Her şeyden haberdar olan birkaç kişi tanıyorum. Bunlardan birincisi büyük ablam Nermin’dir. Siz yeter ki onun yanında herhangi bir konudan söz açın, bu belki de sizin ilk kez duyduğunuz ve çok garipsediğiniz bir konu olabilir, Nermin hemen o konuda size enine boyuna bir brifing verecektir. Nermin mimarlıktan, sanat tarihine, arkeolojiden, jeolojiye ve dahasayamadığım bin bir konuda fikir sahibidir.
Bu tip arkadaşlarımdan biri de KTÜ erişkin endokrinoloji hocası Prof Dr Halil Önder Ersöz’dür. Önder’in özellikle de tarih, siyaset, mistik konularda üzerine yoktur.
İkibinonbeş yılı bir hafta sonu gezi yapmaya karar verdik. Gurubun rehberi olarak ben, Prof Dr Gülay Karagüzel (Pediatrik endokrinolog), Önder, Doç Dr Şafak Ersöz (Önder’in eşi ve patoloji hocası) ve oğulları Fikret benim arabamla yola düştük. Gezi planımız, İlk gece Samsun’da kalıp, ertesi gün Bafra kuş cennetine gitmek, oradan da Amasya’ya geçip, orada iki gece kalmak, dönüş yolunda da Tokat’a ve Niksar’a uğramak şeklinde idi. Asıl niyetim bir kaç yıl önce Gülay’la gittiğimiz, günlerce etkisinden çıkamadığımız, ama ne kötü tesadüftür ki her ikimizin de bütün resimlerini kaybettiğimiz kuş cennetine gitmekti. O gezide ötücü kuşlar, su kuşları, bakım altında keklikler görmüştük. Bölgede manda yetiştirildiği için, gittiğimiz mevsimde her yer güneşlenen, küçük çamur göletlerinde, göllerde yatan manda sürüleri ile dolu idi. Hatta küçük bir çamur göletine sürünün nasıl bir hiyerarşik düzende girdiklerini gözlemiş ve kendimizi National Geografic kanallarını seyreder gibi hissetmiştik. Bu resimleri bir süre bilgisayarımın ekran resmi olarak bile kullanmıştım. Oradaki görevliler mevsim olarak su kuşlarının az olduğunu söyledikleri için uygun mevsimde tekrar gitmeye karar vermiştik. Böylece yeni resimler de çekebilirdik. Önder de Amasya’yı görmedim deyince gezinin geri kalanı da planlanmış oldu.
Bu geziden aklımda kalan ilk gün Samsun’da biraz gezdikten sonra yeni açılmış bir alış veriş merkezine gidip, o sıralar pek popüler olan bir kitabın filmine gitmemiz idi. Bu film izlemeyi unutmamam için bazı sebeplerim vardı. O güne kadar hiçbir zaman bu tür bir ‘’expedisyon’’ gezisi yaparken bu kadar ‘’rural’’ bir aktivite yapmamıştım. Doğrusu bir yere gidip de, gezilecek onca yer, müze filan varken, AVM gezmek beni bozar, ama o gün gurubumuzun moral yapısına çok uygun düşmüştü. Unutmama sebeplerimden bir diğeri de kitabın yazarının Gülay’ın yengesinin kuzeni olmasıydı, filmi seyretmek ilk elden tanıdık birisinin başarısını seyretmek gibi bir şeydi. Son sebep ise Şafak’ın filmi seyrederken bir çok sahnede kahkahadan boğulurcasına gülmesi ve hepimizi de güldürmesi idi.
Ertesi sabah OMÜ pediatrik endokrinolojiden arkadaşım Prof Dr Murat Aydın yanımıza geldi. Murat hem Trabzon’lu olduğu, hem Hacettepe’den arkadaşım olduğu, hem pediatrik endokrinolog olduğu, her şeyden çok da, çok iyi bir insan olduğu için çok sevdiğim bir arkadaşımdır. Bu geziye çıkmadan önce ona haber vermiştim, o da ornitolog (kuş bilimi ile ilgilenen) bir arkadaşına haber vermişti. Uzun sözün kısası o gün kuş gözlem evinde bekleniyorduk, halkalama çalışmalarını izledik ve kuşların salınmasında yardım ettik. Daha önce de Bafra kuş cennetinde aşırı derecede etkilenmiştim, ama bu çok daha farklı oldu, tabii. Halkalanan kuşların sadece binde ya da on binde biri dünyanın bir başka yerinde tekrar yakalanıyormuş. Bütün dünyada ortak bir internet ağı varmış sizin halkaladığınız kuşlardan biri tekrar yakalanırsa haberiniz oluyormuş. Bafra kuş cennetinin de halkaladıkları bazı kuşlar Rusya’da ve Afrika’da tekrar yakalanmışlar.
Bafra kuş cenneti Kızılırmak deltasında yer alan muhteşem bir alan, önemli bir göç yolu üzerinde bulunmaktadır ve Türkiye’de bulunan 430 kuş türlerinin büyük bir kısmı burada görülmektedir.
Bu gezide Amasya’yı benden başka herkes ilk kez görecekti. Ben de nasıl olsa herkes nasıl bir yer olduğunu biliyordur diye herhangi bir reklam çalışması yapmamıştım. Tam şehre girerken kimsenin Amasya hakkında pek de bir şey bilmediğini anladım ve ‘’bakın büyüleneceksiniz, masal gibi bir yerdir’’ dedim. Görünce gerçekten herkes çok etkilendi. Ben Amasya’yı son 25 yıl içerisinde hiç değilse 8-10 kez gördüm, yıllar içerisinde değişimi izledim. Restorasyon çalışmalarını gerçek anlamda başarılı bulduğum nadir şehirlerden biridir. Her gittiğimde yeni yeni mahallelerin tarihi dokusu meydana çıkartılıyor, yeni mahalleler de en tarihi kısımda kurulmuyor. Böylece Amasya butik şehir, mücevher gibi, çok büyük bir turizm potansiyeli var. Tokat ve Niksar’ın da pek aşağı kalır tarafı yok, umarım oralarda da Amasya gibi tarihi dokularını bozmayan ve öne çıkaran başarılı restorasyonlar yapılır. Bu bölge gerçekten muhteşem.
Bütün yol boyunca arabanın içindeyiz, Amasya Tokat gibi tarih kokulu şehirlerden geçiyoruz, arabanın içinde de Önder var. Sizce ne olabilir? Elbette bir çok konuda derinlemesine bilgi sahibi olduk, ayrıca Fiko’nun da yakın bir gelecekte babasından da ‘’bilir kişi’’ olacağını anladık.
O da babası gibi, hani malumatfuruş denen cinsten.
Önder’den öğrendiğimize göre, bu günlerde böyle her konuda bilgi sahibi olan insanlara ‘’her.okolog’’ deniliyormuş. Arkadaşım ‘’her.okolojinin’’ tarihçesini de anlattı. Mesela dünyadaki en ünlü her.okolog Leonardo da Vinci imiş. Öyle ya adam düşünür, mimar, mühendis, mucit, matematikçi, anatomist, müzisyen, heykeltıraş, botanikçi, jeolog, yazar, ressam.. daha ne olsun?
Hezarfen kelimesi de Osmanlı’ca da bin fenli anlamına geliyormuş, bu durumda Hezarfen Çelebi de en meşhur Osmanlı her.okologu oluyor galiba.
Gerçi bu adamlara bakacak olursak, oldukça işe yarar adamlar, oysa şimdilerde her.okolog kelimesi her bir şeyi bilip de, bu bilgiyi hiçbir işte kullanmayan, sadece zihinsel bir antrenman olsun diye kafasını dolduran anlamına kullanılıyor.
Önder büyük bir keyifle kendisinin her.okolog olduğunu söylüyor, ama mesela bu gezide gittiğimiz her yere ben daha önce gitmiştim, dolayısıyla buralar hakkında Önder’in bilmediği pek çok şeyi biliyordum. Böylece kendime her.okolog diyemedim ama ‘’ her bi ocak başına .ıçolog’’ diyebileceğimi düşündüm. Hani ne demişler çok gezen mi, çok okuyan mı? Gerçi bende ikisi de var.
Bu tuhaf konuşmanın sonunda daha önceden ‘’hazreti Google efendi’’ dediğim Google arama motorunun adını ‘’Hezarfen Google çelebi’’ olarak değiştirdim.