Uzun yıllar boyunca aktif doktorluk yapmış ve pek çok doktorun yetişmesine katkıda bulunmuş bir hekim olarak genç arkadaşlarıma ufak tefek bazı tavsiyelerde bulunmak istiyorum. Hekimlik pek çok yönü ile çok zor bir meslek. Her zaman insanlarla onların en sorunlu oldukları anlarda iletişim kuruyorsunuz, üstelik o sorunu da sizin çözmeniz bekleniyor.
Bir şekilde insanların beyinlerinde hala hekimlerin şaman (kam) oldukları o zamanlardan kalma derin bir kolektif bilgi var. Bir çok insanın sizden mesleğinizin ötesinde beklentileri oluyor, işin tuhaf tarafı, kişilerin eğitim seviyesinin hekimden abartılı beklenti konusunda herhangi bir fark yaratmıyor olması. Daha da garip olan bir çok hekimin de içten içe bir çeşit üstünlük, aşkınlık hissi beslemeleridir.
Mesela pek çok kez, pek çok hastanın ‘’önce Allah, sonra sen’’ dediğini duydum. Ve pek çok hekim arkadaşımın da bu sözü gururla ve inanarak kabul ettiğine şahit oldum.
Oysa bu tuhaf söz bana söylendiği her zaman tüylerim diken diken olurdu, çünkü bu söz aslında bir iltifat değil, sizden olağanüstü beklentilerinin dile getirilmesidir. Yıllarca bu sözle mücadele ettim, böyle şeyler söylemeyin falan dedim, ama böyle söylediğim zaman aşırı alçak gönüllülük yapıp, daha fazla iltifat beklediğim gibi algılandı, daha da aşırı bir ısrarla benzer sözlere maruz kaldım. Sonunda sihirli kelimeleri bulup bu sözden kendimi esirgemeyi başardım. Sihirli sözler şöyle ‘’Hayır asla böyle bir şey söylemeyin, bu söz şirktir, şirk. Hiçbir insanı, Peygamber efendimizi bile Allah ile kıyaslayamazsınız’’. Tamam, bitti, bu kadar. Şiddetle öneririm işe yarıyor.
Sonuçta tıp bir bilimdir, sihir ya da sanat değildir. Objektif bilgi ve objektif gözlem gerektirir.
Basamakları teker teker çık.
Her zaman savunduğum gibi, iyi bir hikaye, fizik muayene ve gözlem, doğru tanıyı %99 koydurur. Bu kadar. Bunu bilir bunu söylerim. Genç arkadaşlarıma da bilgilerini taze tutmayı ancak hastaya yaklaşımda bulunurken en temel basamakları sıra ile çıkmayı öneririm. Önce iyi hikaye al, sonra iyice muayene et ve önce en sık görülen hastalığı düşün. Tetkik ederken de önce en bazal tetkikleri yap. Böylece pek çok hastada zaten ileri tetkike gerek kalmayacak.
Hikaye alırken aileye kulak ver.
Eti Mesgut’ta ilk çalışmaya başladığım zaman Prof Dr Ufuk Beyazova ile çalışma şansına erişmiştim. Bana o bölgede ‘’ıhılamak’’ diye bir terim olduğunu ve bir çocuk annesi tarafından ‘’ ıhılayyo’’ diye getirilirse yüzde yüz zatürre çıktığını söylemişti. Haklıydı, iniltili nefes almaya ıhılamak diyorlardı. Ben de ‘’ıhılayan’’ bütün çocuklarda zatürre tespit etmiştim. Bunlardan biri için annesi ‘’kavi ıhılayyo’’ demişti, onda da ampiyemli zatürre vardı.
Hikaye alırken çevreni tanı.
Örneğin Karadeniz bölgesinde çalışırken bu bölgede ‘’Deli bal’’ denen bir bal çeşidinin olduğunu bilirsen, açıklanamayan bradikardi ile gelen bir hastada sadece bal yiyip yemediğini sorarak tanı koymak mümkündür. Hatta yurt dışında bir gezideyken tanıştığım ve Anzer’de tansiyon düşmesi yaşayıp, bir türlü doktora ulaşamadığını anlatan bir hanıma yıllar sonra deli bal zehirlenmesi tanısı koyduğumu hatırlıyorum.
Hastana bakarken onu gör, gördüklerini bilgi ile yorumla.
Şimdi KTÜ pediatrik gastroenterolog olan Prof Dr Murat Çakır başasistan iken, yeni doğancı arkadaşımız Prof Dr Yakup Aslan yıllık izindeyken servise ben bakıyordum. Bir gün vizitte ‘’Yaş akciğer’’ olan büyükçe bir prematürenin bezinin dış muşambasında bir lira büyüklüğünde ıslaklık gördüm. Bezin yarım saat önce değiştirildiğini öğrenince de ‘’tamam o zaman bu bebeğin solunum sıkıntısı birkaç saat içinde düzelir’’ dedim.
Ertesi gün bebek iyileşti tabii. O zamanlar hoca bebeğin bezine bakarak solunum sıkıntısının düzeleceğini söyledi diye epey konuşulmuştu. Oysa sadece yaş akciğer hastalığının fizyopatolojisini ile gözlemimi bileştirip yorum yapmıştım.
Basit ama havalı değil mi? Üstelik MR filan çekmeye gerek kalmadan yarın neler olabileceğini söylüyorsun.
Devamı gelecek.