Bu sosyal medya harika bir şey, anılarımı yazmaya başlayınca Gözde Bacık Yaman isimli eski bir öğrencim messenger’dan bana ulaşmış.
Bana uzunca bir mesaj yazmış, 1998-2005 dönemi öğrencilerimizden biriymiş, şimdi Finike Hastanesinde Psikiyatri uzmanı olarak çalışıyormuş, benimle ilgili birkaç anısını yazmış. Ben de bunları hatırlıyorum.
Yazılarından ilkinde Ankara’dan geldiği için KTÜ’de okurken perifer bir Tıp fakültesinde okuduğu için üzülüyormuş, sonradan ne kadar iyi yetiştirildiğini anlamış. Beni de nedense pek severmiş, derslerimi çok keyifli dinlermiş.
Bu perifer (çevre, taşra) üniversitesi sözü beni her zaman çok üzmüştür. Çünkü KTÜ’de çalışmaya başladığım ilk yıllarda öğrencilerimiz ‘’biz perifer tıp fakültesiyiz, uzmanlık sınavını nasıl olsa kazanamayız’’ gibi bir düşünceye sahiptiler. Bir insan bir işi başarmayacağını kabul ederse onu başarma ihtimalini zaten ortadan kaldırmıştır. Gerçekten o yıllarda TUS’da (tıpta uzmanlık sınavı) başarımız çok düşüktü. Ben yıllarca Fakülte eğitim komisyonunda aktif olarak çalıştım, bence başardığımız en önemli şey, öğrencilerimizden ‘’ben nasıl olsa kazanamam’’ düşüncesini ‘’çalışıp kazanacağım’’ düşüncesine çevirebilmiş olmaktır.
Hiç unutmuyorum, bir yıl birkaç öğrencimiz istedikleri bölümleri kazandılar, Yavuz Özoran Hoca heyecanla bana bu güzel olayı, ‘’makus talihimizi yendik artık’’ edasıyla bildirmişti. Ertesi yıl öğrencilerimize ‘’bakın arkadaşlarınız ne güzel yerler kazandılar, çalışın, siz de kazanın, bu iş çalışmadan olmaz. Bu gün ben bile sınava girmeye kalksam, kazanmak için en az 6 ay eve kapanır deli gibi çalışırım’’ diye çok gaz vermişimdir. O yıl bizim bu heyecanımıza katılan bir gurup öğrencimiz oldu, çok çalıştılar ve onlar da güzel yerleri kazandılar. O yıldan sonra da artık öğrencilerimizde ‘’ben perifer tıptayım, nasıl olsa kazanamam’’ fikri kalmadı. Mezunlarımız gayet başarılı oldular.
Meğer Gözde de ben taşrada okuyorum diye üzülüyormuş. Bu aslında çok garip bir şey, çünkü KTÜ Trabzon Milletvekili Mustafa Reşit Tarakçıoğlu ve 28 arkadaşının verdiği teklifin, TBMM’de 20 Mayıs 1955 tarih ve 6594 sayılı kanunla kabul edilmesi ile kurulmuş olan Karadeniz Teknik Üniversitesi, İstanbul ve Ankara illeri dışında kurulan ilk üniversitedir. Aslında aynı gün yanılmıyorsam meclisten Çukurova Üniversitesinin de kuruluş kararı çıkmış, ama KTÜ’nün kararı önce imzalandığı için İstanbul ve Ankara illeri dışında kurulan ilk üniversite kabul edilir.
KTÜ Tıp Fakültesi ise 1973 yılında resmen kurulmuş, ülkemizin ilk 16 tıp fakültesinden birisidir. Yani KTÜ ülkemizin en eski, en köklü eğitim kurumlarından biridir. Neden öğrencilerimizin öyle garip düşüncelere kapıldığını anlamakta zorlanıyorum.
Ben oldukça sert bir hoca olarak nam salmıştım. Çünkü tembellikten özellikle de mental tembellikten hiç hoşlanmaz, öğrencilerime, asistanlarıma en çok yapabilecekleri bir şeyi yapamayacaklarını düşündükleri zaman sinirlenirdim.
Mesela Nalan Üçüncü eski öğrencilerimden ve asistanlarımdan biridir. Dönem dörtte iken sözlü sınava benden girmiş ve ikmale kalmıştı. Daha sonra ikmal sınav sözlüsüne de benden girmiş, bu kez sular seller gibi cevap vermişti. Sınav bitince onu ‘’madem çalışınca bu kadar iyi becerebiliyorsun, neden zamanında çalışmayıp, yaz tatilini berbat ettin’’ diye güzelce azarlamıştım. Nalan ‘’ne bileyim, o zaman, son birkaç gün sabahlayıp sonra da geçerim sanmıştım’’ deyince kadar sinirlenmiştim ki ‘’çabuk çık dışarı, seni gözüm görmesin’’ diye bağırmıştım. Öyle ya pediatriden 3 günlük çalışma ile geçeceğini düşünen öğrenciyi sırf bu düşünce yüzünden bırakmak lazım.
Sonra bu çocuk anestezi ihtisasını kazandı, bir yıl çalıştıktan sonra pediatriyi kazanıp bizde ihtisas yaptı. Bu olayı da bir gün serviste otururken bana anlattı. Pek güzel söylemişim ağzıma sağlık dedim, o da ‘’hak etmiştim’’ diyerek güldü.
Gözde’yi çok net olarak hatırladım, çünkü oldukça çalışkan bir ekiptiler, dönem 4’te staj yaptıkları zamandan bütün gurup olarak bayağı gözümü doldurmuşlardı. Bu çocuklar mutlaka iyi yerleri kazanacaklar diye düşünüyordum. Altıncı sınıfa geldiklerinde ise bu kadar ümitli olduğum gurup, bir sebepten ötürü sekreterle kavga etmişler.
Epikriz hasta dosyasının özeti demektir. Bence çok önemlidir, çünkü hem hastayı izleyen doktorun, hasta dosyasını toplu halde okumasını ve arada gözden kaçan bir şey varsa fark etmesini sağlar, hem de bundan sonra hastayı takip edecek doktora çok büyük kolaylık sağlar. Epikriz yazmak epeyce de zahmetli olduğundan yazılmadan hasta taburcu edilmez, çünkü doktorun bir daha eski hastaya dönüp harcayacak zamanı olmaz.
Muhtemelen sekreter intörnlere epikrizleri geç yazıyorsunuz ben de taburcuları geç yapmak zorunda kalıyorum, burada arbede çıkıyor demek istedi. Fakat nedense bu olay büyümüş, intörnler de madem sizi memnun edemiyoruz, biz de hiç epikriz yazmıyoruz diye köşeye oturmuşlar.
Ben o sırada servis konsültanı olduğum için bu olay hemen bana aksetti. Muhtemelen olayda bizim asistanlarımızın da suçu vardı, olayı önce öğrencilerden dinlesem, işin içinde başka şeyler olduğunu öğreneceğimden de eminim. Ancak öğrencilerimizin ne sebeple olursa olsun, işlerini yapmayı reddetmesi benim için affedilemez bir olaydı. İnanılmaz sinirlendim.
Derhal öğrencileri odama çağırdım. Onlar da hoca bizim hocamız, nasıl olsa bizi çok seviyor diye düşünüp, servis ekibini şikayet etmek üzere koşarak odama gelmişler.
Çocuklar daha odaya girer girmez ‘’siz anarşist mi oldunuz, hem de benim servisimde, hem de bana eşkiyalık mı yapacaksınız, nasıl olur da işlerinizi boykot edersiniz’’ diye bağırdım. Biri ağzını açacak oldu ‘’ Sakın bana tek kelime bile etmeyin. Şimdi derhal servise gidip epikrizlerinizi yazın, eğer yazmamayı düşünüyorsanız, o zaman servise hiç gitmeyin, evinize dönün’’ dedim. Benden hiç böyle bir tepki beklemediklerinden karşımda donup kaldılar. ‘’Hadi hala ne duruyorsunuz, derhal dışarı, artık nereye gidecekseniz ‘’ diyerek onları odamdan attım.
Zavallılar bu ay hoca bize yeterlilik vermeyecek diye emin olmuşlar, ben de bir ay boyunca, acımasızca ‘’evet yeterlilik filan yok size, sizi gidi anarşistler’’ deyip durdum. Ama o olaydan sonra deli gibi çalıştılar, ayrıca TUS’da başarılı olacaklarını düşünüyordum, sınavı kaçırmalarını istemediğim için yeterliliklerini verdim. Bir ay yüzlerine bakmamıştım, bu bir ayı, kalacaklarını düşünerek geçirdiler, bu kadar ceza onlara yeter diye düşündüm.
Gözde bu olayı hatırlattı. Rahmetli babasına ‘’ baba gel hoca ile konuş, araya aracı sok, yeterliliklerimizi versin’’ diye çok rica etmiş. Babası askermiş ‘’ hocanız haklı, deli gibi çalışın, her gün gidip hocanın elini öpün, çiçek götürün, ne yapacaksanız yapın, kendinizi affettirin’’ demiş. İyi ki de böyle olmuş, araya birilerini soksalar muhtemelen daha çok kızacaktım.
Bu eski öğrencim bu olayı o kadar özlemle yazmış ki, anlatamam. Bize sadece bilimsel ders değil hayat dersi de veriyordunuz diyor. Sanırım bu olaydan sonra bir daha hak aramak için işlerini boykot etmeyi düşünmemiştir, başka yöntemlere baş vurmuştur. Tahminime göre asistanlar kendilerinin yazmaları gereken epikrizleri de size yazdırıyorlardı. Eğer kendi aklınıza göre iş yapmayıp da bunu bana söylemiş olsaydınız, azarı asistanlar işitecekti, siz de ayın geri kalanı boyunca takip etmediğiniz hastaların epikrizlerini yazmak zorunda kalmayacaktınız.
Buradan Gözde’ye sevgiler gönderiyorum. Umarım arkadaşların da istedikleri konuda uzman olmuştur.
Ayşenur hocam ile ilk olarak 4. sınıfın ilk dersinde tanıştım. Ders dun gibi aklimdadir. Zeugma mozaiklerini göstermişti. İlk önce genele sonra ince noktalara dikkat edeceksiniz demiş. Mozaikteki kadının gözündeki ışıltıyi gördünüz mu diye sormuştu. Ve fizik muayenede nelere dikkat etmemiz gerektiğini anlatmıştı Ilk olarak.o derste anzer balinin sadece yorenin ciceklerinden degil arılari da özel olduğu için anzer balı olduğunu ,Bulunduğun yörenin özelliklerini bilir isen bazı tanilari koyabilecegimizi (deli bal bradikardi yapar ). O yıllarda sadece fenilketonüri taraması yapılır iken aslında Konjenital Hipotiroidinin de tarama programına alınması gerektiğini ve tedavisi ne kadar erken olur ise mental durumun durumun o kadar iyi olacağını o derste ogrenmistim. O yillarda arkadslar arasinda favori hocasi vardi. Benimkide o dersten sonra benimkide aysenur hoca olmustu
Şansıma internlugumde daha şanslı idim. Ilke abla ile endokrin polikinigi yapıp Ayşenur hoca ile çalışma fırsatı buldum. Ayın sonunda Ayşenur Hoca bizi yemeğe götürmüştü. O zaman uzmanlik dalı olarak ne istiyorsun diye sorduğun da dahiliye veya pediatri istiyorum demiştim. Olmaz diye itiraz etmiş herkes eriskine bakar ama herkes cocuklar ile ilgilenmez sen peditarist olacaksın demiş birde laz kizi lakabini takmisti. Bu sözleri duyan 20 li yaşlarında ki toy çocuğun macerasi başlar. Şu an yenidoğan uzmanı oldum. Arada keşke doktor olmasam dediğim zamanlar oldu. (Özellikle zorunlu hizmet zamanım da).Ama hiçbir zaman peditariyi seçtiğime pişman olmadım. O yüzden hocam tesekkur ederim. Iyiki varsınız
Elif galiba seni çok net hatırladım.
Bana nenepuna kitabu hediye etmiştin doğru mu hatırladım?
Hayatına küçük de olsa bir dokunuş yapabildiğime sevindim. eminim iyi bir yenidoğancı olmuşsundur.
Derslerimin bu kadar net hatırlandığını öğrenmek çok gurur verici.
Sevgiler
Evet hocam .. Tekrar teşekürler herşey için.