Geçen hafta ‘’Anneler’’ namlı anneannem Sare hanım’ı anlatmıştım. Bu yazı özellikle akrabalar arasında hoş bir heyecan yarattı. Bazı arkadaşlarım da Anneler’in okumaya karşı merakını çok ilginç ve hatta kendi yaşadığı devre göre, çağ ötesi buldular.
Ben onun okuma merakının kendi sülalesinden geldiğini biliyordum, ancak şecere konusunda hiç de iyi sayılmam. Sermin (uzun yıllar Pazar’da yaşadığı için hemen herkesi tanıyan ve Annelerden teyzelerimden bizzat kendi kulağı ile bir çok hikayeyi duymuş olan ablam), bu işleri bilir düşüncesi ile ondan yardım istedim. O da asıl hazine sandığının Harika Balta olduğunu söyledi. Sırf onunla konuşmak için geçen gece Pazar’a gittim. Harika hanım, gerçekten de inanılmaz derecede konuya hakim görünüyor, hatta daha önceki tecrübelerinden anlaşılmanın zor olduğunu bildiği için, bana sözel olarak anlatmayı reddetti ve bir de şema çizdi.
Nisan ayı hicri takvime göre Cemaziyelahır ayının 23’üncü, Rumi takvime göre Mart ayının 19’uncu günü ile başlıyor. Sekiz Nisan’da hicri takvime göre Recep ayı başlarken 14 Nisan’da da Rumi takvime göre Nisan ayı başlıyor.
Bu durumda 7 Nisan Perşembe günü Regaip kandili, 8 nisanda da üç aylar başlıyor. Abril 5 denilen 19 nisanda beklenmedik soğuklar olabilir.
‘’Korkma Zemherinin kışından/kork abrilin beşinden/öküzü ayırır eşinden’’ atasözü bu gün için söylenmiştir.
Balsamik ay ayın 5’inden sonra, bu günlerde içe dönüş ve yönlendirilmemiş düşünceler için boş zaman yaratmakta fayda var.
Yeni ay ayın 7’sinde, koç burcunda. Cesaretle yeni işlere başlamak için uygun bir zaman.
Dolunay ayın 22’sinde, akrep burcunda. Duygusal açıdan terk edişler, belki yeni başlangıçlar olabilir. Sezgilerin oldukça açık olduğu bir zaman olacak.
Geçenlerde genç eczacı arkadaşım Cansın Gelişli huşu içerisinde, ne kadar güzel ve kutsal bir mesleğiniz var diyerek, son uçuş anısını anlattı. Bu uçuşta yolculardan biri hastalanınca ‘’uçakta bir doktor var mı’’ diye anons etmişler. Cansın kendisi de ilk yardım sertifikası almış, fakat yenilememiş olduğu için tereddüt etmiş, gene de doktor bulunmazsa ortaya çıkarım diye düşünmüş. Neyse ki genç bir kadın doktor olduğunu söyleyerek, hastaya müdahale etmiş. Hasta kadıncağız bir cenaze için yolculuk yapıyormuş ve uçuş sırasında tansiyonu düşmüş. Doktor hastayı birkaç koltuğa birden yatırmış, damar yolu açarak mayi takmış ve yol boyunca da hasta ile konuşarak ona moral vermiş.
Bütün Pazar ahalisinin ‘’Sare Hala’’sı, ev halkının ‘’Anneler’i olan anneannem, gerçekten kayda değer bir şahsiyetti.
Zamanına göre devrimci, savaşçı, sosyal olaylara, yerel politikaya yön vermek isteyen, ama aynı zamanda vesveseli, meraklı, özel hayatında ise kurnaz, çalışkan ve elinden her iş gelen tuhaf bir kadındı.
Devrimci, yenilikçi yönüne örnek vermek gerekirse mesela kıyafet devrimi olduğu günün ertesinde, Pazar’da, sokağa şapka ve paltolarla çıkmaya başlayanlardan biri imiş.
Yeni harf devrimi olup da Türkiye’de okuma yazma seferberliği yapıldığında da derhal Millet Mektebine katılıp yeni harfleri öğrenmiş. O belge şimdi Sermin’de, tarihler özellikle de Anneler’in yaşının yanlış yazılmış olduğunu düşünüyoruz.
Sermin’le motosiklete binmenin zevkli olacağını konuştuğumuzu duyup, bize ‘’binmayun, çok rüzgar ufuriyi’’ dedikten, sonra kendisinin ‘’düzlere’’ motosiklet ile gittiğini itiraf etmek zorunda kaldığı zaman da 75 yaşının üzerinde idi.
Devrimci, savaşçı ve tuttuğunu koparan hallerine en önemli örnek ise annemin orta okul tahsili bitince onu İstanbul’da öğretmen okuluna göndermesidir. Sadece bu konudaki ön görüsü ve inadı bile onu özel biri sınıfına sokmak için yeterli bence. Annemin gerçek doğum tarihi şaibeli olmakla birlikte, resmi olarak 1923 yılı görünüyor. Düşünün ki 1930’lu yıllarda Anneler onu İstanbul’a okula gönderebilmek için dedem dahil bütün sülale ile aylarca mücadele veriyor. Okuyan kız ‘’O…’’ olur diyorlar, Anneler ‘’benim 5 tane kızım var, bu da O.. olsun’’ diyerek sonunda mücadeleyi kazanıyor.
O zamanlar bir sınıfta şimdiki gibi iki yarı yıl yokmuş, 3 kez karne alınırmış. Annemin anlattığına göre ilk karnenin alınmasına bir hafta kala (yani eğitim yılının üçte birinin bitmesine bir hafta kala) sonunda annemi İstanbul’a gitmek üzere vapura bindirebilmiş. Vapur Pazar iskelesine yaklaşamadığı için, iskeleden vapura kayıkla gidilirmiş. Annemi iskeleden vapura götüren kayığa bindirirken, ya da kendisi de onu yolcu etmek üzere kayıkta iken, heyecandan denize bile düşmüş. Daha sonra annemden daha küçük olan iki teyzemin de hukuk fakültesine gitmek üzere yolunda engel kalmamış böylece.
Politik bir kadındı, bence gençlik zamanında keşke Pazar’da belediye başkanı olsaymış. Benim bildiğim kadarı ile Pazar’ın belediye başkanı seçimlerine, kendi çapında her zaman burnunu sokmuş, kendi tuttuğu adayı desteklemeleri için insanları etkilemeye çalışmıştır. Hatta artık son dönemlerinde hasta yatağında yatarken, ziyarete gelen, başkan olmasını istemediği adayın karısına kahve ikram ettirdiğini, daha sonra da falına bakıp kadına ‘’Kocana söyle olmayacak bir işe kalkışmış, vaz geçsin bu işten’’ dediğini hatırlıyorum. Daha sonra kadın ‘’Sare Hala kocamın başkan seçilmeyeceğini bilmişti’’ demiş, oysa Anneler o fala bakarken ‘’söyle kocana adaylıktan çekilsin’’ demek istemişti. Böyle de bir kurnazlığı vardı.
Vesvesesi ise dillere destan, özellikle de torunlarına karşı. Bizim kaçırılacağımızı, kaybolacağımızı, boğulacağımızı, ezileceğimizi, ya da başımıza kim bilir neler geleceğini düşündüğü için bizi olmadık hikayelerle korkutmaya çalışırdı. Artık denizde boğulanlar mı arasın, çarşıyı basan köpekler mi, arabaların ezdiği yabancıların kaçırdığı çocuklar mı, Allah ne verdiyse.
Birimiz biraz geç kalsak çatıya çıkıp görüş alanını genişletir, bir elini gözüne siper eder, bir elini beline koyar, oradan yol gözlemeye başlardı.
Vesvesesi konusunda hiç unutamadığım bir hikayesi şu; artık son zamanlarda yatağından çıkamıyor. Süt torunlarından biri olan Mustafa Marangoz da Anneler onu çok sevdiği için bizim evde çok zaman geçiriyor. Bir gün Anneler Mustafa’ya ‘’ Senin çişin gelmedi mi? Çabuk helaya git, işe de gel’’ diye ısrar ediyor. Sonunda Mustafa Annelerin gönlü kırılmasın diye tuvalete gidiyor. Mustafa geri döndüğünde Anneler onu ‘’İçeride kim vardı?’’ diye sorguya çekiyor.
Meğer niyeti başka, hemen anlıyoruz tabii. O sırada dayımın oğlu Emre Telatar dahil çoğumuz Pazar’daki evdeyiz. Anneler Emre’nin nerede olduğunu merak etmiş, fakat kimseye de belli etmek istemiyor, acaba tuvalette midir diye kontrol ettiriyor.
İnanılmaz bir merakı vardı. Herkesi tanımak onun için çok önemli idi. Ellerini beline koyar evden çarşıya kadar yürüye yürüye giderdi. Bu yürüyüş adeta bütün Pazar için sosyal bir olaydı. Çünkü bizimki yolda gördüğü herkesle konuşurdu. Kimsin, kimlerdensin diye sora sora sonunda ortak bir tanıdığı bulana kadar uğraşırdı. O zamanlar İspir’den Pazar’a çalışmak üzere işçiler gelirmiş, elbette onlarla konuşunca ortak bir tanıdık bulamıyor, böylece onları ‘’yabancı’’ kategorisine sokuyor. Bizi de yalnız olarak çarşıya gitmeyelim diye ‘’çarşıda İspir’liler var’’ diye korkutuyor. Fakat Annelerin gözünde İspir’liler o kadar ‘’yabancı’’ ki, bize artık nasıl bir duygu vererek söylüyorsa, ben İspir’in gerçek bir kasaba olduğunu anladığım 9 yaşına kadar ‘’İspirli’’leri uzaydan gelen birileri zannetmiştim.
İnanılmaz çalışkan ve kapasiteli birisiydi, son döneminde yatağa düşene kadar inek baktı, her gün çarşıya gitti, bahçe yaptı. Son günlerine kadar da o kurnazlığı ve sosyalliği devam etti.
Anneler ismi de sanırım Nermin çok küçükken anneanne diyeceğine Anneler dediği için üzerinde kalmış.
Her gün ‘’nasıl bir insan bunu yapabilir’’ dediğimiz olaylar yaşıyoruz. Sonra olayları her kesin nasıl da farklı yorumladığını görüyoruz. Nasıl olur da aynı olaya, aynı gerçekliğe bakan insanların bu kadar farklı algılayabildiklerine şaşmamak mümkün olmuyor.
Bu gün bazı kelimelerin sözlük anlamlarına baktım.
Gerçek kelimesi ‘’bir durum, bir nesne veya nitelik olarak var olan, varlığı inkar edilemeyen, olgu durumunda olan, hakiki (fizik çevrede var olan her şey)’’, ‘’asıl, esas, temel (gerçek memleketim Rize)’’, ‘’düşünülen, tasarımlanan, imgelenen şeylere karşıt olarak var olan (iklim ısınması gerçek bir sorun)’’, ‘’bilinçten, istekten bağımsız olarak var olan (ne yazık ki savaşlar gerçek)’’ anlamlarına geliyor.
Hakikat kelimesi ise aşağı yukarı eş anlamlı Arapça kökenli bir kelime, ancak ‘’sadakat (hakikatli insandır)’’ anlamı da var. Felsefi olarak ise benim ‘’sanal gerçeklik’’ dediğim şeyi, yani ‘’gerçeği kişinin algılayışı’’ anlamı ile de kullanılıyor.
Sanal kelimesi ise matematik biliminde kullanılışı hariç ‘’gerçekte olmayıp, zihinde tasarlanan’’ anlamına geliyor.
Akıl ya da us kelimesi esas olarak ‘’kavram oluşturma ve bunlara göre hükmetme kapasitesi’’ anlamına geliyor. Bu ana anlam yanı sıra ‘’düşünme, anlama ve kavrama gücü (akıl yaşta değil baştadır)’’, ‘’hafıza, bellek ( o gün olan biten her şey hala aklımda) ’’, ‘’tedbirli ( uslu bir çocuk ol) ’’ anlamları taşıyor.
Zihin ise öznel olarak farkında olunan ve beynin düşünme, akıl yürütme, algılama, istek ve inancı kapsayan töz (cevher) olarak tanımlanıyor. Zihin kelimesinin günlük hayatta kullanımı ‘’kafamızın içerisinde dolaşan düşünceler, kendi kendimize yürüttüğümüz konuşmalar’’ anlamındadır. Bu açıdan bakınca zihin faaliyetlerimiz başkaları tarafından sadece bizim aktardığımız kısmı bilinen en özel, en bize ait alanımızdır.
Her insanın yaşam deneyimleri, eğitimi, içinde bulunduğu doğal ve sosyal çevre bir birinden farklı olduğu için ‘’kavram oluşturma ve bunlara göre hükmetme kapasitesi’’ bir birinden farklı.
Her insanın algı kapasitesi, akıl yürütme şekli, istek ve inançları doğrultusunda ‘’kafasının içerisinde dolaşan düşünceler, kendi kendine yürüttüğü konuşmalar’’ da bir birinden farklı.
Şu da bir gerçek ki kişinin kendi donanımı, düşünme kapasitesi, konu ile ilgili bilgisi ne kadar azsa, zihni dışarıdan gelen etkilere de o kadar açık oluyor. Bir de insanoğlunun ‘’aidiyet’’ duygusu düşünülünce bir toplumsal öğreti (ideoloji) doğru ya da yanlış, etik ya da değil, kolaylıkla taraftar toplayabiliyor.
Her ‘’gerçek’’, her insanın zihninde değişime uğrayıp, kendine özgü bir ‘’sanal gerçeklik’’ içerisinde algılanıyor. Ve ne yazık ki ‘’İnsan zihni, çoğu zaman şeytanın çalışma odası’’ gibi işliyor.
Ben hayatımın büyük bölümünü Trabzon’da geçirdim. Bütün diziler Karadeniz şivesi taklit etmeye çalışıyor ama nafile. Uğur Yücel dışında pek becereni görmedim. Elbette bir de Karadeniz kökenli sanatçılar beceriyor, onlar da abartmaya çalışmayınca. Burada her ilçenin şivesi farklıdır, biri konuşmaya başladı mı hangi ilçeden geldiği hemen belli olur. Ben Rize Pazar’lıyım, doğal olarak bizim evde Rize şivesi hakim, Trabzon’da yaşarken benim konuşmam onlara farklı geliyor, karşılık olarak ben de Trabzon’luların şivesi ile dalga geçiyorum.
Geçenlerde çok ilginç bir tesadüfü fark ettim. Yirmi dört şubat 1918’de Trabzon’un Rus işgalinden kurtulmuştur, bu nedenle Trabzon’da yaşayan her kes 24 şubat tarihini bilir. Ancak bu sene 24 şubat tarihinin aynı zamanda, Türkiye Cumhuriyeti 1961 Anayasa’sını hazırlayan komisyonun üyesi ve katibi olan Ord. Prof. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun ölüm yıl dönümü olduğunu fark ettim.
Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun kişisel tarihinin dönüm günlerinden birinin Trabzon tarihinin dönüm günlerinden birine denk gelmesini fark etmem bana pek çok şey düşündürdü.