Şubat tatilinde, Viyetnam Laos Kamboçya turuna katıldım. Bu gezi, benim ilk kez sosyal medyada naklen yayın yaptığım bir gezi idi. Normalde gidip gelirim, gördüklerimi anlatmaya bile üşenirim. Hatta bütün zamanların en çok anlattığım gezisi ilk Gelibolu gezimdir. Şimdi bu bloğu yazarken gezilerimden en etkilendiğim şeyleri de yazmaya çalışıyorum, sanırım yazdıkça bu blogda dünyanın her yerinden birkaç dokunuş olacak.
Bu kadar çok gezen biri olarak bu tura neden bu kadar geç gittiğimi anlayamadım. Ne zaman bir fotoğraf paylaşmaya kalksam evet, şurası da çok güzeldir, köşedeki çarşıdan şunu da al, ben tünellere sığmadım, ben sığdım gibi yorumlar aldım. Benim gibi gezme meraklısı bir çok arkadaşım vardır, onların hemen hepsi bu turu yapmış çoktan. Gene de bir çok kişiden ‘’biz de gezmiş kadar olduk, bu geziyi yazın’’’ yorumları da aldığım için elbette yazacağım.
Ancak bu gezide Trabzon’dan İstanbul’a kadar gitmek yolculuğun kalan kısmından daha da heyecanlı olduğu için önce o kısmı yazmaya karar verdim.
Gülay Karagüzel ile birlikte bu tura gitmeye aylar önce karar verdik. Ben genellikle yurt dışı gezilerim için, İstanbul çıkışlı turlar ayarlarım. Trabzon İstanbul biletini de bazen ben ayarlarım, bazen de tur acentesine ayarlatırım. Bu gezide turun esas ayağını Katar hava yolları ile yapacağımız için, nasılsa bağlantılı bilet olamayacaktı, böylece Trabzon İstanbul gidiş dönüş biletlerini kendim ayarladım. O kadar da ince düşündüm ki, dönüşte İstanbul’da zaman geçirmek, hatta kalmak için zaman da ayarladım. Sözüm ona alış veriş yapacağım. Gülay ise derhal geri dönmek zorunda olduğu için İstanbul uçuşlarına daha yakın saatlerde bilet ayarlamıştı. Yani Trabzon İstanbul arası gidiş dönüş biletlerimiz birbirinden farklı idi.
Fakat insan plan yaparmış, kader yukarıdan ona gülermiş. Biz 26 Ocak, Salı günü akşamı İstanbul’dan yola çıkacaktık. Bu durumda Salı sabahı ya da öğlen saatinde Trabzon’dan uçsak rahatça esas uçuşumuza yetişiyorduk. Gülay, Türk Hava yollarından sabah saatlerine, ben de Onur Air’den öğlen saatlerine Trabzon/İstanbul bileti almıştım.
Fakat biz gitmeden bir önceki hafta İstanbul’da hava bozmaya başladı, derken Trabzon’da da kar yağacak haberlerini okumaya başladık.
Cuma günü Gülay’a uçak biletimi bir gün öncesine değiştirip, eğer uçak kalkmazsa otobüsle gitmeyi deneyeceğimi söyledim, bana ‘’olumsuz düşünme, ben son ana kadar bekleyeceğim’’ dedi. O gün hava tahminlerine baktığımda Salı günü pek de kötü görünmüyordu, ama içimde tuhaf ve net bir ‘’uçaklar kalkmayacak’’ duygusu var. O gün gerçekten de hava gayet iyi görünmesine rağmen biletimi bir gün öncesine değiştirdim.
Cumartesi günü öğleden sonra kar yağmaya başladı, yağdı, yağdı ve yağdı. O gece bir arkadaşımıza gitmiştik, geri döndüğümüzde Boztepe’ye çıkmak çok zor oldu. Resmen kızak gibi kayan arabaların arasından slalom yaparak evimin önüne vardım, ancak park etmek pek mümkün olmadı, yolun neredeyse ortasında arabayı terk ettim.
Ertesi gün Pazar’dı. Kar yağmaya devam etti, sular kesildi, bütün yollar kapandı, Trabzon havalimanı iptal oldu. Gene Gülay’a telefon ettim, gene ‘’dur bakalım olumsuz düşünmeyelim’’ cevabını aldım.
Pazartesi kalktık, kar artık arabaları tamamen gömmüş, sadece birer kar yığını şeklinde görünüyorlar. Boztepe sokakları sanki Sibirya’ya taşınmış. Sabah gene Gülay’ı aradım ve otobüs bileti alacağımı söyledim, nihayet ‘’evet artık ben de endişeliyim, otobüs bileti alalım’’ dedi.
Bilgisayarın başına oturdum, fakat bir türlü bileti alamadım. Hemen benim yeni nesil bilgisayar kurtlarından olan arkadaşım Cansın’ı aradım. O da bir hayli uğraştı, ama sonunda akşam saat 17,30’da, Ulusoy firmasından iki bilet aldı. Firmadan bana gelen mesajda bir bilet takip numarası vardı, ancak internetten soruşturunca, böyle bir bilet yok cevabı aldım.
Gülay işi gitmeden önce Meydan’a uğrayacaktı, madem Meydan’a gideceksin bizim biletleri de al dedim. Fakat meğer Ulusoy ikiye bölünmüş, bizim aldığımız biletler de İstanbul gurubunun biletiymiş. Meydan’daki Ulusoy acentesi, eğer mesaj geldi ise bileti almış olmalısınız, ama biz size bilet milet veremeyiz, otogardan gidiş saatinden bir saat önce alacaksınız demişler.
Tabii bu arada benim uçuşum da iptal oldu, otobüs biletini aldık mı almadık mı anlayamamışım, evde sular akmıyor. Yani canım çok sıkkın, bari bir yemek yiyeyim de kendime geleyim düşüncesi ile Boztepe’de kendime son kez yemek yiyormuş gibi bir ziyafet çektim. Her neyse akşam saatlerini zor ettim, yıllar sonra erkenden otogara gidip otobüs bekledim.
Ben otobüse garda bineceğim, Gülay’ı da eski sahil yolundan alacağız. Niyet bu, ama böyle olamadı. Otobüs bir türlü gelmiyor. Bize arabanın Rize’den gelmekte olduğunu ancak, hava muhalefetinden gelemediğini söylüyorlar. Sonra anlaşıldı ki bir sonraki seferin otobüsü Rize’den geliyormuş, bizim otobüsün ise Samsun tarafından gelmesi beklenirken gelemiyormuş. Çünkü Görele civarında bir yerde tır kayıp yolu kapatmış, bizim otobüs de, 5,6 saattir yolu açılmasını bekliyormuş.
Cingöz Ulusoy çalışanı bizi Kastamonu’ya giden bir arabaya bindirip, yola düşürdü. Plan biz gidene kadar yolun açılması ve yolda kalan otobüsün Görele’den u dönüşü yapıp bizi Tirebolu’dan alıp İstanbul’a götürmesi üzerine kurulu. Böylece daha az zaman kaybetmiş olacağız. Saat 19’da nihayet Trabzon’dan yola düştük. Ben şoföre Gülay’ı almamız gerektiğini söylüyorum, hayır ben şehre giremem, arkadaşın sahil yoluna gelsin diyor. İyi de nasıl gelsin, yollar bele kadar kar, kızın elinde bir de valiz var. Şoför ise ‘’bana ne benim zaten sizi arabama almam hata, şimdi bir de şehre giremem’’ diye tutturdu. Gerçekten de son gaz sahil yolunda ilerliyor.
Neyse ben Gülay’la telefonda konuşurken tesadüfen önünden bir tanıdık araç geçiyor ve bizim şoföre Bölge Trafik önünde bekle diyorlar, adam nihayet bu çözüme razı oluyor. Gülay’ı getiren araba ile bizim otobüs aynı anda kavşağa geliyor, böylece Gülay otobüse binebiliyor. İnanın benim şoförle çaresizce cebelleşmemi izleyen yolcular bana hadi geçmiş olsun dedi.
Artık sinirlerim boşalmış halde oturdum, gitmeye çalışıyoruz, ama nafile, mesela Görele’ye girişte tam 45 dakika yolda bekledik. Gittikçe otobüsle de İstanbul’a vaktinde ulaşma şansımız azalıyor. Ben neler oluyor diye söylendikçe şoför ‘’yeter artık sus bak senden başka konuşan var mı, sen de neden bu havada yola düştün’’ diye beni azarladı. Baktım adam iyice delirdi, ben çomağımı sakladım, sustum.
Bu arada yol açılıp da ilerlemeye başladığımızda gerçekten de Samsun Trabzon istikametinde bir tırın kayıp yolu tamamen kapattığını, arkasında kilometrelerce araç birikmiş olduğunu gördük. Bizim otobüs de o bekleyen araçların arasındaymış. Eyvah ki ne eyvah, İstanbul’a zamanında varmak iyice hayal oldu. Bu arada Gülay’a günlerden beri kara yolunda bekleyen arabaların haberleri geliyor.
Bizim şoför bir iki telefon konuşması daha yaptı ve ‘’boş ver belki de gitmekten vaz geçenler olur, Trabzon’dan da arabaya binmeyenler oldu, ben bu yolcuları size bırakıyorum, artık ne yapacağınızı siz düşünün’’ diyerek bizi Giresun otogarında bırakmaya karar verdi.
Bu konuşmayı dinlerken daha da gerileceğimi sanıyorsanız hiç de öyle olmadı, sanki bütün problemlerimiz bitmiş gibi, içime bir ferahlık geldi. Bu arada umre yaparken Kıbleteyn camiinde bulduğum tespihimi yanıma almıştım, sürekli tespih çekiyorum. Sermin’e telefon açtım, o da evde Hamza’ya Yasin okutturuyor. Artık bu kadar manevi destekle de gidemezsek, bu işte de bir hayır var diye düşünüyorum.
Daha biz Giresun’a gitmeden bizim hastanede çalışan doktor arkadaşlardan birinin THY’de çalışan eşi Gülay’a telefon açıp onun uçak biletini Samsun havaalanı için değiştirebileceğini, eğer bu değişimi yapmazsa kombine bilet olduğu için dönüş biletinin de yanacağını söyledi. Tamam, o halde sabah Samsun’dan uçarız diye düşündük. Sabah 8 gibi ikimize de uçuş ayarlandı.
Ama şimdi de sabah 8’de Samsun’da olabilecek miyiz, onu düşünmek lazım. Çünkü saat 23.30 da binmiş olduğumuz Kastamonu otobüsü bizi Giresun terminaline bıraktı. Tuhaf bir şekilde, daha bir bardak çay içmiştik ki, 5 saattir açılmayan Görele yolu açılmış ve bizim esas otobüs, son sürat geri dönmüş, bizden 15 dakika sonra gara girdi. Fakat bu otobüsün şoför ve muavinleri de bu maceralı günde kafayı sıyırmış bir halde idiler. Onlar da bizi bu havada neden yola düştüğümüz, aslında Samsun otobüsü olmayan bir otobüste neden Samsun’a gitmek istediğimiz konusunda azarladılar.
Ben hala acaba otobüsle devam etsem mi diye düşünürken Samsun’da oturan bir arkadaştan havaalanının açık olduğunu öğrendim ve sabah uçağı ile gitmeye karar verdim. Bu arada Giresun Samsun arasında mola verildi, 45 dakika da öyle kaybettik. Moladan sonra baygın düşmüşüm, Samsun’dan Ankara’ya çıkış yolunda arabayı zor durdurduk. Bir taksi tutup, bir hayli geriye dönerek havaalanına vardık. Eğer otobüsle yola devam etsek zaten İstanbul’daki uçuşumuza yetişemeyecektik. Havaalanına vardığımızda saat 5.30’du. Bu andan itibaren yolumuz açıldı, asıl uçuşumuz saat 8’deydi, ama uçak boşmuş, bizi 6 uçuşuna aldılar. Sabah 8’ de İstanbul’da valizlerimizi bile almıştık.
Yurtdışı uçağımızın kalkmasına 8 saat daha vardı. Hemen bir taksiye atlayıp havaalanına oldukça yakın olan evime gittik. Niyetimiz biraz uyuyup, duş alıp kendimize gelmek. Fakat bu evi yeni aldım, henüz tam adapte değilim, meğer yanıma yanlış anahtar almışım. Kapıda kaldık. Elimde bir tabanca olsa kendimi vuracağım, o kadar kızdım kendime. Allahtan komşum Görele’li, bizi misafir etti, kahvaltı yapıp biraz kendimize geldik.
Bu sene astrolojiye merak saldım ya, geçen ayın büyük bir kısmında Merkür (Retro) geri harekette idi. Merkür retrodayken elektronik cihazların çalışmasında ve bir çok konuda aksaklıklar olabilir. Aslında gezegenler geri gitmiyor tabii, ama astroloji gezegenlerin dünyadan nasıl göründükleri ile ilgilendiği için, gezegenlerin de yörüngedeki hızları farklı olduğu için bazı zamanlarda aynen arabaların yolda birbirlerini geçerken olduğu gibi geri gidiyor gibi görünüyorlar. Bu geri gidişin başında ve sonunda ise durağan bir halleri (stationary) oluyor. Bu ay benim anladığım Merkür durağan halde iken beni Retro halinden daha fazla etkiliyor. Geçen ay Merkür retrosu başlarkenki durağan halinde bir fotokopicinin bütün makinelerini iptal ettim. Merkür retrodan çıkarkenki durağan halinde başıma gelenleri de yukarıda yazdım.
Aslında bu gezide Merkür durağanı iş başındayken tam 5 kez melek parmakları dokundu üzerimize. Bir Gülay’ın karşılaştığı araba, iki beş saattir yolda kalmış tırın tam da biz yanından geçtikten 10 dakika sonra çekilmesi, üç Gülay’ın arkadaşının bize Samsun bileti bulması, dört Samsun’dan asıl gitmemiz gereken uçuştan daha erken bir saatte uçabilmemiz, beş İstanbul’daki komşumun bu kadar hoş bir hanım çıkması.
Yazarken tekrar yoruldum, ama Trabzon İstanbul gidişimiz böyleyken böyle. Görüyorsunuz gezeyim diye ne eziyetler çekiyorum.
Harikasın devamını okumak için sabırsızlaniyorum.. ♡
Arkası yarin
Hocam ne olayli olmuş gidişiniz ama macera her zaman zevklidir
Bacım hoş geldin döktürmüşsün yine.