Doğal olana en yakın olan tedavi şeklini seçin.
Mesleğe atıldığım ilk sene halk sağlığı ihtisasına başlamıştım. İlk yıl Etimesgut’ta gündüz sağlık ocağında çalışırken geceleri de hastanede nöbet tutardık. Ocak ile hastane yan yana olduğu için bazı aylarda gündüz de hastanede çalışıyorduk. Doğum için gelen kadınları muayene eder ve eğer doğum yakın gibi görünüyorsa doğum öncesinde bekleme odasına yatırırdık. Tuhaf bir şekilde gündüz biraz sonra doğurur diye yatırdığımız hastalar tam da akşam yemeği sırasında hep birlikte doğum yaparlardı. Bu artık bir klasik olmuştu, hastanede hemen hiçbir akşam yemeğini yiyemezdim, benim bu durumumu gören personel benim yemeğimi ayırmaya başlamıştı. Bu önceleri garip bulduğum fenomen sayesinde epeyce bebeğe ebelik yapmış oldum.
Neden bu kadınlar neden gün boyu durumlarında hiçbir değişiklik olmadan bekliyor da tam ben yemek yiyecekken hep birlikte doğum yapıyorlar diye düşünmeden de edemiyordum. Sonunda anladım. Biz, mesela daha önce 4 doğum yapmış kadını 3 santim rahim ağzı açıklığı olunca bir iki saat içinde doğurur diye yatağa yatırıp, hareketsiz ve aç bırakıyoruz. Kadın gün boyu aynı açıklıkla sakin sakin yatıyor. Akşam saatinde nöbeti devir aldığım zaman doğum öncesi odada yatan kadınları kontrol ediyorum, sabah nasılsa aynen o şekilde yatıyorlar. Doğum hiç ilerlemiyor, herhalde bu gece doğurmayacaklar, akşam yemeğinden sonra hastanede sabaha kadar başka yemek de çıkmadığı için, bari aç kalmasınlar diye düşünüp, yemek yediriyorum. Yemeği yiyen kadın, artık doğum yapacak enerjiyi mi kazanıyor, yoksa bağırsak hareketleri bir şekilde uterus kasılmasını da mı tetikliyor, bilemem, ama hemen doğuruyor. İşin sırrı kadınların yemek yemesiymiş.
Normal gebeliklerin neden ağrılar iyice sıklaşana kadar, doğum için hastaneye kabul edilmediğini o zaman anlamıştım.
Benzer başka bir gözlemim de şu; Hacettepe’de çalışırken acil servis dediğimiz, birkaç yataklı minik bir servis vardı. Oraya genellikle solunum sıkıntısı çeken ve 1-2 gün oksijen alacak olan hastalar yatırılırdı. Solunum sıkıntısı olan bebeklerin gıdaları akciğerine kaçırmasın diye ağızdan beslenmeleri kesilirdi. O zamanlar hastaların bebek bile olsalar, yanlarına aileleri alınmıyordu, çocukları hep hemşireler besliyordu. Bu bahsettiğim serviste çalışan yaşlıca bir hemşire hanım vardı ve hepimiz onun ‘’ağızdan almasın’’ denilen bütün çocukları gece boyu gizli gizli beslediğini biliyorduk. Baş asistanlar o hemşire nöbetçi ise eyvah şimdi aspire eden hastalar olacak diye pek endişelenirlerdi. Ancak hiçbir bebek de aspire etmezdi, bebekler o hemşirenin nöbetinden pırıl pırıl çıkardı.
Sonradan sonraya ben de bu bilge hemşire hanımla aynı fikre kapıldım. Hiçbir çocuğu gereğinden bir saat bile uzun aç bırakmamaya gayret ettim.
Hep söyledim, bir kez daha söylüyorum ‘’Aç kadın doğurmaz, aç hasta iyileşmez, aç çocuk büyümez’’.
Ağızdan beslenmenin gerçekten de damar yolu ile beslenmeye karşın inanılmaz üstünlükleri vardır. Hiçbir hastanın gerçekten gerekmedikçe ağız yolu ile beslenmesini kesmeyin. Kesmek zorunda kaldıysanız da mümkün olan en kısa zamanda azar azar da olsa tekrar tekrar beslemeye devam edin.
Bir başka gözlemim de iyi bir gece uykusu kadar sağaltıcı bir ilacın olmadığıdır. Uyku hakkında bildiklerimiz bilmediklerimizden çok daha az. Bence uyku, daha pek çok şeyin yanı sıra, bedenin tamir edildiği bir süreç. Özellikle de akut hastalıklarda ya da ameliyatlardan sonra hasta ne zaman ki iyi bir uyku çekiyor, işte o zaman gerçekten iyileşmeye başlıyor. Hastanede yatarken tansiyon bak, ilaç ver diye hastaları bir türlü uyutmuyoruz, zaten ışıklar da açık. Bu nedenle bütün meslek hayatım boyunca, her zaman evde bakılacak duruma gelen hastayı hemen taburcu ettim, hiç uzun yatırmadım.
Hastanede yatan hastaların işlerini en kısa zamanda bitirip onları en kısa zamanda doğal ortamlarına gönderin. Elbette çok ağır tedaviler vermek, uzun süre hastanede yatırmak zorunda olduğunuz hastalarınız olacak. Benim söylemek istediğim hiçbir hastaya gerek yokken/kalmamışken 1 saat bile aç bırakmayın, bir gün bile fazla yatırmayın, bir kalem bile ilaç yazmayın, tetkik yapmayın.
Gördüğünüz gibi yapılacaklar listesi pek de öyle atla deve değil.
Hobiler edinin.
Tıp fakültelerinden şair çıkar, ressam çıkar, arada bir de doktor çıkar diye bir söz vardır. Pek de katılmıyorum, ama bir doktorun hayatını idame ettirebilmek için mutlaka kendini mutlu edecek bir ya da birkaç uğraşı (hobi) edinmesi gerektiğini düşünüyorum. İlla şiir yazmak gerekmiyor. Ama mutlaka tıp dışı konularda okumak, bir el işinde hüner kazanmak ya da tamamen kendi seçeceğiniz başka bir konuda ilgili olmak çok gerekli diye düşünüyorum.
Mesela bir muhasebeci olsanız muhtemelen arkadaş ortamınızda herkes size muhasebe ile ilgili problemlerini yansıtmaz, öğretmenseniz, sosyal bir yemek yerken size çocuğunun matematik problemini çözdürmeye gayret etmez. Ama doktorsanız mesela çocuk doktoru bile olsanız, bulunduğunuz her ortamda, kendimden örnek veriyorum sedef hastalığından, kanserden, kalp krizine, hastanelerde her hangi birinden işittiği hoşuna gitmeyen bir söze, hangi doktordan nasıl randevu alınacağına kadar, her şey size sorulur, çözüm istenir. Bundan kaçış yok.
Yani bir şekilde, herhangi bir konuda kendinizi öyle yetiştirin ki, en azından o arkadaş gurubunda sizinle konuşulan konular farklı olsun.
Elbette bunlar benim fikrim, bazılarına karşı çıkmanız mümkün, ama en azından temel bilgilerinizi geliştirmek ve mesleğin ABC’si olan hikaye, fizik muayene ve mümkün olan en çok gözlem, en az müdahale kısmını uygularsanız yeter de artar bile.
Bütün yorumlarınıza aynen katılıyorum.