Peru’ya 2004 yılında, ben de herkes gibi, Nazca çizgileri ve Machu Picchu’yu görmek için gittim, ama çok daha fazlası var.
En çok aklımda kalan o renkli insanlar. Görünüşleri, giysileri her halleri ile farklı bir ırk oldukları belli oluyordu.
Cusco şehri muhtemelen dünyanın inişi kalkışı en zor hava alanlarından birine sahip, dünyanın en renkli, en büyülü şehirlerinden birisi.
Hava alanı, yüksek iki dağ sırasının arasında bulunan ve sanırım iniş için güvenli uçuş konisini ucu ucuna karşılayacak kadar dar bir vadi içerisine kurulu. Hava durumuna göre bazen pilotun havaalanının hizasını tutturabilmek için birkaç tur atması gerekebiliyormuş, rehberimiz bizi böyle durumlar için uyarmıştı, ama biz, şansımızdan çok kolay bir iniş yaptık. İner inmez de hava alanında yerel giysiler içerisinde, yerel müzik yapan bir gurup tarafından karşılandık. Rüya gibi idi.
Zaten kendisi de Urubamba vadisi içerisinde, hava alanına çok yakın konuşlanmış olan Cusco şehri de rüya gibi bir kolanyal şehir. O kadar ki UNESCO dünya mirası listesine dahil. Önceleri İnka uygarlığının baş şehri iken, daha sonra İspanyol kolonisi zamanında da önemli bir kent olmuş. Bu kadar bozulmamış koloniyal tarz meydanlar, binalar, bu kadar romantik bir şehir hakikaten, pek fazla örneği yok gibi. Zaten ismi de sanırım dünyanın merkezi gibi bir anlama geliyormuş, ya da yerel rehberimiz öyle anlattı.
Şehrin bize göre tek kusuru 3400 metre yükseklikte olması, guruptan birkaç kişi yüksekli hastalığına yakalandı, ufak tefek tedavi ile düzeldiler.
Cusco’da en çok aklımda kalan yerlerden biri de yerel Pazar olmuştu. Neredeyse dünyada bildiğim her sebze meyve vardı, ayrıca o güne kadar görmediğim bir çok tür sebze meyve de vardı. Peru patates ve mısırın germ merkezi olduğundan onlarca çeşit, renk renk, boy boy patates ve mısır çeşidi bulunuyordu. Birkaç çeşit mısır getirdim ama üretemedik.
Cusco çevresinde Saksaywaman ve Ollantaytambo gibi önemli antik kentleri de ziyaret ettik. Ollantay aslında orada çok sevilen bir komutan ve halk kahramanı imiş, onun dinlendiği yer anlamında bir yerleşim yeri var. Bu yerleşim yerinde de oldukça önemli İnka kalıntıları var, yıllar sonra National Geographic kanallarından birinde ‘’Antik Uzaylılar’’ teorisyenlerinin burası için de eski uzaylı ziyaretçilerin hazırladığı yerlerden biri diye bir program izledim. Benim aklımda ise o unutulmaz adı kalmış.
Usco’nun bu günlerde en önemli işlevlerinden biri de Macha Picchu’ya gidiş yolunun bu şehirden başlaması. Biz araba ile bütün Urubamba vadisini geze geze Aguaz Calientes’e kadar gidip, vadi tabanından Macha Picchu’ya araba ile çıktık. Burası ile ilgili uzun uzadıya yazmaya gerek yok. Yeğenlerimden biri, lise çağlarındayken, benim burayı gördüğümü öğrenince çok havalı bulmuştu. Sırf gençleri kendine hayran bırakmak için bile görmeye değer.
Dönüş ise muhteşem bir tren yolculuğu ile oldu. Bu ray sistemi bir yerde öyle zikzak çizerek yamaçtan aşağı iniyor ki, tren virajın ucundan dönmeyip, geri-ileri hareketle ilerliyor. Trende oldukça güzel ikram var. Hosteslerden birinin adının Veronika olduğunu öğrenince rehberimiz çevredeki dağlara bakıp ‘’bu dağlar bundan sonra Veronika adı ile anıla’’ diyerek bizi bir hayli güldürmüştü.
Machu Picchu’ya varmadan, İnka’ların antik yolunun minik bir kısmının üzerinde yürüdük. Bu kadarcık yürüyüş bile insanda oldukça farklı duygular uyandırıyor. İnca Trail olarak da bilinen bu yol bütün Güney Amerika kıtasının boydan boya inen And dağları boyunca uzanan antik bir yol. İnka yolunu yürümek, belli bir tür gezgin tarafından mutlaka yürünmesi gerekli, ölmeden önce yapılacaklar listesinin başında olan bir madde. Bizim o gezideki rehberimiz de o yolu günlerce yürümüştü, o zamanda çevre şartlarının ne kadar berbat olduğundan, özellikle de tuvaletlerin olmayışından söz etmişti, şimdi nasıldır bilmiyorum.
Son yıllarda Türkiye’de de Likya yolu, Frig yolu gibi kadim uygarlıklara ait yollar gün yüzüne çıkarılmaya başladı. Benim düşünceme göre İpek yolundan tutun daha pek çok antik yol ortaya çıkarılmalı ve turizm rotası olarak kullanılmalıdır. Elbette bu rotalar, eski yolları harap etmemek ve gezginleri canından bezdirmeyecek şekilde düzenlenmeli.
Yani böyle bir maceraya kalkışan doğa ve tarih sever, güzel insanlara böyle eziyet etmemek lazım. Türkiye’de ben de tarihi İpek yolunun pek çok noktasını gezdim, hatta Likya yolunun Kaş’ta bulunan mini bir kısmında yol üzerinde yürüdüm. Mutlaka yapılması gerekenler listeniz varsa, gezgin ruhlu iseniz bunları eklemenizde fayda var.
Bu arada söylemek zorundayım, Ben Peru resimlerimi kaybettim. Bunların pek çoğu Ayşenur Cesur’un resimleri.