Geziye Vietnam’ın Hanoi kentinden başladık, kuzey Vietnam’da Ha Long körfezini de gezip Laos’a, Luang Prabang şehrine gittik. Mekong Nehri yanında kurulu bu şehir UNESCO dünya mirasını listesinde yer alıyor. Gerçekten de mimarisi hiç bozulmamış, rüya gibi bir yer. Bütün şehri ya da Mekong nehrinin en güzel kısımlarını tepeden görebildiğiniz bazı manzara noktaları var, şehir masal gibi, bir tane bile çatısız, sıvasız, uyumsuz yapı yok. Bütün şehir orman içinde, bir çok tapınaklar, stupalar barındırıyor. En çok Haw Kham dan (başkanlık sarayı tapınağı) ve başkanlık sarayının içindeki kırmızı duvardan etkilendim.
Bir de Mekong nehir gezisi yaptık. Burada bazı mağaralara bizim dilek ağacına çaput bağlamamız gibi insanlar çeşitli boyutlarda Buddha heykelleri bırakmış, böylece mağaralar tapınak haline gelmiş. Binlerce Buddha heykelini görünce ben de mağaralardan birine vesikalık resmimi bıraktım. Bakalım dileğim yerine gelecek mi? Bir de rehberimizi iyice tembihledim, bir sonraki gidişinde başka vesikalık fotoğraflar görürse başlatmış olduğum bu modayı bana bildirecek.
Rehberimiz de gurubumuz da bir harika idi. Rehberin adı Ekin olduğu için ona bir müddet sonra ‘’Ekinim, rehberim’’ daha sonra da ‘’şeker kamışım, pirincim’’, eğer beni duymakta gecikirse ’’patatesim, top lahanam’’ demeye başladım. Ekin’i bu güne kadar neden tanımadığıma da şaşırdım, meğer en az 10 ortak arkadaşımız varmış. Diyorum ya benim arkadaşlarım da gezenti. Gülay, bana ‘’benim en çok gezen arkadaşım sensin, etrafımda kimse gezmiyor’’ diyerek arkadaşlarına gönül koydu. Buradan sesleniyorum ‘’Ey Gülay’ın arkadaşları, hadi gezmeye başlayın, üzmeyin Gülay’ı’’
Bu arada Ekin’in daha önce hiçbir rehberde rastlamadığım bir huyu da her an elindeki selfi çubuğunu kılıç gibi çekip, eskrim yapar gibi hareketlerle çubuğunu uzatıp, her stratejik noktada bir gurup resmi çekmesi idi. Hayatımda hiçbir gezide bu kadar çok gurup resmim olmamıştı.
Gurup da harika idi. Zaten 8 kişi ya karı koca, ya akraba ya da arkadaştı. Dört kişi, üç kız kardeş ve birinin eşi idi. Sadece İzmir’den iki arkadaş ve Gülay’la ben ikişer kişi idik. Guruba tek başına katılan tek kişi ise dünya tatlısı, erken yaşta emekli olup, kendine bir yat alıp, aylarca denizde yaşamaya başlayan bir doktordu. Herkes birbiri ile çok güzel anlaştı.
Benim dikkatimi çekenler, 8 kişilik gurupta bulunan ve aynı odada kalan iki hanım idi. Bu ikisi de çok şen, sürekli şaka yapan, gülen kadınlardı. Birbirlerine huy olarak o kadar çok benzettim ki uzun yıllardır arkadaş olduklarını düşündüm. Hayır, meğer ikisi de ayrı ayrı o guruptan birilerini tanıyorlarmış, hanımlardan biri son anda geziye katılmaya karar verince, diğer arkadaşları bunlar anlaşırlar diye düşünüp, geziden sadece bir gün önce onları tanıştırmışlar.
Bir gece Gülay’la konuşurken bu hanımlardan söz ettim. Gülay’a ‘’bu kızlar harbiden kafadan çatlak, eksik tahtaları var’’ dedim. Gülay böyle şeylere hiç gelemez ‘’ neler söylüyorsun’’ diye beni biraz azarladı. Ben ise ısrarlıyım ‘’Yok, valla tahtaları eksik, hem de üstelik her ikisinde de aynı tahtalar eksik, hatta hani seri katiller kurbanlarında benzer yara açar ya, sanki aynı seri katilin kurbanı gibiler‘’ dedim. Ertesi gün bu söylediklerimi otobüste yüksek sesle itiraf ettim, pek güldüler. Bu hanımları Trabzon’a da davet ettim umarım gelirler, ikisi de tam kafa dengim. Yoksa acaba benim de aynı tahtalarım mı eksik diye düşünürordumki, Işıl, koca bir boa yılanını boynuna sarıp poz vererek bence Gülseren’e de bana da fark attı.
Bu gezide aklımda kalacak olan şeylerden biri de hemen hemen bütün guruba natal harita okumam. Oldukça isabet tutturmuş olmalıyım ki, gezinin başında ben öyle şeylere hiç inanmam diyen Hakan bey bile iki baldızı ve eşine yaptığım okumaları dinledikten sonra fikir değiştirdi. Watsap gurubumuza doğum saatimi öğrendim, bir sonraki görüşmede ben de isterim diye yazmış. Pek memnunum demek ki 4 aydır astroloji üzerine emeklerim boşa değilmiş.