Buhara’dan sonra Semekant’a doğru yine otobüslerle yola düştük, çünkü arada Şehrisebz’i de görecektik. Maveraünnehir bölgesinde gezerken Timur’u görmezlikten gelmek mümkün değil. Şehrisebz, bereketli bir vahada kurulu, adı da zaten sebze şehri anlamına geliyor.
Bu şehirde Timur’un yaptırmış olduğu en büyük saray olan Aksaray ve Timur’un inanılmaz büyüklükteki heykeli var. Çünkü burası Amir Timur’un ilk başkenti, seferlerinden sonra döndüğü yer. Kendi türbesi burada değil ancak en sevdiği oğlu Cihangir’in türbesi burada. Aksaray’dan da sadece kapının bir bölümü kalmış, ancak bu bile zamanında ne kadar görkemli bir yapı olduğunu gösteriyor. Şehrin tam göbeğinde büyük bir arazi bu sarayın açık hava müzesi olarak düzenlenmiş.
Ayrıca bu şehirde bol bol nur yüzlü, Asya gözlü dedeler gördük.
Cihangir’in türbesi de yine bir şekilde ziyaret yeri olarak kullanılıyor, içinde ulu bir ağaç vardı ve bu türbeyi ziyaretimiz sırasında hava bozdu, yağmur yağmaya başladı.
Ertesi gün Semerkant’a doğru yol alırken bu yağmur zaman zaman kendini göstermeye devam etti. Böylece Semerkant’a muhteşem bir gök kuşağı altında girdik. Hayır, yalan söylemeyeyim, aslında bir türlü giremedik, çünkü yol boyunca tıslayıp duran otobüsümüz tam da şehre 3 kilometre kala iptal oldu. Rehberimiz taksi çağırarak bizi şehre gönderdi, işte o taksilerin gelmesini beklerken ben de Semerkant girişinde gök kuşağı resimleri çektim.
Semerkant da dünyanın en eski şehirlerinden biri, Persler tarafından kurulmuş, Ahameniş kırallığının önemli bir parçası olmuş, daha sonra Büyük İskender tarafından alınmış. Araplar, Abbasiler ve daha kimler gelmiş, kimler geçmiş. İpek Yolu’nun önemli bir kavşağında kurulan kent, tarih boyunca gezginlerin uğrak noktası olmuş, ama asıl 14-15. yüzyıllar Semerkant’ın altın dönemi olarak kabul ediliyor. Cengiz Han 1220’de Semerkant’ kontrolü altına almış ve şehirde taş üstüne taş bırakmamış. Daha sonra Timur burayı başkent ilan etmiş ve Semerkant devrin önemli bir kültür ve cazibe merkezi haline gelmiş. Bundan sonra kabaca özetlersek Özbek dönemi ve Sovyetler birliği dönemleri geliyor.
Semerkant, tam da hayallerimin hakkını verdi. Burada en çok aklımda kalan Amir Timur Türbesi, Uluğ Bey rasathanesi, Bibi Hatun camisi, Recistan meydanı ve yerel çarşı oldu.
Bibi Hatun, Timur’un en sevdiği eşi imiş ve onun adına yapılan bu cami de alınlıklı kapıları, muhteşem mimarisi ve cüssesi ile göz alıyor. Yerel çarşı hemen Bibi Hatun Camisinin yanında konulanmış, modern (turistik) bir kısım dışında bütün eski dünya şehirlerindeki çarşılar gibi büyülü bir çarşı.
Semerkant’daki en etkileyici eserlerden biri de Uluğ Bey medrese ve rasathanesi. Bu dev rasathane ile çok önemli ve doğru gök yüzü bilgilerine ulaşılabiliyor. Uluğ Bey aslında Timur’un kendi öz torunlarından biri. Oldukça tutkulu bir matematik ve astronomi bilgini imiş, şehri yönetirken Semerkant’ın dünyanın en önemli bilim merkezlerinden biri olmasını sağlamış, ancak ne hikmetse kendi oğlu tarafından öldürülmüş.
Elbette Gur Emir (Timur) Türbesini de anlatmak gerek. Timur’u buraya gömmüşler ancak o zamanlarda cesedin diğer dünyaya ulaşabilmesi için gömülü olması gerektiği düşünülüyormuş, bu nedenle Cengiz ve Timur gibi emirlerin düşmanlarının mezarlarını tahrip etmeleri ve iskeletlerini çıkarıp yakmaları beklenmedik bir davranış değilmiş.
Belki de bu nedenle bu emirlerin savaş tanrısı gibi bir şey oldukları düşünülerek Timur’un kemiklerinin mezarlarından çıkarılırsa dünyanın sona erebileceği bir savaş çıkacağına inanılıyormuş. Türbenin başına gelenler bu inanışı destekler nitelikte. Bundan sonraki paragrafı vikipediden aldım.
19 Haziran 1941’de Sovyet antropolog Mikhail Gerasimov, Timur’un bedenini inceledi. Ancak Timur’un mezarını açmadan önce protestolarla karşılaşmıştı ve mezarın lanetli olduğuna dair bir inanış vardı. Anıt mezarında her kim olursa olsun Timur’un mezarını deşerse ülkesine savaş şeytanlarının dolacağını söyleyen bir yazı olduğu söylenir. Gerasimov mezarı açtıktan 3 gün sonra 22 Haziran 1941’de Nazi Almanyasının Sovyetler Birliğine savaş ilan etmesi, bu söylentinin popülerleşmesine ve günümüze dek gelmesine neden olmuştur. Lahitlerden çıkarılan kemikler Leningrad’da götürüldü ve incelendi. Timur’un bedeninde yapılan araştırmada, kendi çağına göre uzun sayılabilcek bir boyda 1.73 cm olmakla birlikte, geniş göğüslü ve belirgin elmacık kemikli biri olduğu anlaşıldı. Ayrıca onun kalça incinmesinden dolayı aksaklığı doğrulandı. Antropolog Gerasimov, kafataslarını inceleyerek tüm hanedanın portrelerini yaptı. Kasım 1942’de Stalingrad Zaferinden önce İslamî törenle tekrar defnedildi.
Semerkant’da bir de muhteşem Recistan Meydanı var ki, islam dünyasının en güzel, Orta Asya’nın en görkemli külliyesi burada. Üç tarafı Uluğ Bey, Şir-Dar (Aslanhane) ve Tila Kari (Tilyekari) medreseleri ile çevrili. Sadece bu meydan ve çevresindeki eserleri gezmek için bile Semerkant’a gitmeye değer. Bu medreselerin iç mimarileri bizim Anadolu’da İpek yolu üzerindeki konaklama hanlarından alışık olduğumuz biçimde büyük bir avluyu çevreleyen fonksiyonel birimlerden oluşuyor.
Gece yerel bir restoranda bize özel eğlence düzenlendi. Gezi boyunca yediğimiz Özbek pilavının en lezzetli örneklerinden birini bu gecede yedik. Asıl güzel tarafı da bir çok folklor ekibinin bir biri ardına sahne alması idi. Bazı ekiplerin oyunları daha Asyalı, bazılarının biraz Hint esintili olmasına rağmen bir çok ekip oyunu bize çok yakın geldi, bu oyunlardaki bir şeyler kendi içimizdeki Orta Asya köklerimize değdi. Ben de (hiç sevmem oynamayı ya) hemen kalkıp kendimi sahneye attım. Meğer bütün ekip beni beklermiş, rehberimiz dahil ne oynadık ne oynadık. Yerel oyuncular şaştı kaldı, onlardan çok çeviklik gerektirmeyen bazı numaralar öğrendik biz de onlara biraz Anadolu kıvraklığı öğrettik. Muhteşem bir gece idi.
Semerkant’da çok önemli bir sanatçıdan muhteşem iki adet minyatür satın aldım. Bu minyatürlerden biri, bir hayat ağacı, diğeri ise bir Özbek masalını özetleyen ve dört mevsimi gösteren çok hoş bir eser. Geziden döndüğümden beri çalışma masamın duvarını süslüyorlar, yani bu yazıları yazarken bile onlara bakıyorum.