Kamboçya başkenti Phnom Penh’de Pol Pot denen caninin yaptırdığı ölüm kamplarından birini, Tuol Sleng Soykırım müzesini gezdik. Daha önce nazilerin Polonya’da bulunan Auschwitz- Birkenau kampını gezmiştim, burası daha korkunç göründü gözüme. Bu kamptan sağ çıkan sadece iki kişi varmış, onların kitaplarını aldım. Kamboçya başkentinde elbette kraliyet sarayını da ziyaret ettik. Meğer Kamboçya Kralı önümüzdeki hafta evleniyormuş, sarayın önündeki gurup resmimizi paylaşıp ‘’kısmetimiz kapalı, ne yapalım, Kralı da elden kaçırdık’’ gibi bir paylaşımda bulundum. Bir çok arkadaşım nedense pek sinirlendi ‘’Kamboçya kralı da kimmiş, öyle uzaklara kız veremezlermiş’’ falan. Valla kral kimmiş bilemem ama akıllı bir adam olduğunu anladım; tam 14 şubatta evleniyor, böylece sevgililer günü ve evlilik yıldönümünü tek hediye ile geçiştirecek.
Ne buradan, ne de güney Vietnam’da ziyaret ettiğimiz Vietnam savaş bölgelerinden ve Ho Chi Ming ( eski Saygon) şehrindeki savaş müzesinde gördüklerimden söz etmek istemiyorum. Savaşın kirli yüzü, akla zarar. Vietnam savaş artıkları müzesinde ‘’ya istiklal ya ölüm’’ yazısını görmek hepimizi çok duygulandırdı.
Vietnam’ın kurucusu sayılan Ho Chi Ming’e atfedilen önem de oldukça etkileyici idi. Biz de yolculuğumuza Hanoi’de onun mozolesinde başlayıp, onun ismini taşıyan şehirde bitirdik. Aslında adam komünist bir ülke düşünüp tasarlamış, şimdi Vietnam’a komünist demek pek mümkün değil, aksine sanırım yakında çok partili sisteme geçerler.
Ve insanların vakur duruşları anlatılır gibi değil. Daha önce İsrail’e gitmiştim, orada yerel rehberimiz sürekli bir şekilde ne kadar yaralı olduklarını, onlar soy kırıma uğrarken bütün dünyanın seyrettiğini anlata anlata bitirememişti. Anlattıklarından şimdi bütün dünya bize borçlu gibi bir anlam bile çıkartmak mümkündü. Ancak Vietnam’da kimse yaralarını sizin yüzünüze vurmadığı gibi yaralı olduklarını bile kabul etmiyorlar, geleceğe bakıyorlar. Keçi yılının maymun yılına dönmesini kutluyorlar. Bütün Vietnam sokak ışıklandırmaları ve çiçeklerle dolu. Çiçeklerin miktarı akla zarar. Her yer çiçek dolu. Adeta bir festival kutlanıyor. Pek çok insan yöresel kıyafetlerini giymiş kendini sokaklara atmış, gece sokaklarda insanlar guruplar halinde dans ediyor, spor yapıyorlar.
Bütün gezi boyunca en çok dikkatimiz çeken şeylerden biri de minyatür ağaçlar oldu. Sadece devasa boyutlardaki ağaçları bonzai yapmamışlar, minicik meyve ağaçları da var. Boyu belime kadar bir ağacın üzerinde kilolarca mandalina var mesela.
Lake yapımının bu kadar zor olması da beni çok etkiledi. Meğer Rus pazarlarında değerini bilememişiz. Aslında tahtanın porselene benzetilmesi amacı ile keşfedilmiş bir teknik. Bir ağacın öz suyunun toplanıp, işlemden geçirilmesi ile bir çeşit reçine meydana getiriliyor. Daha sonra bir tahta pano üzerine bir desen çizilip, defalarca reçineye batırılıp, kurutulup, zımparalanıyor. Desenler ya sedefle, ya boya ile ya da Viyetnam’a özgü olan yakılmış yumurta kabukları ile veriliyor. Ağaçtan ilk reçinenin alınıp, satışa hazır hale getirilinceye kadar bütün işlemler, en az 3 ay sürüyor. Bu kadar emeği görünce inanılmaz saygı duydum