uzun lafın kısası) özenle odamızı bir parti alanına çevirdik.
Hafızam beni yanıltmıyorsa ben, Gülsen, Olcay, Bahar, Perican, Nükhet var. Bir de bana ‘’ bu kıza bakıyorum, bakıyorum, güzel mi yoksa çirkin mi olduğuna bir türlü karar veremiyorum’’ diyen mavi gözlü Füsun var.
Biraz da kızlardan söz edeyim.
Ben, 17 yaşıma daha yeni girmiş, annesini kaybedeli bir yıl kadar olmuş, ilk kez evden uzaklaşmış, büyük şehre gelmiş, oldukça esprili ve neşeli görünmeme karşılık, yüreği çok derin yaralı bir çocuğum.
Gülsen, bu dünyaya ait gibi durmayan, aklı da, zihni de, yaşamı da dağınık bir kız.
Olcay, o zamanlar pek de çözemediğim ve ürkütücü derecede sessiz bulduğum, ama bir şekilde yanında çok iyi hissettiğim ve kafaca çok anlaştığım can dostum.
Bahar, yaşına göre oldukça olgun ve problemleri varsa da çok belli etmeyen, ama bütün yurtta en aklı başında görünen kız. Benim üzerimde olumlu ya da olumsuz bir etkisi kalmamış.
Perican, Kıbrıs’lı, üzerinden hala ergenlik dönemindeki sakarlığı atamamış, belirgin aksanla konuşan, genç irisi bir kız. Kıbrıs harekatı henüz yapılmıştı. Perican aslen Limasol’lu olduğu için, çocukluğunun geçtiği yerler ve aile mülklerinden kopmuş, üstüne bir de tamamen farklı bir yere gelmişti, hepimizden daha çok gurbet hissi vardı.
Nükhet, aramızdaki militan ruhlu kız. Politik görüşleri ve hararetli bir konuşma şekli var, bütün bu keskin hallerine karşılık içten içe bir an önce eski erkek arkadaşının duygusal yükünden kurtulup, ciddi bir ilişkiye başlama isteği ile dolu.
Fusün ise bizden birkaç yaş büyük, Gaziantep’li bir kızdı. Nişanlı idi. Ama bana sorarsanız ruhen evli, çocuklu, altın bilezikli, villada yaşayan, kadın günleri düzenleyen, zengin kocasının tuttuğu hizmetlileri çekip çeviren bir hatundu. Yani yurdumuza pek de uyum sağlayamayacak kadar akıl tahtaları düzgün çatılmış bir kızdı.
O gece bizimle başka birileri daha varsa da şu anda hatırlayamıyorum.
Ancak hatırladığım, büyük bir keyifle başladığımız gecemiz büyük bir hüsranla bitti. Sözüm ona eğlenecektik. Daha birkaç yudum içip, damardan şarkıları dinlemeye başladığımız, bir saat oldu olmadı. Nükhet ‘’külahlı pide’’ kod adlı ‘’rahmetli’’si için ağlamaya başladı. Gülsen hiç yalnız bırakır mı, o da ona eşlik etti. Bahar’ın artık nedense bilemiyorum, gözleri doldu. Perican hemen ‘’artık Limasol’u bir daha göremeyeceğim’’ diye ağıt yakıp, böğürmeye başladı. Ben de fırsat bu fırsat diyerek ‘annem de annem’’ diye kanlı göz yaşları dökmeye başladım. Odada ağlamayan sadece Olcay ile Füsun kaldı. Biz ise birbirimizden aldığımız destekle ağlamanın dozunu giderek artırıyoruz. Dışarıdan dinleyen kesin biri öldü diye düşünür, öyle kendimizden geçmiş, dövünerek, katılarak, ağıtlar yakarak ağlıyoruz.
Kattaki diğer kızlar ne oluyor diye odamıza doldu. Baktım artık işin keyfi kaçtı. Bari masayı toplayayım diye düşündüm. Ya da o anın heyecanı ile hiçbir şey düşünemedim. Masanın üzerinde duran turşuları bitmiş, içinde sadece turşu suyu kalmış kavanozu açık duran pencereden dışarı savurdum.
Aşağıdan Bergüzar teyzenin ( yurdun temizlik görevlisi) ‘’orospular başımı yardınız’’ diye korkunç bir çığlık sesi geldi. Pencerenin altı binanın aydınlığı olan küçücük bir toprak parçası idi. O ana kadar orada hiç kimsenin bulunduğunu görmemiştim. Bu elbette bakmadan aşağı bir şey atmamı mazur göstermez, bu sorumsuzluğum, sadece o gotik gecenin etkisi.
Ancak Bergüzar teyzenin ( yurdun temizlik çalışanı) sesi beni tamamen ayılttı. Ölümcül bir his, karnımdan boğazıma doğru yükseldi. Oturduğum yerden kalkıp da pencereden bakamadım bile, ama kızlar baktılar. Meğer kadına bir şey olmamış, kavanoz kafasına çok yakın geçtiği için korkudan öyle bağırmış. Kadıncağız bu olaydan benim sorumlu olduğumu asla anlamadı. Bu olayı ‘’tabii herkes sizin gibi aile kızı değil ki’’ diye de eklemeyi ihmal etmeden, ‘’orospular, kafama şişe, şişenin içinde bişe attılar’’ diye anlatıp durdu. Kadıncağızın başı gerçekten yarılsaydı ne yapardım bilemem, ama yarılmadan da gecemizi ve ağıtlarımızı sona erdirmeye yetti.
‘’Şişe, şişenin içinde bişe’’ lafını da dilimize dolamıştık, şimdi yazarken bile yüksek sesle güldüm.
Ertesi sabah Müdire hanım ‘’dün gece yurtta olan elim olaya sebep olanları bulup cezalandıracağım’’ diye bir anonsla yurdu çın çın öttürdü. Belli ki kadının canı çok yanmış, ve sinirlenmiş, bir türlü susmayıp tekrar tekrar aynı anonsu yapıyor. Eyvah boku yedik diye düşünürken bu anonsun bizimle hiç ilgisi olmadığını öğrendik.
O gece kanlı dolunay mı vardı nedir bilinmez, meğerse yurttaki bütün kızlar bela peşindeymiş. Bizim yurt bir katında iki daire olan normal apartman bozması bir bina idi. Bizim dairenin simetriği olan dairede çok bilindik bir siyasetçinin kardeşi oturuyordu. O ailenin bir de Murat isimli bir oğlu vardı. Bizim kızlardan biri tam da bu çocuğun görebileceği şekilde, perdesi ve ışıkları açık, vücut bakımı (!) yapmaya kalkmış. Galiba ailenin kadın bireyleri ile kız arasında camdan cama bir ağız dalaşı olmuş, aile de sabah yurt idaresine şikayet etmiş.
Bu olay ne kadar doğrudur bilemem, ama gerçeklik payı olmalı ki normalde çok yumuşak bir kadın olan müdire o gün hiddetten köpürüyordu. Sanırım bu kız yurttan uzaklaştırıldı. Bizim kavanoz olayı arada kaynadı gitti. Hatta fizik kanunlarına göre imkansız olmasına rağmen zamanla kavanozu da o kızın attığına hükmedildi.