Bu yazı geçen yazının devamı ve tamamlayıcısı olacak. Geçen hafta sülalenin Balta kısmı ile ilgili Harika Balta’dan bazı bilgiler almıştım. Bu hafta da soluğu Güneş Teyzemde aldım. Aslında kendisi Trabzon’un meşhur ‘’Hakim Güneş Hanım’’ıdır.
Güneş Dobrucalı annemin yaşça en küçük kız kardeşi ve uzun süre Trabzon’da hakimlik yapmış bir hanımdır.
Güneş teyzem hikayenin başlangıç kısımlarını bilmiyor, ancak kendi dedesi, yani Annelerin babası olan İbrahim Efendiden (Büyükbaba) sonrasını anlattı. Bu arada Harika hanımın bazı yanlışlarının olduğunu söyledi. Şimdi hikayenin Güneş hanım versiyonunu anlatıyorum.
Harika hanım İbrahim efendinin iki karısı vardı, ilk karısı Kobal sülalesindendi diye anlatmıştı. Teyzemin anlattığına göre Büyükbaba’nın gerçekten de iki karısı varmış, ancak her iki karısı da Kantoğlu imiş, hatta iki kız kardeşmiş. İlk karısı kanserden ölünce evlenmek için kız kardeşini birkaç yıl beklemiş, sonra o kız kardeş de kanserden ölmüş.
Anne tarafımızda yaygın olarak bulunan kanser hastalıkları için meğer her iki Büyükana’ya birden serzenişte bulunulurmuş, hatta kanserli kadının kız kardeşini niye aldı diye biraz da İbrahim efendi suçlanırmış.
İlk karısından bir oğlu, ikinciden 4 oğlu, 2 de kızı olmuş.
Harika Hanım Büyükbabanın ilk karısından olan çocuğu Doktor Dayı (Fahri Efendi) diye anlatmış iken, teyzem ilk karısından olan dayılarının boğazda boğulan hakim dayıları olduğunu söyledi. Hakim dayının ismi gene zor hatırlandı, ama sonunda Ferzan yengem hatırladı, bu dayının adı Nabi Efendi imiş. Çanakkale’de hakimlik yaparken Rize’ye ağır ceza hakimi olarak tayini çıkmış, onlar da motor ile yola çıkmışlar. İstanbul boğazını geçerken karısı ve teyzeme göre iki çocuğu ile birlikte boğularak ölmüş. Nabi Efendinin yıllar sonra boğazdan sandığı çıkartılmış, sonra bu sandık içindekileri Büyükbabaya göstermişler, o andan sonra Büyükbabanın başı sallanmaya başlamış, ölene kadar da başı sallanmış.
İbrahim efendinin tahsilini teyzem de bilmiyor, ancak sülalesinde Enderun’dan yetişmiş insanlar bile var, demek ki okumaya hevesi varmış. İbrahim efendi kendi çocuklarını okutabilmek için yıllarca İstanbul’da çalışmış, galiba bir kahvehane işletmiş, böylece Cemil dayının dışında bütün oğullarını okutmuş.
Bu hikayeyi dinlerken Nabi efendinin yeğenlerinden biri olan kendi teyzem Mualla Telatar’ın yıllar boyunca Rize’de ağır ceza hakimliği yapmış olması bana ilginç geldi. Teyzem sanki kendi dayısının kısmetini yaşamış.
( Nabi Efendinin hikayesini kendi dayımın eşi Ferzan Telatardan öğrenirken, dayımın oğlu Emre Telatar’da ailenin Telatar tarafı ile ilgili şecerenin bulunduğunu da öğrenmiş oldum. Sülalenin Telatar kısmını biraz daha ayrıntılı ve ihtilafsız yazabileceğimi umarım.)
Diğer dayılarına gelince doktor dayının zamanında gerçekten de Türk asıllı doktor sayısının çok kısıtlı olduğunu anlattı. İki kez evlendiğini ve ilk karısının Kobal olduğunu, Harika hanımın muhtemelen bu nedenle bir karışıklık yaşadığını anlattı.
Alaman (Hikmet) dayısının hikayelerini doğrulayarak, Almanya’da Elizabeth isimli bir kadınla evlendiğini ve ondan bir oğlu olduğunu ekledi. Hatta benim ortaokul öğrencisi olduğum bir zamanda Türkiye’de bir hayli siyasi cinayetler işleniyordu, bunları tetkik etmek için bir çok yabancı gazeteci de Türkiye’ye gelirdi. Bu gazetecilerden birin adının Paul Balta olduğunu ve benim de kökenlerimde Türklük olabilir dediğini duyunca Güneş teyzem, Alaman Dayının oğlu olduğunu düşünüp, adamla temas kurmuştu, ancak adam hayır aradığınız adam ben değilim demişti.
Bu Alaman dayı da daha sonra iki kez daha evleniyor, ikinci evliliğinden Şahin Dayı ve Yıldız teyzeler doğuyor. Şahin dayı çok genç yaşta öldüğü için, bundan sonra Anneler hiçbir çocuğa kuş ismi koydurmadı. Hatta o öldüğü zaman eşi hamile idi ve oğluna Artan adını koydurmuştu.
Güneş teyzem, muhtemelen en sevdiği dayısı olan, Kemal Dayısı ile de ilgili hikayeleri bir hayli artırdı. Mesela birinci Cihan harbinde daha Kulelide okurken onu istihbarat subayı olarak seçmişler, sonra bir ara casus olarak Yunanistan’a göndermişler. Orada Harika hanıma göre çaycı olarak, teyzeme göre hamal olarak çalışıp istihbarat toplarken, günün birinde yakalanmış (Bu hikayenin çaycı versiyonu benim aklıma daha çok yattı, istihbarat toplamak için daha uygun bir kamuflaj gibi geldi). Teyzemin anlattığına göre vücuduna yazı yazarken görüldüğü için yakalanmış. Bundan sonra da her nasılsa onun İstanbul’da iken başını dertten kurtardığı bir Yunanlı da onu kurtarıp, İstanbul’a göndermiş.
Güneş teyzem bu dayısını çok iyi hatırlıyor, çünkü onlar İstanbul’da okurken Kemal dayıları da İstanbul’da imiş, okuyan kız yeğenlerini (annem ve iki teyzem) çok sever ve kayırırmış, onlara sık sık para verirmiş. Annem oldukça gururlu olduğu için ona para verecekken kitaplarının arasına koyarmış.
Bir sefer Güneş teyzemle birlikte vapurla İstanbul’a gitmişler. Güneş teyzemin kamarası ikinci sınıf onunki birinci sınıf imiş, Kemal dayı, Güneş teyzemi kendi kamarasında yatırmış. Teyzem uyandığında kamaranın yerlerinde bozuk paralar bulmuş. Meğer dayısı akşam oyun oynamış ve bir çok para kazanmış, onlar da yatmadan önce cebinden düşüp kamaraya saçılmışlar. Teyzeme acaba dayın içkili miydi diye sorduğumda, teyzem hayır içki içmezdi, ama oyun oynamayı severdi, paraya da hiç değer vermezdi, bana para vereceği zaman elini cebine atar, ne kadar para tuttuğunu saymadan uzatır verirdi diye cevap verdi.
Kemal dayıya ait bir çok hikayeyi bizzat onun ağzından dinlemişler. Mesela Kemal dayının İnönü’yü Anadolu’da karşılaması ile ilgili ilginç bir ayrıntı daha anlattı. Elbette o zaman yollar çok kısıtlı, Kemal Dayı İnönü’yü bir dereden karşıya sırtında geçirmiş. Tam derenin ortasında durup ‘’Bana ne yapacaksın, bak seni sırtımda geçiriyorum’’ demiş. İsmet İnönü de tamam harpten sonra yanıma gel demiş. Yıllar sonra Mecliste karşılaşmışlar ve İsmet İnönü ‘’Balta hani beni arayacaktın’’ diye o günü hatırlatmış, Kemal dayı da ‘’hayır siz beni arayacaktınız paşam’’ demiş.
Kendisi Demokrat partiden milletvekili olduğu halde İsmet İnönü ile çok ilgilenirmiş. Meğer parti içi muhalefeti kadar, İsmet Paşa ile ilgilendiği için de, kazanamasın diye, ikinci dönem onu Artvin’den aday göstermişler. Demokrat parti milletvekili olduğu halde, içten içe CHP’li olduğunu anlatmak için, parti içinde Kemal dayıya ‘’Yaylacı’’ denilirmiş.
Bir de bu dayımız nerede alıştı ise her gece buz gibi sularla duş alır, daha sonra da çıplak olarak uyurmuş. Bunu ben daha önce duymuştum ama teyzem de gülerek kabul etti ve bu hikayeyi nereden bildiğimi sordu.
Öğrendiğim bir diğer şey de Cemil dayının en küçük kardeş olduğu ve fındık tüccarlığı yaptığı oldu.
Ben teyzemden aslında büyükbabayı anlatmasını istemiştim, çünkü çocukluğum onun bir çeşit derviş olduğunu anlatan hikayeleri dinlemekle geçti.
Büyükbabanın bizim Kızkulesi’ndeki eski evde yaşadığını biliyordum, ancak daha önce Bulep’te, Alaman dayının evinde yaşarmış. Günün birinde Şahin dayı ile Güneş teyzem kendi kendilerine karar verip, büyükbabayı bir kayığa atıp, Kızkulesi’ne getirmişler. Burada büyükbabayı kıyıya çıkardıktan sonra, kıyıdan eve kadar olan yarda onu bir sandalyeye oturtmuşlar, Şahin dayı kucağında çıkarmış. Bundan sonra da ölene kadar bizim evde yaşamış.
Büyükbaba’nın beyaz bir sakalı varmış, kulağı pek iyi duymazmış, başı da sürekli sallanırmış. Ancak annemden dinlediğime göre garip iyileştirme ve geleceği bilme güçleri varmış. Annem ve teyzelerim onu yattığı odada yatarlarmış. O zamanlar lüks lambası ile aydınlatma yapılıyormuş, annem her gece özellikle de sınava hazırlanırken dedesinin yanında kitaplarını okur, bir yandan da dedesinin ‘’yeter okuduğun, artık yat kızım’’ demesini beklermiş. Yine annemin anlattıklarından hatırladığıma göre sınavda sorulacak soruların hepsini okuduktan sonra dedesi ona artık yeter okudun dermiş, her zaman da en son okuduğu kısım son soru olarak sınavda sorulurmuş.
Bunun gibi pek çok macerasını daha dinlediğimi hatırlıyorum onun bir çeşit sufi derviş olduğunu anlıyorum. Bulep’teki evinde yaşarken Erzincan’da olan 1939 depreminin sarsıntısından büyükbabanın odasının bir kısmı yıkılmış. Odanın duvarı ve döşemesinin büyük kısmı yıkık halde iken büyükbabanın yatağı hiç sarsılmadan öylece kalmış.
Mürüvvet teyze bir gün babasının odasına girip, onu bazı varlıklara namaz kıldırırken görüp bayılmış. Daha sonra uyandığında, kendi ve babasından başka odada kimse yokmuş, büyükbaba başını okşayarak yok bir şey kızım diyormuş.
Birisinin bir yerinde yara bere olsa okuyarak o yaranın geçmesini sağlarmış. Büyükbaba oldukça uzun yaşamış, hatta son yıllarda kuzu dişleri çıkmış. Çocukluğum buna benzer hikayeler dinleyerek geçti.
Teyzemin anlattığına göre ağzı kuruduğu için ağzında sürekli şeker olurmuş. Bu şekerleri de kilitli bir çekmecesi olan ceviz masada saklarmış, bu masanın bir yerinde küçük bir çatlak varmış, buradan şekerlerini aşırır yerlermiş, büyükbaba çekmecesini açınca şekerlerinin azaldığını görünce ‘’Sare’nin akrepleri, gene çekmeceme girmiş’’ demiş.
Ancak burada büyükbabanın ömrüm boyunca, en çok dinlediğim hikayesini teyzemin kattığı ayrıntıları da ekleyerek yazıyorum.
Yıl tam olarak ne zaman bilmiyorum. 1930ların sonu kırkların başı olabilir, en büyük teyzem olan, Malike teyzem Annelerin Kantoğlu akrabalarından biri ile evli ve İstanbul’da oturuyor. Annem öğretmen okulunu bitirip Pazar’a (daha doğrusu Limanköy’e) geri dönmüş. Dayım İstanbul’da Tıp Fakültesi, Mualla Teyzem de İstanbul Kız Lisesi birinci sınıfta okuyor.
Büyükbaba günde sadece iki öğün yemek yermiş, ama devamlı bir şeyler okurmuş, dayım da İstanbul’dan büyükbabası ve babası okusunlar diye her hafta toplu halde gazete gönderirmiş. Büyükbaba bu gazeteleri en ince noktasına kadar okurmuş. Bir gün bir gazetenin ucunda bir yerde küçücük bir ilan görmüş, bu ilanda da Kandilli Kız Lisesine 20 kızın leyli meccani (parasız yatılı) alınacağı yazıyormuş. Bu ilanı gören büyükbaba heyecanlanıp hemen Mualla ve Güneş buraya başvursun demiş. Ancak Türkiye çapında 20 kız alınacak bizimkilere sıra gelir mi diye sorulan soruya verdiği yanıt çok ilginç.
‘’Bu kızlardan ikisi bizim kızlar, geriye kalan 18 kişi aralarında paylaşsın’’.
Bu sırada Mualla teyzem İstanbul Kız Lisesi birinci sınıf öğrencisi, Güneş teyzem ise Pazarda hala ortaokul son sınıfta okuyor. O gün derhal başvuru dilekçesi veriyor, ancak başvuru tarihi bir gün geçmiş. Okul müdürü olan Kadir Çağal bey gene de dilekçesini kabul ediyor, teyzem hala onun için de her gün dua edermiş.
Güneş teyzemin de okumaya girecek olması maddi açıdan dedemi düşündürmüş, çünkü bizimkiler ne kadar toprak ağası da olsalar o sıralar ülke ekonomisi berbat durumda, kimsenin elinde avucunda bir şey yok. Bu durumda gene Anneler devreye giriyor ve ‘’Gavurdan müslümandan borç alıp gene de okutacağım’’ diyerek dedemin direncini kırıyor.
Bu arada teyzemin tarih hocasının annesi ‘’bu kızlar üzerinde çok nazar göz var, bunların biri bu okulda okuyamayacak’’ diyor. Ve bu öngörüsü gerçekleşiyor.
Her iki teyzem de Kandilliye başladıkları halde okulda sadece Mualla teyzem okuyabiliyor, çünkü Güneş teyzem bronşit (belki de tüberküloz) olup bir yıl okula gidemiyor. Ancak ertesi yıl Cumhuriyet Lisesine gidiyor, orası da kapandığı için İstanbul Kız Lisesinden mezun oluyor.
Her iki teyzem de hukuk fakültesine İstanbul Üniversitesinde başladıkları halde gen sadece Mualla teyzem oradan mezun oluyor. Güneş teyzem ise, o sırada annemler Ankara’da yaşadıklarından, Ankara’ya nakil yaptırıp oradan mezun oluyor.
Son olarak anlattığı şey de; Mürüvvet teyze hastalandığı zaman Mualla teyzem onu Bulep’teki evden alıp, Kızkulesi’ndeki eve getiriyor. Bu sırada büyük teyze çok da ağır hasta olmamasına karşılık teyzeme ‘’babam da böyle gitmişti, acaba ben de Kızkulesi’nde mi öleceğim’’ diyor. Gerçekten de birkaç gün sonra Kızkulesi’ndeki evde ölüyor.
Son olarak da ben ilginç bir detay eklemek istiyorum. Bu yazıyı yazmam neredeyse bir haftamı aldı. Bu yazıyı yazdığım süre boyunca Güneş teyzemin damadı Prof Dr Orhan Özgür ve oğlu Prof Dr Ahmet Dobrucalı, her ikisi de bir gün ara ile Ankara’ya doçentlik jürisine gidip dayım Prof Dr Hasan Telatar’ın eşi yengem Prof Dr Ferzan Telatar’ı uzun zamandır yattığı hastanede ziyaret edip birer resim çektirip sosyal medyada yayınladılar. Yengem uzun zamandır hasta ancak aklı hala zehir gibi çalışıyor.
Yazilarinizi severek okudum, ailemle ilgili bilmedigim seyleri ogrenmis oldum. Sizinle tanismayi cok isterim.
Çok teşekkür ederim. elbette tanışalım