Kalandar, Doğu Karadeniz bölgesinde Rumi takvime göre yıl başı olan 14 Ocak gününü hatta ocak ayını tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Kalandar adetleri köyden köye kasabadan kasabaya değişir. Kalandar yada ‘’asıl yılbaşı’’ denilen gün, ocak ayının on üçünü on dördüne bağlayan gecedir. Bu gece yarısından sonra sabahın erken saatlerine kadar, komşular, akrabalar kapıları çalar. Kapı önüne şapka, torba ya da çuval gibi bir şey bırakıp kendisi gizlenir. Kapıyı açan bunların içine şeker, un, yumurta gibi bir şeyler koyar. Pencereler kapılar rızık melekleri içeri girsin diye açık bırakılır. Eve un ekmek gibi kumanya alınır. Türlü kıyafetler giyilip insanlar korkutulur. Bazen erkekler kadın kıyafeti giyerek herkesi güldürür. Elbette şehir hayatında bu gelenek de, ne yazık ki diğer gelenekler gibi gün geçtikçe unutulmaya yüz tutuyor.
Bu geleneğin bölgenin tarihindeki Ortodoks Hristiyan halklardan kalma olduğu kanaatindeyim. Çünkü yapılanlar Hristiyanların cadılar bayramı diye kutladıkları bayramla çok benziyor.
Benim ayağım esnafa çok iyi gelir. Mesela bir markette bomboş bir kasaya para ödemek için yaklaşırım, bir dakika içinde arkamda 30 kişi birikir. Saatlerden beri müşteri gelmediği için artık kapatmak üzere olan bir köftecide köfte yemeye kalksam benden sonra bütün masalar dolar, mevcut köfteler müşteriye yetmez, bir akşamcı lokantaya sakin olur diye öğlen yemeğe gitsem birden bütün masalar dolar. Manikür salonuna gittiğim gün kızlar iş yapmaktan başlarını kaldıramaz. Bunu pek çok esnaf bana da söyler. Birkaç esnaf da beni uğuru bellemiştir. İşte ben de birkaç seneden beri beni uğur belleyen esnafa ‘’Kalandar ana’’lık yapıyorum. Kalandar sabahı erkenden, henüz hiçbir müşteri gelmemişken, bu dükkanlara bir somun ekmek ve bir lira kese dibi parası dağıtıyorum. Bu benim çok hoşuma gidiyor. Yıl sonunda da ‘’geri bildirim’’ alıyorum. Evet bu yıl işlerim iyi gitti diyene yeniden kalandar ana oluyorum. İşi bozulana bir daha yapmamaya kararlıyım, ama bu güne kadar başıma böyle bir şey gelmedi.
Kendi evim için de kapı, pencere açıyorum, rızık meleklerini evime çağırıyorum. Bu sabah iki eski kolyemi birleştirerek kendime yeni bir mala yaptım.
Bu yıl Sabiha’nın, ‘’Sabiş’’ güzellik salonuna, Handan’ın ‘’El işim benim işim’’ el işi kursuna, ve Karaveli yoga merkezine ev yapımı ekmek getirdim ve her bir iş yerine 1TL şans parası verdim.
Sabiş dükkanı anahtarla bana açtırdı. Handan uğur parasını muhteşem bir keseye koydu, bir kese de bana yapma sözü verdi. Yoga merkezinde ise mükellef bir kahvaltıya oturduk. Anlaşılan bu ‘’Kalandar ana’’ olma işi bana da yarıyor.
Ekmek tarifim; Bir bardak ılık suya 2 kesme şeker ve bir paket kuru maya katarak, mayalanmasını bekledim. Mayalanan sıvıya, bir çay bardağı zeytin yağı, biraz tuz ve birer bardak mısır unu ve buğday unu kattım. Hamur ele yapışmayacak hale gelene kadar un ekledim, ikinci mayalanmaya bıraktım. Yarım saat sonra hamurun iyice mayası gelince havasını almak için çok az yoğurup, somun şekline getirdim. Biraz daha kabarana kadar bekleyip 180 derece fırında pişirdim.
Getirdiğim ekmekler hiçbir işe yaramasa bile bu sabah onları mutlu etmeye yetti de arttı. Mesela Handan hanım o kadar duygulandı ki, ağlamaklı oldu, gülen bir resmini çekebilmek için kadını gıdıklamak zorunda kaldım.