Geçen hafta ‘’Anneler’’ namlı anneannem Sare hanım’ı anlatmıştım. Bu yazı özellikle akrabalar arasında hoş bir heyecan yarattı. Bazı arkadaşlarım da Anneler’in okumaya karşı merakını çok ilginç ve hatta kendi yaşadığı devre göre, çağ ötesi buldular.
Ben onun okuma merakının kendi sülalesinden geldiğini biliyordum, ancak şecere konusunda hiç de iyi sayılmam. Sermin (uzun yıllar Pazar’da yaşadığı için hemen herkesi tanıyan ve Annelerden teyzelerimden bizzat kendi kulağı ile bir çok hikayeyi duymuş olan ablam), bu işleri bilir düşüncesi ile ondan yardım istedim. O da asıl hazine sandığının Harika Balta olduğunu söyledi. Sırf onunla konuşmak için geçen gece Pazar’a gittim. Harika hanım, gerçekten de inanılmaz derecede konuya hakim görünüyor, hatta daha önceki tecrübelerinden anlaşılmanın zor olduğunu bildiği için, bana sözel olarak anlatmayı reddetti ve bir de şema çizdi.
Anneler Balta sülalesinin kızı. Fatih Sultan Mehmet 1461’de Trabzon ve çevresini fethettiği zaman bölgeye yerleştirilen ailelerden birisi de Balta sülalesidir. Ancak bu ilk yerleşimcilerin nereden getirilmiş olduklarına dair çok net bir bilgi bulamadım. Ya Balkanlardan ya da Kafkasya tarafından getirilmiş olabilirler.
Bundan sonrasını Harika Balta’dan dinledim.
Baltalar öncelikle Pazar’da yukarı köylere yerleştirilmiş, ancak 100 yıl sonra Pazar’a, Kirazlık mahallesine inmişler. Pazar’a ilk inen kişinin adı Ali Ağa imiş. Bundan sonrasında yani 1560’lardan 1820’ye kadarki bilgiler muğlak. Ancak bu tarihten sonra tapu dairesindeki kayıtlardan bütün sülaleyi biliyor.
Harika hanıma göre 1820’lerde Mehmet ağa var. Hikaye de bundan sonra çok renkleniyor zaten.
Mehmet ağanın ilk eşinden Osman, Ali ve İbrahim ağalar doğuyor. Bu üç erkek kardeş, üç amca kızı ile evlenmişler. İbrahim Ağa’nın karısı Sultan Abdülhamid’in öz teyzesi imiş.
Osman Ağa ( Harika hanım onun sülalesinden geliyor), Osmanlı sarayında Enderun’da okumuş, daha sonra da Tiflis yakınlarında bir yerde sancak beyi olarak görev yapmış.
Osman ağanın çocuklarından biri olan Mehmet Ali Balta bayağı eşkıya imiş ve bir şekilde Sinop hapishanesine atılmış. Bu durumda teyze devreye girmiş, Sultan Abdülhamit adamı hapishaneden çıkartmış, bu da yetmez gibi bir de Rize’ye vali yapmış. Adam Rize’ye vali olduktan sonra kendine ihanet eden köyün pazar günü şehre inmelerini yasaklayarak, onların mallarını satmalarına engel olmuş, bu köyde halk arasında Abdülhamid’e serzenişte bulunan ‘’Vali yaptı Balta’dan, Kesti bizi yalidan’’ gibi bir nakaratı olan türkü bile söylenir olmuş.
Mehmet Ağa’nın diğer çocuğu olan Ali Ağanın sülalesinden gelen en ünlü kişi ise Tahsin Bekir Balta’dır. Tahsin bey 1902 doğumlu olup, 1970 yılında ölmüştür. O devirde hukuk tahsil etmiş ve Almanya’da doktora yapmıştır. Kendisi hukukçu, öğretim üyesi, siyasetçi ve her şeyden önemlisi de Türkiye’nin önemli entelektüellerinden birisidir. Milletvekilliği ve hatta bakanlık yapmıştır.
Hakkında Vikipedi’de yazanları ek olarak vermeyi daha uygun buldum. Altan Öymen’in ‘’Ve İhtilal’’ kitabı, Şevket Süreyya Aydemir’in ‘’Suyu Arayan Adam’’ kitabı gibi bir dönemi anlatan kitaplarda onun da adı geçmektedir. İlber Oltay’lı ise 1960 Anayasa’sı hazırlanırken onun bazı görüşlerine daha fazla itibar edilmesi gerektiğini söyler.
Ancak ben bu yazıda onun çok daha ilginç bir hikayesini paylaşacağım.
Her neyse ben şimdi sülalenin bu kısmını bir kenara bırakıp, hani 1820’lerde adı ilk kez tapu kayıtlarında gösterilen, yukarıda ilk karısından olan 3 erkek çocuğundan ve bazı torunlarından biraz da olsa bahsettiğim, o ilk Mehmet Ağa’ya geri dönmek istiyorum. Bu Mehmet Ağa o zamanlar Osmanlı sarayına cariye olmak üzere İstanbul’a göndermesi gereken Çerkez kızlarından birine göz koyup onu kendine ikinci eş olarak almış. Bu Çerkez cariyeden doğan oğlunun adı da Abdurrahman imiş, ilk hanım tamam o da senin ailendir, ama gözümün önünde durmasınlar diyerek onları derenin karşıda bir yere yerleştirtmiş. Hatta bir toprak davasında Harika hanım bu konuda bilirkişilik yapmış, fakat hakim yaşı 80’in üzerinde olan bir başkasının daha bilgisini almadan ona inanmamış.
Her neyse işte Anneler bu Abdurrahman Ağa’nın sülalesinden geliyor. Abdurrahman Ağa da muhtemelen İstanbul’da tahsile ya da saraya filan gönderilmiş olmalı, çünkü onun mezarı şimdi Eyüp Sultan’da bulunuyormuş.
Abdurrahman Ağa’nın da Mehmet Ali, Hasan ve İbrahim isimli 3 oğlu olmuş. Anneler İbrahim ağanın iki kızından birisidir. İbrahim Ağa’nın ilk karısı Kobal sülalesinden imiş ve bu hanımından Fahri adında bir oğlu varmış. Bizim aile içinde hep ‘’Doktor Dayı’’ olarak sözü geçer. O sıralarda Osmanlı yıkıldığı zaman toplamda 120 civarında doktor varmış, bunlarda da sadece 17 tanesi Türk asıllı imiş, işte o 17 Türk doktordan biri Annelerin en büyük ağabeyi.
İbrahim Ağa ilk eşinden ayrılıp ikinci kez, Kantoğlu sülalesinden bir kızla evlenmiş. Bu evlilikten iki kızı ve 4 erkek çocuğu oluyor. Bu kızlardan biri Sare Hanım (namı diğer Anneler) , diğeri ise Mürüvvet hanım. Mürüvvet Hanım sanırım en küçük kardeş ve benim de Annelerin yaşarken tanıdığım tek kardeşi.
Erkek kardeşlere gelince adını Harika hanımın da bizim de hatırlayamadığımız bir kardeşi var. Bu kardeşi hakim imiş, kendisi, hamile eşi ve bir kaç çocuğu ile birlikte boğazda boğularak ölmüş. Bu hikayeyi Annelerden de dinlemiştim. Hatta kardeşinin çok iyi yüzme bildiğini, muhtemelen çocuklarını ve hamile eşini kurtarmaya çalışırken boğulduğunu anlatmıştı.
Diğer kardeşlere gelince, isimleri Hikmet, Cemil ve Kemal.
Bunlardan bana göre en ilginci Hikmet dayı. Onun adını Harika Hanım öldüğünde salası verilirken öğrenmiş, çünkü biz de dahil, herkes onu Alaman dayı olarak biliyor. Alaman dayı, mühendislik okumuş, gençliğinde ya okul için ya da doktora için Almanya’ya gitmiş. Orada ciddi derecede siyasete karışmış. Hatta orada Komünist Parti üyesi olmuş, daha sonra Hitler’in kafayı sıyırdığını ve kendisi için de bir tehlike olacağını anlayınca tası tarağı terk edip, Pazar’a dönmüş. Ölünceye kadar da zaman zaman Almanya’dan gelen misafirlerini ağırlamış.
Kemal Dayı da oldukça renkli bir kişilik. Gençliğinde istihbarat subayı olarak önce Osmanlı Devleti, daha sonra da genç Türkiye Cumhuriyeti için çalışmış. Daha sonra da Demokrat Partiden bir dönem Rize milletvekili olmuş, daha sonra parti içi muhalefeti nedeniyle Artvin’de nasıl olsa kazanamaz diyerek Artvin’den aday göstermişler, bu dönem de Artvin milletvekili olmuş.
Kemal Dayı da bir çok kitapta ismi geçen bir şahsiyet. Altan Öymen’in Ve İhtilal kitabında ihtilal öncesi Menderes’e yaptığı ciddi muhalefet anlatılıyor. Hasan İzzettin Dinamo’nun Kurtuluş Savaşını anlattığı ‘’Kutsal İsyan’’ kitabında İsmet İnönü’yü Anadoluda karşılayan Teğmen Kemal işte bu dayı. Ayrıca Şeyh Sait isyanını da, hükümete, bölgede istihbarat subayı olarak çalışmakta olan Kemal dayı haber vermiş.
Bundan sonra yazdıklarım, benim eklerim.
Anneler işte bu sülalede büyüdüğü için çocuklarını okutmaya bu kadar özen gösteriyor. Annem öğretmen, dayım Hasan Telatar doktor, teyzelerim Mualla Telatar ve Güneş Dobrucalı da hakim oluyor. Ailede kaç nesildir öğretim üyeleri de var. Benim kendi dayım da Hacettepe Üniversitesinde öğretim üyesi idi.
Annelerin annesinin namı ailede ‘’büyükana’’ olarak geçiyor. Büyükana galiba Laz ya da Gürcü kökenli, çünkü bizim ailede pişen yemeklerin hepsinin tarifi ondan geliyor ve bütün tarifler açıkça Kafkas mutfağı örnekleri. Bir galiba sülalemizin başına dert olan meme kanseri geni de ondan geliyor.
Çocukluğumdan dinlediğim hikayelerden biri Dedemi Annelerle nişanladıkları zaman, dedemin arkadaşları ona senin nişanlın diye Mürüvvet teyzeyi göstermişler, dedem de onun çok küçük ve esmer bulduğu için yedi yıl boyunca evlenmemiş, sonunda ‘’ hayır senin nişanlın budur ‘’ diyerek Anneleri göstermişler de öyle evlenmiş.
Mürüvvet Teyze ben liseyi bitirdikten sonra şu anda Serminlerin oturduğu Pazardaki büyük evde öldü. Mürüvvet teyze ile Tahsin Bekir Balta nikahlı imişler, fakat iki amca kendi aralarında berdel gibi bir şey yapmak istemişler. Berdel yapılmayınca bu ikisi de nikahlı oldukları halde evlenmemişler, işin ilginç tarafı resmen boşanmamışlar da. Hatta bana bebek yorganına kadar hazır edilmiş çeyizlerini göstermişti.
Mürüvvet Teyze Tahsin Bekir Balta öldüğü zaman ondan emekli maaşı aldı. Hatta Siyasal Bilgilere gidip kendisini ben Tahsin Beyin eşiyim diye tanıştırınca, onun asistanı olarak çalışan Uğur Mumcu bizim hoca evli miydi diyerek çok şaşırmış. Mürüvvet teyzenin anlattığına göre Tahsin beyin yaşadığı daireyi de gezmiş, tuvaletler dahil bütün duvarları kitaplık olarak düzenlenmişmiş. Adam 5-6 dil bilmesine rağmen çok az konuşurmuş.
Anneler neden o kadar ilginç şimdi daha iyi anlaşılmıştır.
Bu arada Harika hanım dahil herkesten okuyup, yanlış ya da eksik yazdığım varsa bana yazmalarını rica ediyorum.
Doktor Dayının torunu Ayşegül Balta Güneyden bir katkı aldım. Ona da Güneş teyzemin anlattığı gibi anlatılmış. Bütün boğulan dayılar, büyük babanın duyguları gibi şeylerde tamamen aynı şeyleri hatırlıyor. Ancak o zamanki doktor sayısının 317 olduğunu ve doktor dedenin aynı zamanda Kurtuluş Savaşına katıldığı için istiklal savaşı madalyası sahibi olduğunu ekledi.
EK 1
Tahsin Bekir Balta Vikipedi bilgileri
Tahsin Bekir Balta
Tahsin Bekir Balta (1902, Pazar, Rize – 26 Temmuz, 1970), Türk siyasetçi.
1902 Pazar/ Rize doğumlu olan Prof. Dr. Tahsin Bekir Balta Yüksek öğrenimini 1927 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde tamamlamıştır. Türk Talebe Birliği Başkanlığı yapan Balta Adliye Vekâleti tarafından öğrenim için Almanya’ya gönderilmiş,1937 yılında Berlin Üniversitesi’nden doktorasını almış ve Siyasal Bilgiler Okulu’na (SBO) öğretim üyesi olmuştur.
Daha sonra Ankara Hukuk Fakültesi ve SBO’da İdare Hukuku Profesörlüğü’ne atanmış, Bu iki kurumda esasiye hukuku, amme hukuku ve idare hukuku dersleri vermiştir.
1943 yılında siyasete atılarak akademik yaşamına ara vermiş, CHP Parti Meclisi üyesi, 7 ve 8. Dönemde (1943-1950) Rize Milletvekili olmuş; Recep Peker Hükümeti’nde (15.-1946 yılı) Ekonomi Bakanlığı, 1. ve 2. Hasan Saka Hükümeti’nde (16. ve 17.-1947 yılı) Çalışma Bakanlığı yapmıştır. Ayrıca Avrupa Konseyi İstişare Meclisi’nde Türkiye’yi temsil etmiştir. 1950 seçimlerinden sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler ve Hukuk Fakültelerindeki görevine dönmüştür.
SBF’de İdare Hukuku Kürsü başkanı ve İdari İlimler Enstitüsü Müdürü olarak görevini sürdürmüştür. A.Ü. Hukuk Fakültesi’nde de Kamu Hukuku ve Siyasal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü yapmıştır.
Prof.Dr. Tahsin Bekir Balta Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü’nde (TODAİE) Bilim Kurulu ve İdare Heyeti üyeliği yapmış, dersler vermiştir. Merkezi Brüksel’de olan Milletlerarası İdari İlimler Enstitüsü’nde uzun yıllar Türkiye’yi temsil etmiş ve ikinci başkanlık görevini yürütmüştür. 1963’te de Avrupa İnsan Hakları Komisyonu üyeliğine seçilen Prof. Dr. Tahsin Bekir Balta, Almanca, Fransızca, İngilizce ve İtalyanca dillerini biliyordu. 1970 yılında vefat etmiştir.
Yayınlarından bazıları[değiştir | kaynağı değiştir]
- İdare Hukukuna Giriş, TODAİE, Ankara, 1970.
- İdare Hukuku I, A.Ü. SBF, Ankara, 1970.
- İdare İlmi Sahasındaki İncelemeler, TODAİE Yay. No. 83, Ankara, 1965.
- Kısa İdare Hukuku I, TODAİE Yay. No. 74, Ankara, 1964.
- Türkiye’de Yürütme Kudreti, A.Ü. SBF Yay. No. 35, 1960.
- Türkiye ve Orta Doğu Memleketlerinde Siyasi ve Hukuki Müesseseler, TODAİE,Ankara, 1955.
- Die Kollisionerechtiche Behandlung der Zusammen Haengenden Frugen bei einer Auslaendischen Anknüpfung, Berlin, 1937.
- İdare Hukuku ve İdare Bilimi, SBF Dergisi, C. 22, S., 1967, s. 61-65.
- Turkish Administrative Law, içerisinde Introduction to Turkish Law, (Ed. Ansay ve Wallace), 1966, s. 51 vd.
- L’Administration et le Droit Administratif en Turquie, Bulletin International des Sciences Sociales, IX, No. 1, UNESCO, 1957, s. 39-51.
EK 2
Uğur Mumcu Vikipedi den Tahsin beyin adının geçtiği paragraf
Eğitim yaşamı[değiştir | kaynağı değiştir]
İlkokulu Ankara Devrim İlkokulunda ve ortaokulu Ankara Bahçelievler Deneme Lisesinde okuyan Mumcu çok aktif bir öğrenciydi. 1961’de başladığı üniversite eğitiminiavukat olmak üzere başladığı Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde 1965’te tamamladı. Henüz öğrenciyken 26 Ağustos 1962’de Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan “Türk Sosyalizmi” başlıklı makalesiyle Yunus Nadi Ödülü‘nü aldı. 1963’te fakültede öğrenci derneği başkanı seçildi. 1969-1972 yılları arasında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde İdare Hukuku Profesörü Tahsin Bekir Balta‘nın asistanı olarak çalıştı.[1]
EK 3
Yazıda adı geçen kitaplar hakkında bilgiler
Ve İhtilal ,, Altan Öymen yeni “anılı” kitabında, 1955-1960 dönemini anlatıyor. Yani, dünyada Soğuk Savaş’ın sürdüğü, gerginliklerin tırmandığı, ihtilallerin yaşandığı bir dönemi…
Türkiye’de de iktidar ve muhalefet arasındaki öfkeli ve kavgalı yıllar devam ediyor. Öymen o yıllardaki olayları 20’li yaşlarında bir gazeteci olarak izliyor. O arada evleniyor, askere gidiyor ama gündemdeki olayları izlemeye ara vermiyor… Adnan Menderes’li, İsmet İnönü’lü, Celal Bayar’lı iç siyaset olaylarını… Şah’lı-Süreyya’lı, Faysal’lı dış olayları… Futbolda Macar Milli Takımı’nı yenişimizi… Ve Macar ihtilali, Irak ihtilali gibi dünyayı sarsan olayları… Ama tabii, kitapta anlatılanların en önemlisi, Türkiye’yi sarsan bir olay: “27 Mayıs İhtilali.”
Öymen, bu kitaba yazdığı önsözde, 27 Mayıs’la ilgili tartışmaların, uzun yıllar boyunca Yassıada kararlarının etkisi altında kaldığını belirterek şöyle diyor: “Bugün rahmetle andığımız Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’a uygulanan idam cezalarına gösterilen haklı tepkiler, o iki döneme de objektif bir şekilde bakmayı büsbütün güçleştirmiştir. Şimdi sanıyorum, 27 Mayıs 1960’tan yarım yüzyıldan fazla zaman geçtikten sonra, o günün öncesini de, sonrasını da daha soğukkanlı ve objektif ölçülerle değerlendirmek mümkündür… Aynı zamanda gereklidir de… 27 Mayıs 1960 gününden sonraki dönem gibi, o günden önceki dönemde de neler olduğu, bugünkü nesiller tarafından iyi bilinmelidir.”
Suyu Arayan Adam, Şevket Süreyya Aydemir‘in kendi yaşamını anlattığı 1959 yılında tamamladığı kitap.
Suyu Arayan Adam’da Aydemir, Tek Adam, İkinci Adam, Enver Paşa; Makedonyadan Ortaasya’ya ve Menderes’in Dramı adlı kitapların anlattığı yakın dönem Türkiye dizisinin kendi özyaşam öyküsünden yola çıkarak farklı bir bakış açısından anlattığı beş kitabından biri aynı zamanda otobiyografik-roman bir olarak değerlendirilebilir. Yazar birinci bölümde döneminde hakim olan Osmanlıcılık, Türkcülük–Turancılık gibi Osmanlı Devleti‘nin son devrin de hakim ideolojilerine getirdiği eleştirilerle irdelemekle beraber kendisinin bu ideolojilerle olan ilişkisini dile getirmiştir. Ayrıca bu bölümde Rusya‘daki Sovyet Devrimi’ne Azerbaycan‘daki turancılık ve sosyalist hareketlere Asya’daki galiyevciliğe Sovyetler’deki Lenin ve Stalin dönemleri arasındaki farka değinilmekle birlikte Doğu Emekcileri Sosyal Bilimler Akademisin de okuyan Nazım Hikmet ve Va-nu gibi tanınmış Türk sosyalistlerini, Doktor Nazım ve bazı İttihat ve Terakki üyelerinden de bahseden yazar Türkiye’ye dönmesiyle birlikte Aydınlık dergisi etrafında toparlanan sosyalist aydınlar arasına girişini Aydınlık Dergisi’ni Türkiye Komünist Partisi‘nde ki görüş ayrılıklarına 1925 ve 1927 yıllarındaki komünist tutuklanmalarıyla beraber Afyon’da hapis yatmasına kadar uzanan birici bölümden sonra İnkılabın Emrinde adlı ikinci bölümde yazar, Kadro hareketine, Kemalist devrime, devrimin gerçekleştirilmesi için gerekli olan şartlara değinmiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarında Atatürk’ün himayesinde yaptığı eğitim çalışmalarını anlatarak kitabı noktalamıştır.
Kitapta kendisini “suyu arayan adam” olarak nitelendiren Şevket Süreyya Aydemir, Turancılık hevesinden sıyrılıp, Komünizm gibi fikirleri de reddederek, Cumhuriyetçi veMilliyetçi kimliğe bürünmesiyle suyu bulduğunu belirtip, doğru yola eriştiğini ima etmektedir.
Kutsal İsyan, Hasan İzzettin Dinamo‘nun Milli Kurtuluş Savaşının gerçek hikâyesini romanlaştırdığı eseridir.
İlk kez 1966-67 yılları arasında sekiz cilt olarak basılmış olup, günümüzde beş cilt olarak yeni baskısı bulunan romanıdır. Dinamo eserin Kutsal Barış adıyla 7 cilt olarak devamını da yazmıştır o da günümüzde 4 cilt olarak basılmıştır. En büyük özelliği çok ayrıntılı olarak kaleme alınmış olması ve roman iddiasının da çok edebi bir dille kaleme alınmış olması nedeniyle gayet güçlü olmasıdır. Zaten Kutsal Barış ile Orhan Kemal Roman ödülünü kazanmıştır. 7 Cilt ve tarihsel olmasına rağmen Dinamo oldukça akıcı bir dil kullandığından çok rahat okunabilmektedir, sürükleyici bir tarihsel romandır. Milli Mücadele üzerine yazılan en uzun kurgusal kitap olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Ancak bu roman kurgusundaki her şeyin tamamıyle gerçeklere dayandığı da unutulmamalıdır