Yıllar önce Yeşeren isminde bir öğrencim vardı. Farklı ismi, güzelliği ve hanımefendiliği ile dikkat çeken bir çocuktu. Son senesinde pediatri servisi intörnlüğünü süt çocuğunda yaptı. O ay ben de servis konsültanı idim, servis elemanlarım ve intörnlerim gayet güzel çalıştıkları için oldukça memnundum.
Bir gün bana Yeni doğan servisinde yatan bir hasta danışıldı. Benim asıl konum olmadığı halde metabolik ya da genetik hastalık düşünülen hastalar da bana danışılırdı. Özellikle Yeni doğan servisi aşağı yukarı her hafta birkaç hasta danışırdı. Çünkü hem genetik hem de metabolik hastalıklar uzmanı olmadığından bu konuları öğrencilere ben anlatırdım. Zaman içinde hastalar da bana danışıldı, gayri resmi metabolizmacı ve genetikçi oldum sayılır.
O gün beni çağırdıkları hastada belirgin pastırma çemeni kokusu aldığımdan çocukta MSUD (Bir çeşit doğuştan metabolizma bozukluğu) olduğunu düşünerek yapılması gereken tahlilleri ve tedaviyi önererek kendi servisime döndüm. Süt çocuğu servisine dönünce intörn ve asistanlarıma gidip bebeği görmelerini ve koklamalarını söyledim. Onlar gittikten sonra da hemşire hanımlarla çay içmek için serviste oturmaya devam ettim.
Biraz sonra Yeşeren büyük bir heyecan içerisinde servise döndü ve hayretler içerisinde bana ‘’Hocam bebek GERÇEKTEN pastırma kokuyor. Ben de siz ders anlatırken bu bilginin doğru olduğuna hiç ihtimal vermemiştim’’ diye itiraf etti. Gerçekten çok etkilenmiş görünüyordu.
O ay servise çok ağır bir suçiçeği hastası yatıyordu. O kadar ağır bir durumda idi ki daha sonra bu hastayı olgu sunumu olarak yazdık ve uluslararası bir dergide yayınlandı. Çocukta normal suçiçeği döküntülerinin yanı sıra belinde 15×20 cm lik bir deri bölgesi gangren oldu ve ancak deri grefti ile düzeltilebildi, ayrıca çoklu organ yetersizliği gelişti. Solunum sıkıntısı çektiği için solunum cihazında, bilinci kapalı bir şekilde haftalar geçirdi. Böbrek ve karaciğer yetmezliğine girdi. Düşünün sırtında devasa bir yarası olan ve her gün pansuman yapılması gereken, solunum cihazında olduğu için düz yatan bir hasta, bu da yetmezmiş gibi periton dializi olduğu için karnında kanül var, sürekli karın boşluğuna sıvı verip alıyoruz. Yani bakımı olağan üstü zor olan bir hasta, ancak çocuktan vaz geçmeyi hiç düşünmüyoruz, aile de asla vaz geçmiyor, halalar nöbetleşe kalıp bebeğin altını alıyorlar, intörnlerimiz sürekli soluk borusunu temziliyorlar, büyük bir törenle sırt pansumanı yapılıyor.
Baktım ki çocuk düz bir çizgide kaldı ne iyiye ne de kötüye gidiyor, eğer en ufak bir enfeksiyon olsa, solunum tüpü yada kanülü tıkansa kesin ölür, ama her şey iyi giderse umudum o ki yaşar. İntörnlere eğer bu çocuk yaşarsa sizi yemeğe götüreceğim diye söz verdim. Çocuk başarsın diye sürekli ona Başaran diye hitap ediyorduk.
Çocuk 2-3 hafta içinde inanılmaz bir şekilde düzeldi ve hiçbir sakatlığı kalmadan ayağa kalktı. Çocuğun ismi Miktat/Miraç gibi bir şeydi, ben de aileye eğer yaşamayı başarırsa bu çocuğun ismini Başaran olarak değiştirin diye söz almıştım ama sonradan ismi değiştirmediler.
Sanırım Yeşeren bu aydan sonra pediatrist olmaya karar verdi, bana hiçbir zaman bir şey söylemedi, ama ben onun pediatrist olmaya karar vermesinde biraz olsun rolüm olduğunu düşünüyorum.
Daha sonra Murat Çakır’ın arkadaşı olan Feryat Demirhan’a bir kahve falı baktım ve prenses gibi bir kızla karşılaşıp evleneceğini söyledim. Feryat o sıralarda Yeşeren ile karşılaştı ve falımı gerçekleştirdi.
Şimdilerde Yeşeren iki kız annesi ve İspanyol asilzadeleri gibi Yeşeren Nil Kuleyn Demirhan isimlerinin ve soyadlarının hepsini kullanıyor.
Bildiğin herşeyi paylaş bizimle Ayşenur..çünkü büyük bir zevkle okuyorum yazılarını..okurken bunları ,sanki karşımdaymışsın gibi anlattığını düşünmeden edemiyorum,o vakit daha da keyifli bir hal alıyor,sesli hale geliyor çünkü cümlelerin(kuzen olduğumuzdan mütevellit:))..Tanju hoca doğru tespit yapmış zamanında senin için rahmetli..sen aslında çok şey olmuşsun da ama iyiki pediadrist de olmuşsun..
Süper tanımlama:)) Yeşeren’e ve size sevgiler