Gezinin üçüncü ayağı Kamboçya idi. Burada Siemreap ve Phnom Penh Şehirlerini ziyaret ettik.
Siemreap dünyaca ünkü Anghor harabelerinin yanında kurulu bir şehir olduğu için Kamboçya’nın turizm başkenti demek mümkün, Phnom Penh ise siyasi başkent.
Anghordaki bütün harabeler UNESCO Dünya mirası. Üç gün süreli, toplu bir bilet alıp bütün harabeleri gezebiliyorsunuz, ancak biletlerin sürekli yanınızda olmasına özen göstermelisiniz, her tapınağın önünde bilet soruyorlar, göstermezseniz de içeri almıyorlar.
Anghor Vat, Kmer kralı ikinci Suryavarnam tarafından yapılmış bir tapınak, önce Hindu tapınağı olarak inşa edilmesi karşılık daha sonra Budistler tarafından kullanılmış. Aslında buradaki ülkeler, Hinduizm/Budizm karışımı heterodoks bir dini sisteme inanıyorlar. Ta 12. yüzyılda insanların bu bölgede ne kadar büyük bir uygarlık kurmuş olduklarına inanmak gerçekten zor. Bütün tapınaklar ve şehir bir yana beni en çok o devirde yapmış oldukları ve hala sapasağlam kalan, muson yağmurlarını toplayan, dev göletler etkiledi. Su olunca pirinç ekebilmişler, böylece bulundukları yerde zenginliğe kavuşmuşlar. Daha sonra ada ani bir baskınla yerlerini terk etmişler. Yüzyıllarca bu kalıntılar orman tarafından yutulmuş, şimdi tapınaklardan birini tam temizlemeyerek ormanın kalıntılara nasıl zarar verdiğini gösteriyorlar.
Aslında o zaman krallığı, sadece dini bir merkez olmak için kurmuşlar, çünkü çevreleri hatırı sayılı düşmanlarla çevrili, din merkezi olunca savaşlardan kaçınabileceklerini düşünmüşler. Birkaç yüz yıl boyunca da gerçekten savaştan kaçabilmişler. Şehirde bu kadar çok tapınak bulunmasının sebebi bu, bir çeşit ilahiyat üniversitesi ve üniversite kenti gibi düşünmek lazım.
Bölgede aslında Anghor Thom denilen devasa bir şehir var. Bu şehrin içinde de bir çok görkemli tapınak bulunuyor. Ankhor Wat’ da bu tapınaklardan biri, ancak en büyüğü. Anghor Wat 3,6 km uzunluğundaki dış duvarları ile muhtemelen dünyanın en büyük tapınaklarından biri. Kubbeleri ise Hinduizmde kutsal sayılan Meru dağını simgeliyor. Beni duvar kabartmaları, hele de bu duvar kabartmalarında dans eden huriler (apsalalar) çok etkiledi. Anghor Wat’ı benzersiz kılan özelliklerinden biri de tam bir kare plan üzerine oturmuş olması, kare bina içinde bir başka, onun içinde bir başka kare plan daha var. Böylece tepeden kuş bakışı görünüm tam bir mandala. Şimdilerde boyama kitaplarında pek çok mandala boyuyoruz, Hinduizm’de mandalalar makro ve mikrokozmozu gösteren semboller olarak düşünülmektedir.
Anghor Thom antik şehrinde meşhur dev suratların olduğu Bayon tapınağını, Anjelina Joli’nin flim çevirdiği, ağaçlardan temizlenmemiş Ta Prom tapınağını ve devasa tören alanlarını gezdik. Bu bölgede son olarak da kırmız renkli diğerlerinden çok daha küçük Banteay Srey tapınağını gördük.
Bu şubat tatilinde sanırım bütün Türkiye Viyetnam Laos Kamboçya’da idi. İstisnasız her gün Türkiye’den bir turla karşılaştık, rehberimiz her harabede birileri ile kucaklaştı. İnanmayacaksınız ama Anghor Wat kulelerine çıkış için sıra beklerken önümüzde münferiden gezen Akçaabat’lılarla bile karşılaştık.
Bu gezi son Kamboçya başkenti Phnom Penh ve güney Viyetnam’daki Ho Chi Ming ( eski Saygon) şehrine gidene kadar neredeyse tapınaklar gezisi gibi. Sadece Siemreap/Anghor’da değil, gittiğimiz her şehirde birkaç tapınak gördük. Her birinin, en büyük, en sevimli, en altın, en gümüş, en bilmem ne, bir özelliği var. Bu kadar çok tapınak görünce biz de havaya girip, sunu alanlarında mumlar yaktık, tütsüler tüttürdük.
Hatta tapınaklardan birinde kipling çantalarımızdan saçı yaptık.
Gezide kadın fazlalığı olunca elbette alış veriş de fena sayılmazdı, özellikle lokal pazarları hiç boş geçmedik. Meğer Kipling Viyetnam’ın markası imiş, Hanoi şehrinde her birimiz birkaç adet kipling çanta aldık. Yetmedi, yol boyunca, yolculuğun son durağında nasıl olsa güney Viyetnam’a gideceğimize göre, orada çantaların şu rengini, bu modelini de alacağımızı sayıklayıp durduk. Bu arada geçtiğimiz her şehirdeki pazarı da boyunları bükük kalmasın diye talan ettik. Yolculuğun ortalarında bütün kadınlar başımızda hasır şapkalar, üzerimizde, bağrında koca bir fil olan renk renk tişörtler, ellerimizde çeşit çeşit , renk renk kipling çantalarla neredeyse bilinmeyen bir tarikatın üyeleri gibi görünüyorduk.
Tapınakların içlerinde Buddha’ya sunulan yemekler vs bulunana bir sunu alanı oluyor. İşte biz de bu çantaları temsilen bir fotoğraf çekme süresinde, bir sunu alanına bıraktık.
Ha bir de Anghor’daki tapınaklara bir çeşit tesettürle girilebiliyor. Kadınların bacakları ve göğüsleri kapalı olmalı, yoksa içeri sokmuyorlar. Erkeklerde ise şortlar mutlaka diz kapaklarını örtmeli. Bizim gurupta bir arkadaş acaba diz kapağım görünüyor mu diye endişe edince diz kapaklarını yara bandı ile kapatmayı önerdim. Galiba bu diz kapağı işini oldukça ciddiye alıyorlar. Bizim gibi turist olan bir bey, diz kapağım görünmesin diye şortunu o kadar aşağı çekmiş ki, sunu alanında eğilince ortaya oldukça müstehcen bir görüntü çıkmış. Biz de farkında olmadan Gülay’la adamın önünde poz vermişiz. Resmi silmek zorunda kaldım.