Bana göre ‘’bizim zamanımızda’’ diye cümle kurmaya başlayan herkes yaşlandı. Belki de devri geçti. Ben de tedavülden kalktım sayılır. Aslında çoktandır tedavülden kalkmıştım, ama akıllı telefonlar çıkınca bunun farkına vardım.
Ne zaman dolmuşa, otobüse binsem yanımdaki genç kız kendinden geçmiş bir şekilde, parmakları tıkır tıkır işleyerek telefonundan mesaj çekiyor. O sırada bindiğimiz araç yansa farkına varmayacak, o kadar dalmış o küçücük ekrana. Ayrıca eminim eline bir tığ versen mesaj çekerken turbo hızla çalışan o parmaklar felç olur. Muhtemelen zihninde ineceği yere geldiğini bildiren bir GPS (yer bildirme cihazı) var ki, gözlerini, ellerini ve dikkatini telefondan hiç almadan şoföre ineceği yeri söyleyebiliyor.
Ne zaman bindiğim uçağın tekerlekleri piste dokunsa hemen her yolcu çoktan açmış olduğu telefonunu kulağına dayayıp, artık konuştuğu herkimse ona indiğini haber veriyor. Kutsal bedeninin o şehre teşrifi, beş dakika sonra bilinse, o beş dakikanın içinde bu önemli şahsın engel olacağı nükleer savaş patlak verecek, dünyanın sonu gelecek sanki.
Hep birlikte güzel bir yerde yemek yeniliyor, kimse ne yanındakinin ne de çevresinin güzelliğinin farkında değil, telefonunda bir şeylerle meşgul. Çevresindeki kişi ve güzelliklerle ilgisi, onları telefonundaki bir resim haline getirmekten ve bu resmi sosyal medya ile paylaşmaktan ibaret.
Anı bir fotoğrafa resmetmek, anı yaşamaktan önce geliyor. Sanal dünya insan zihninde, gerçek dünyanın önüne geçmeye başladı.
Televizyon programları şovları gerçek hayattan daha gerçek gibi bir algı oluştu. İnsanlar okuduklarından ya da karşılarındaki uzmanın söylediklerinden daha çok sanal dünyadan elde edindikleri bilgilerin doğru olduğuna inanıyor.
Mesela evde koca dayağı yiyen kadın, pembe dizideki aşklara inanıyor. Asgari ücretle çalışan, ya da işsiz olan genç kendini ülke kurtaran adamın yerine koyuyor. Herkes saatlerce onu ‘’gerçek dünya’’ algısından uzaklaştıracak programlar izliyor.
Tamam, hiç televizyon izleme, internet kullanma demiyorum. Teknoloji düzgün kullanılınca çok güzel bir şey aslında, bilgiye ulaşmak hiçbir zaman bu kadar kolay olmamıştı. Ama bilgi kirliliği de hiçbir zaman bu kadar yoğun yaşanmamıştı.
Hadi bir doktor çıksın da ‘’ben internetten böyle öğrendim, televizyondaki şu programda böyle dediler’’ diye kendi tanı ve tedavisine karşı çıkan hiçbir hastam olmadı desin bakalım.
Ben çocukken evimizdeki telefon cihazı siyah renkli, 2kg’a yakın, heyula gibi bir şeydi. Bir yeri aramak için numaraları parmakla çeviriyordunuz, şehirler arası arama için postaneye telefon açıp sıraya yazılıyordunuz, en erken 2 saatte bağlanıyordu. Telefon numaraları 4 haneli idi, mesela bizim numaramız 1500 idi. Bir telefona sahip olduğumuz için forsumuz (cakamız da) 1500 idi, çünkü pek çok ailede telefon yoktu. Bizim evin de iki odası doktor muayenehanesi olduğu için bir telefonumuz vardı, yoksa belki de olmazdı.
Ben telefon olmayan bir evde hiç yaşamadım. Ancak televizyon olmadığı zamanları çok net hatırlıyorum. Televizyon önce Rize Pazar’daki Büyük Ev’e (dede evi) alınmıştı, çünkü Rus televizyon yayınları izlenebiliyordu. Türkiye’de resmi televizyon yayını ben 10 yaşında iken, yani 31 ocak 1968 günü başlamıştı, bizim Trabzon’daki eve çok daha sonra alınmış olmalı.
Ben gençken bayılarak izlediğim ‘’Uzay Yolu’’ isimli bir bilim kurgu dizi vardı (Şimdi internetten baktım da 1966’da çekimine başlanmış). Bu dizide çeşitli gezegenlerden çeşitli yaratıklar aynı uzay gemisinde çalışıyorlar, çok uzağa gitmeleri gerekse ‘’Işınlanıyor ’’lardı. Yani insanlar bir alete girip moleküllerine ayrılıyorlar, çok kısa bir süre sonra da istedikleri bir yerde bütün molekülleri yeniden bir araya geliyordu. Bu kadar uçuk fütüristik fikirlerin olduğu bu dizide bile cep telefonu fikri yoktu.
Elli yılda insanlığın geldiği yere bak, belki hala ışınlanma meselesini yapmaya çok zaman var, ama şimdi internet ve akıllı telefon olmadan bunca binyıllar boyunca insanlar nasıl yaşamış diye sormak mümkün.
O parmakların ucu akıllı telefonlara değmeden önce neye değiyordu? O gözler akıllı telefon ekranlarından evvel neye bakıyordu? Hatırlayanınız var mı?
Namık Kemal’in Hürriyet kasidesinin
‘’Ne efsunkâr imişsin ah ey didâr-ı hürriyet
Esîr-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esâretten ‘’ dizelerini
‘’Ne efsunkâr imişsin ah ey ekran-ı telefon
Esîr-i aşkın olduk artık kurtulduk düşünmekten ‘’ diye değiştirmek mümkün.