Daha önce annemin baba tarafından sülalesini 1600’lü yıllardan itibaren sadece ağa olan kişi üzerinden yazmıştım. Bu konuda hem biraz araştırma yaptım hem de kendi hayatım boyunca aileden pek çok hikaye duydum. Bu yazıyı da hem kendi duyduklarıma hem de bazı kaynaklara dayandırmak istiyorum.
Bu kaynaklardan önemli biri Murat Ümit Hiçyılmaz’ın yazdığı ‘’Çayelinden Oyani 1835 Arhavi-Hopa-Fındıklı Nüfus Kayıtları’’ kitabıdır. Bu kitap adı geçen ilçelerin 1835 tarihli ve 1165 nolu Arhavi Nüfus Defterinde bulunan kayıtları içermektedir. Bu kitapta da Telatar sülalesine ait pek çok parça parça bilgi bulunmaktadır. Ayrıca bu tutkulu amatör yerel tarihçinin Pazar Nüfus Kütüğü kitabı da oldukça etkileyicidir.
Bir başka önemli kayıt eski Pazar belediye başkanlarından Hızır Ali Telatar’ın hazırlamış olduğu aile şeceresidir.
Son olarak da kuzenim İbrahim Emre Telatar’ın bundan 25-30 yıl önce hazırlamış olduğu ve ailenin son üç neslini oldukça geniş bir şekilde kapsayan çalışmasını inceledim.
Geçenlerde bu konu ile ilgilendiğimi bilen arkadaşım Hamiyet Özen bana Nikolay Marr isimli bir Rus yazarın yazdığı ‘’Lazistan’a Yolculuk’’ isimli bir kitap hediye etti. Bu kitabın yazarı geçen yüzyılda lazları ve lazcayı araştırmak için Türkiye’ye gelmiş ve bu kitabı yazmış kitabın 38’inci sayfasında Tilaturizade Fevzi Efendi’nin ona lazca konusunda yardımları olduğunu anlatmış. İşte bu Fevzi Efendi benim dedemin en büyük ağabeyi oluyor.
İbrahim Ağa yani dedemin dedesi (1815-1895) yılları arasında yaşamış. İlk eşinden benim dedemin babası olan Hasan Ağa (1837-1904) doğmuş, ikinci eşinden de bir başka erkek çocuğu olmuş. İbrahim Ağa öldüğü zaman bu ikinci eş kendi oğluna Çitat (Akyazı köyü) ve çevresindeki, yani yukarı kesimlerdeki toprakları, Hasan Ağa’ya da Atina (Pazar ilçesi) yani kıyıdaki toprakları uygun görmüş.
Bundan sonra Telatar sülalesi, insanların zihninde yerleşim yerlerine göre ‘’aşağı Telatar’lar’’ ve ‘’yukarı Telatar’lar’’ olarak bölünüyor.
Ağalık ise aşağı Telatarlar’a yani benim büyük dedem olan Hasan Ağa’ya geçiyor, çünkü zaten ailedeki büyük erkek çocuk o.Çocukluğum Hasan Ağa’nın hikayelerini dinleyerek geçti. Hasan Ağa anladığım kadarı ile astığı astık, kestiği kestik bir derebeyi. Zaten soyu Padişah fermanlı bir Ağa. şimdiki düşünceye göre akla zarar hikayeleri var.
Sultan 2. Abdülhamid’in Trabzon valisine hazırlattığı envanterde Atina kısmında Bassazade Halim ve Tilatorzade Hasan Ağalar da var. Her ikisi de mal-mülk ve itibar bakımından tam puan almış. Bu bilgiyi ayrıca Murat Ümit Hiçyılmaz’ı kaynak gösteren
http://cezmyurtsever-osmanldevleti.blogspot.de/…/cayeli… blogundan da okumak mümkündür.
Pazar’ın (o zamanki adı ile Atina) ortasındaki 5 katlı, tarihi taş konakta, bütün oğulları, gelinleri ve torunları ile birlikte yaşıyormuş. Anneler’in (anneannem) anlattığına göre evin et ihtiyacı için koca bir hayvan kesilir ve evdeki bir çengele asılırmış. İlk bir iki gün hayvandan birkaç parça et yenilir, daha sonra ise hayvanın işlerini o gelin yapsın bu gelin yapsın derken hayvan çengelde öylece çürürmüş.
Hasan Ağa bir gün rüya görüp için sabah kalkınca bu taş konağın üstteki iki katını yıktırmış. Kimse de korkudan neden olduğunu soramamış.
Hasan Ağa’nın en bilinen hikayesi ise şudur; kışlık atmacası ortadan kaybolunca bütün çarşıdaki esnaf dükkanlarını kapatıp ‘’Atina yanıyor’’ diyerek hayvanı aramaya çıkmış.Atmaca bulundu mu bilmiyorum, ama hikayenin mutlu sonla bitmiş olmasını umuyorum.
Hikayeler içinde bana göre en korkuncu; bir gün Hasan Ağa’nın ahırında çalışan seyislerden biri ineklerden birinin arkasında yakalanmış. Bunu duyan Hasan Ağa ahırdaki 40 büyük baş hayvanı murdar oldu diye kestirip, etlerini kimse yemesin diye toprağa gömdürmüş, evde de ne kadar peynir, süt, sütlaç varsa hepsini çöpe döktürmüş, elbette seyisi de Atina’dan kovmuş. Allah tarafından onu öldürtmemiş.
Hasan Ağa işte böyle bir adam. O da hemen bütün ataları gibi iki kez evlenmiş, ilk karısından olan çocukları Mehmet Fevzi Efendi (1864-1943), Ahmet Ziya Efendi (1871-1936) ve Sadiye Hala.İkinci karısından olan çocukları ise İbrahim Salim Efendi (1884-1951), dedem Osman Cevdet Efendi (1888-1974), İsmail Hakkı Efendi (1896-1977) ve Leyliye Jordan, Zeynep Basa halalar.
Ağalık elbette Mehmet Fevzi Efendiye geçiyor. İşte Nikolay Marr’ın kitabında yazdığı kişi bu büyük amca. Bu amcanın bir de tarihi hatası var. Mustafa Kemal Atatürk, Anadolu’ya geçtiği zaman, Milli Mücadeleye katılmak üzere Erzurum Kongresine davet ediliyor. Mehmet Fevzi Ağa ise önce kongreye katılmak üzere yola çıkıyor ve Trabzon’a kadar da geliyor, ancak aklına kim girdi yada ne gibi bir vesveseye kapıldıysa Mustafa Kemal’in başarılı olamayacağına karar verip Trabzon’dan geri dönüyor. Muhtemelen Rus işgalinden ve muhacirlikten yeni kurtulmuş olan ailesini önünü göremediği bir savaşa sokmak istemiyor, başlarına gelecek olanlara razı oluyor.
Kısa bir süre sonra ise Cumhuriyet kuruluyor, böylece Osmanlıdan kalma Ağalık sistemi de tarihe karışıyor, zaten toprakların önemli bir bölümü Batum’da kalıyor. Elde kalan topraklar da yeni sisteme göre çocuklar arasında bölününce, kimsenin elinde ağalık yapacak kadar toprak kalmıyor. Ancak bu sistemin içinde doğmuş olan nesil, hatta bir sonraki nesil bile asaletlerinden burunlarından kıl aldırmıyorlar.
Belki Kurtuluş Savaşına katılmama kararı verdiği için belki de Ağalık onun döneminde son bulduğu için, şimdiki sülalenin (en azından bizim kolda) gönlünde son ağa olarak Fevzi Ağa değil, Hasan Ağa vardır.
Çok şükür ki sülaleye çok aydın kadınlar gelin oluyor ve bu öncü kadınlar çocuklarını okutarak ‘’yeni çağa’’ ayak uyduruyorlar.
Benim dedem olan Cevdet efendi muhtemelen kardeşler arasında en munis olanı, ona kalan topraklar şimdi Kızkulesi denilen yerde.
Osman Cevdet Efendi, Sara Balta (anneler) ile evleniyor. Düşükler ve yeni doğan döneminde ölen bebekler hariç Malike, Mukaddes, Nihal, Hasan Muhittin, Mualla ve Süreyya Güneş isimli çocukları erişkin yaşlara ulaşıyorlar.
Malike teyzem ev hanımıydı.
Mukaddes teyzem geçen hafta 98 yaşına giren, meşhur Muke’miz oluyor.
İlk okul öğretmeni olan, asıl ismi Nehar yani gündüz, resmi adı Nihal olan üçüncü kız benim annem.
Hasan Muhiddin Telatar, Amerika’da gastroenteroloji ihtisasını bitirdikten sonra İhsan Doğramacı tarafından Hacettepe Üniversitesinin kurulması aşamasında davet edilmiş öğretim üyelerinden biridir ve yaygın olarak bilinen adı Hasan Telatar’dır.
Mualla teyzem Rize’de uzun yıllar ağır ceza hakimliği yapmış meşhur Mualla Telatar’dır.
Asıl adı Süreyya jora olan Süreyya Güneş ise teyzem ise gene uzun yıllar Trabzon’da hakimlik yapmış Trabzon’un ikonik isimlerinden biri ünlü Güneş Dobrucalı’dır.
Her biri ve onların çocukları kendi başına bir roman malzemesi olduğu için sırası geldikçe yazacağım. Şimdilik bu kadar.
Yıldız Yalçınlar hanımdan değerli katkılar aldım. Hasan Ağanın resmindeki iki kişinin kimler olduğunu bildirdi.
Hasan Ağanın kızından torunları Yıldız Yalçınlar ve Sema Basa’dan katkılar; onların yazdığı gibi aynen ekliyorum.
Hasan ağanın kızı Şadiye hanım ölene kadar gürcü prenses maaşı almış. Hasan ağanın ilk hanımından kızı, dedelerimin annesi. Prenseslik ilk büyük kıza geçiyormuş çarlık yıkılınca kaldırılmış. Prenseslik devam etseydi Sema Basa’ya kalacaktı.
Bu bilgiler babaannem Aliye Basa dan.
Hızır Ali Telatar’ın föyü, Emre Telatar’ın yıllar önce yaptığı aile ağacı ve Cezmi Yurtsever’in bağlantısı (Murat Ümit Hiçyılmaz’ı kaynak gösteren Cemal Kalyoncu’nun yazısı) ekte verildi. Ayrıca bazı aile resimleri ve Murat beyin Kitap kapaklarının resimleri de ekte verildi.