Bir başka kendimce geliştirdiğim muayene yöntemi de çocukların ‘’ağlaması sesinin tonu’’ ile ilgilidir. Benim kulaklarım hiç de iyi değildir, mesela bir şarkı dinlerken asla notaları anlayamam, kalpte birinci derece üfürümleri duyamam. Ancak çocukların ağlama seslerinde, benim düşük kapasiteli kulaklarımla bile çok net olarak seçilebilen farklılıklar vardır.
GÖĞE BAKAN KOCAKARI KASIM 2016
Kasım ayı Hicri takvime göre Sefer ayının 1’inci, Rumi takvime göre Ekim ayının 19’uncu günü ile başlıyor. Kasım ayı bu yıl Hicri takvime göre Sefer ayı ile tamamen uyuşuyor, 14 Kasım’da ise Rumi takvime göre de Kasım ayı başlıyor.
Onbir Kasım’da ‘’Pastırma Yazı’’ denilen birkaç günlük mevsimsiz sıcaklar var.
Kasım’ın 14’ünde Boğa burcunda gerçekleşen bir dolunay var. Ay boğada olduğundan ilk bakışta olumlu bir dolunay gibi görünse de Pluton ve Jüpiterin konumlarına bakınca devlet ve düzen işlerinde, diplomaside yaşanan bazı aksaklıklar duygulara kötü yansıyabilir gibi görünüyor.
Kasım’ın 29’unda ise Yay burcunda gerçekleşen bir yeniay var. Bu dolunay 4. Evde gerçekleştiği, Satürn ile çok yakın olduğu (Merkür de aynı evde) ve 7. Evdeki Neptün ile üçken yaptığı için, evle, köklerle, aile ve vatanla ilgili sıkıntı, partnerlerle, diplomasi ilgili kafa karışıklığı ve belirsizlik. Bu günlerde özellikle bu tip konularda ciddiyetle düşünmek lazım.
NİHAYET DOĞRU TANI, TANRIÇA DEĞİL ŞİŞMAN KADIN
Klasik arkeolojinin pek bilindik bazı açıklamaları bana oldukça zorlama gelir. Bir çok şeyi dini ritüellerle açıklamaya çalışıp, neredeyse gördükleri her kadın heykelini tanrıça ilan ederler.
Bir de tam bunun karşısında yer alan uzay teorisyenleri var ki; onlar da gördükleri her şekli uzaylıların vaktiyle dünyayı istila ettiklerinin delili olarak görüyor.
Uzay teorisyenleri için fikir yürütemeyeceğim, ama klasik arkeolojik açıklamalarda en azından benim karşı çıktığım oldukça önemli ayrıntılar var.
DEDİĞİM DEDİK, ÇALDIĞIM DÜDÜK, BEN KENDİ AKLIMA UYGUN YAŞARIM, KİM BENİ ETKİ ALTINA ALACAKMIŞ ŞAŞARIM
İki üç yıl önce her zaman başıma problem çıkaran bir dişim yüzünden diş hekimi Hakan Uzun ile oldukça uzun bir terapi macerasına başlamıştım.
Zavallı adamcağız, daha önce de defalarca ameliyat edilmiş, ama yeniden iltihaplanmış kökü olan bir dişimi kurtarabilmek için aylarca uğraştı da uğraştı.
Beni defalarca ameliyat etti, bu seri ameliyatların bir çoğunda anestezi uzmanı Selim Komar da katılarak, bana anestezi verdi. Anesteziyi ‘’dormicum’’ ile yaptı. Bu ilaç aslında insanı tamamen bilinçsiz hale getirmiyormuş, o sırada sorulara filan cevap verebiliyormuşsun. Geçici bir ağrı hissi azalması, mutluluk hali yapıyor ve ameliyattan çıktıktan sonra hiçbir şey hatırlamıyormuşsun. Gerçekten de aynen dedikleri gibi, ameliyatlardan sonra, o koltukta olan hiçbir şeyi hatırlamıyordum.
Ne kadar uğraştıysa da dişi kurtaramadı, sonunda diş implantı için çivi çakmaya sıra geldi. O gün, artık son kez anestezi alacağım. Selim Bey’in gelmesini beklerken Hakan Beyle sohbet etmeye başladık. Ben Hakan’a artık çok yorulduğumu ve emekli olmayı düşündüğümü söyledim. O da hemen itiraz etti ‘’hocam daha sizin için çok erken, sonra sıkılırsınız, birkaç ay, hatta bir yıl ücretsiz izin alıp dinlenin sonra kararınızı gözden geçirin’’ dedi. Ben de zaten birkaç aydan beri rapor ve izin kullandığımı ama artık kararımı netleştirdiğimi, birkaç gün içinde emekli olacağımı anlattım. Biraz da beni hem zihnen hem de ruhen bu kadar bezdiren iş yerindeki kırgınlıklarımdan söz ettim elbette.
Hakan gene ‘’başkalarının etkisi ile öğrecilerini, hastalarını kendinden mahrum etme’’ gibi klasik ‘’vicdanıma ve egoma seslenme’’ diskurunu çekti. Ama ben ‘’hayır kesin kararımı verdim, biraz da kendim için yaşamak istiyorum’’ diye konuyu kapattım.
Neyse biraz sonra Selim geldi, Hakan Selim’e hemen ‘’hocam emekli oluyormuş’’ demesin mi? Bu kez Selim daha yüksek bir ses ve ısrar derecesi ile aşağı yukarı aynı sözlerle beni vaz geçirmeye gayret etti. Ben gene sakince kesin kararlıyım dedim.
Bundan sonra Selim bana ‘’anestezi’’ verdi, Hakan da ameliyat etti. Ben gene o koltukta neler olduğunu hatırlamıyorum.
Birkaç gün sonra da kontrole gittiğimde Hakan gülmekten kırılıyordu. Meğer Selim bana ilacı verdikten sonra emekli olmaktan vaz geçmem için bilinç altıma girme çalışması yapmaya karar vermiş. Fakat Hakan’ın söylediğine göre ben uyanık olduğum zamankinin on katı şiddetli bir reaksiyon vermişim. Ben itiraz ettikçe, Selim ısrar etmiş. Sonunda yüzüm gözüm kızarmış, ‘’HAYIR HAYIR, OLACAĞIM, KARARIM KESİN’’ diye bağırmaya, kendimi sağa sola atmaya başlamışım. O kadar ki; Hakan, Selim’e ‘’uğraşma artık, günahtır’’ demek zorunda hissetmiş.
Benim üniversite yıllarından beri arkadaşım olan Olcay Aktan birkaç yıl önce bana, merak edip bir toplu hipnotizma seansına katıldığını, ancak bir türlü hipnotize edilemeyip psikiyatrı bezdirdiğini anlatmıştı. Hipnotize edilememe durumunu da etki altına alınamayan bir zihin yapısına sahip olmasına bağlamıştı.
Hakan’ın muayenehanesinden çıkar çıkmaz Olcay’ı aradım, sen gene canlı iken iradeni teslim etmemişsin, ya bana ne demeli, anestezi altında bile zihnime girilmesine engel oluyorum diye böbürlendim.
Bu halimize ikimiz de çok güldük. Etki altında kalmaya meyilli olmadığımız medeni hallerimizden belli değil mi zaten?
Ha bu arada emekli olduğum bir yılı geçti, herkesin iddia ettiğinin aksine çalışma hayatını hiç mi hiç özlemedim.
DEDEM CEVDET EFENDİ, MAVİ GÖZLÜ, SUKUNET PAŞA
Benim annemin babası Cevdet Efendi bildiğim kadarı ile zamanına göre iyi tahsilli (şimdiki lise muadili olan bir okuldan pek iyi dereceyle mezun olmuş) ve yıllarca memuriyet yapmış bir adamdı. Ancak benim çocukluğumda çoktan emekli olmuştu, dolayısı ile onu hep evdeki hali ile hatırlıyorum. Her gün yelekli takım elbisesini giyer, kravatını takar, evde bile öyle resmi otururdu.
Belinde herhangi bir sakatlık olmamasına karşılık yaz kış her sabah büyük bir özenle beline en az 3 metre uzunluğunda 10-15 santim eninde, beyaz renkli, yün bir kuşak sarardı. Bu kuşağı o kadar usturuplu sarardı ki, dışarıdan hiç belli olmazdı.
Onu düşününce gözümün önüne derhal yelek cebinden çıkarıp baktığı köstekli saati ve kulaklığı da geliyor.
BENİ GENE BİR AŞURE TELAŞIDIR ALDI, KENDİ KÜÇÜK LEZZET SIRLARIMLA PİŞİRDİĞİM AŞURE TARİFİ
Bu yıl aşure günü Ekimin 11’i Salı gününe denk geldi.
Benim için yılın ilk aşuresini yapmak diğerlerinden biraz daha uzun süreli bir iştir, çünkü nohut, kuru fasulye ve buğdayı toplu halde haşlarım. Aşureden artan malzemeleri daha sonra kullanmak üzere buzluğa koyarım.
Pazar günü akşamından birer paket nohut, kuru fasulye ve buğdayı suya koyup, pazartesi sabahı hepsini bir biri ardınca düdüklü tencerede haşlayarak bu sabahki işimi kolaylaştırmış oldum. Dün ayrıca kuru yemiş alış verişi yapıp, kestaneleri de haşlayıp, kabuklarını soydum. Bu gün işim nispeten kolaydı.
Bu sabah bir büyük bardak buğday, yarım bardak nohut ve yarım bardak kuru fasulye ve akşamdan suya koyduğum 3 kaşık pirinci, 10 bardak su ve bir silme tatlı kaşığı tuz ekleyerek 3 saat boyunca kaynattım. Her yarım saatte bir karıştırarak suyunu kontrol ettim. Kaynatma işlemi 2.5 saat olduktan sonra ¾ bardak toz şeker ekledim. Bundan sonra tencerenin altı tutmasın diye yanından ayrılmadım.
Bu son yarım saatte gün kurusu kayısı, vişne kurusu ve kan üzümü kurularını bıçakla biraz doğrayarak, kuş üzümü ve sultani üzüm kurularını ise doğramadan ayrı kaselere koyup, üzerlerine sıcak su döktüm. Yarım saat sonra bu malzemeleri sıkarak iyice sularından arındırdım.
Kararmaması için son dakikada 2 adet yeşil elmayı küp şeklinde doğradım.
Bu verdiğim ölçü ile 10 kase aşure çıkıyor. Her bir kasenin içine eşit miktarda elma küplerini, üzüm, kuş üzümü, kan üzümü, kayısı kurularını, dolmalık fıstık ve haşlanmış kestane koydum.
Keselere bundan sonra tuz ve şekerle haşladığım bakliyat karışımını döktüm. Küçük bir kaşıkla her bir kasenin içindeki malzemeleri alt üst ettim. Biraz soğuyup üzerleri kabuklanınca kaselerin üzerini dolmalık fıstık, ceviz, kaju, fındık ve nar taneleri ile süsledim.
Oldukça güzel bir aşure oldu.
Bakliyatı haşlarken tuz koyunca bakliyatın lezzeti çok daha belirgin ortaya çıkıyor. Eğer tatlı kaşığı ile tuz koymaya çekinirseniz en azından silme bir çay kaşığı tuz mutlaka koyunuz.
Meyvelerin tahıl ve bakliyatla birlikte pişirilmemesi aşurenin renginin kararmasını engelliyor. Malzemelerin her kaseye eşit dağılmasını sağlıyor. Ayrıca eğer mesela aşurede üzüm sevmeyen birisi varsa onun kasesine koymayabiliyorsunuz.
Aşurede su tadı olmaması için sıcak suya koyup yumuşattığınız meyvelerin sularını iyice sıkmaya dikkat etmek lazım.
Aşure yaparken içine elma koymanın pek alışılmış bir şey olmadığını biliyorum ama çok taze bir lezzet ekliyor, denemenizi öneririm.
Bir daha aşure yaparken mutlaka sarı kurutulmuş kayısı ve Antep fıstığı da kullanarak daha renkli bir görünüm elde etmeye, kuru meyveleri ise eğer çok sert değillerse daha küçük doğrayıp, hiç sıcak suya koymamaya karar verdim.
Renk cümbüşü için narenciye kabuğu rendesi de eklenebilir.
GÖKTEN DÜŞEN SULAR ÜLKESİNİN TOMBUL TANRIÇALARI
Bu hafta sonunda aslında İstanbul’dan misafirlerim gelecekti ve birlikte küçük bir Doğu Karadeniz turu yapacaktık. Artvin Maçahel bölgesine gidecektik, çünkü tam da bu günlerde orada kısacık fakat tarifi mümkün olmayan güzellikte bir sonbahar olur. Bu da yetmezmiş gibi başınızın üzerinden yırtıcı kuşlar Afrika’ya doğru göç eder. Bu günlerde Maçahel’de nereye bakacağınızı şaşırırsınız.
Arkadaşlarım gelmedi, ama ben Doğu Karadeniz gezisi yapacak bir ruh haline çoktan bürünmüştüm. Böylece geçen hafta sonunda görmeye henüz fırsat bulamadığım bazı yerlere gitmeye karar verdim.
ORTA ASYA’DA ATALARDAN KALMA İZLER VE İÇİMİZDEN ÇIKAN ATA KÜLTÜ
İnsan Orta Asya coğrafyasında gezerken umulmadık duygulara kapılıyor. Ben 2014 yılında hemen her gezimde yaptığım gibi ‘’Fest travel’’ ile Kazakistan Kırgızistan gezisine katıldım. Kazakistan’da Ahmet Yesevi ve Aslan babın türbelerine gitmek, Kırgızistan’da son derece anlaşılabilir Türkçe konuşan insanlarla karşılaşmak oldukça etkileyici idi.