Şimdi artık kanıta dayalı tıp uygulaması zamanı, kanıt olmadan bir şey yapamıyorsun. Ancak ben mesleği aktif olarak yaptığım 35 yıl boyunca kendimce bazı, kitaplarda yazmayan kanıtlar, gözlemler ve gamlar (skalalar) geliştirmiştim.
Bir hastanın başına gittiğim zaman bu ‘’gözlem gamlarıma’’ göre bir şey söylerdim, bütün asistan ve hemşireler gaipten haber aldığımı düşünürlerdi. Ancak işin aslı öyle değildi, yıllarca biriktirdiğim gözlemlerle geliştirdiğim ‘’tıbbi sezgileri’’ dile getiriyordum.
Mesela günlerdir beyaz küreleri bir türlü yükselmeyen bir kemoterapi hastasının yanına gidip ‘’merak etmeyin yarına bu çocuğun beyaz küreleri yükselecek’’ derdim, ertesi gün gerçekten de beyaz küreleri yükselmeye başlardı. Bu çıkarımı elbette ki, medyum olduğum için değil, gözlemlerime dayalı olarak yapıyordum.
Bana göre bir kemoterapi hastasının beyaz kürelerin yükseleceğini bilmek için çocuğun gözüne bakmak yeterlidir. Beyaz küreleri düşen hastanın gözünün feri (ışığı) azalır. Çocuğun kemik iliği faaliyeti başlayınca, hemen enerjisi (takat) ve gözünün ışığı yerine gelir, gözleri parlamaya başlar. Kişisel konuşmalarımızdan, bir çok hematolog, onkolog arkadaşımın da aynı gözlemi yaptığını biliyorum.
Ben cadı yada gaipten sesler alan bir kocakarı değilim, sezgilerimi bile bilimsel, sayısal bir değere oturtmak zorundayım ya, kendimce bir ‘’göz feri gamı ‘’geliştirmiştim. Çocuğun gözünün parlaklığı, kendi skalama göre, 10 üzerinden 5’in üzerine çıktı mı, ertesi gün beyaz küreler yükselmeye başlardı, 8’in üzerine çıktı mı mutlaka normal sınırlar içine dönerdi. Bunu yazan bir kitap yok, aktif çalışırken kimseye bu skaladan bahsedemedim, ama şimdi emekliyim artık bu ‘’bilim dışı’’ sırlarımı rahatça itiraf edebilirim.
Bir başka gözlem gamım da ‘’hayat ışığı’’ idi.
Asistanlığımın ilk yıllarında, ben ve diğer devre arkadaşlarım, her gün bebeklerin, çocukların ölümünü göre göre, çoğumuz en az bir ‘’ölüm öngörme belirteci’’ saptamıştık. Mesela asistan arkadaşlarımdan biri ‘’bu çocuğun burnu beyazladı’’, bir diğeri ‘’gözleri başka türlü bakmaya başladı’’ derdi (Her iki arkadaşım da şu anda Hacettepe’de öğretim üyesidir).
Ben de nasıl olduğunu anlayamadığım bir şekilde çok kısa bir sürede ölecek çocukları anlamaya başlamıştım. Yıllar içerisinde özellikle de küçük bebeklerde hiç şaşmayan ‘’hayat ışığı gamı’’ geliştirmiştim. Yani bir halojen lambanın yavaş yavaş kapatılması gibi bebeklerin ışığının söndüğünü görmeye başlamıştım. Benim için bebek ne kadar küçükse o kadar kolay görülebilen bir şey bu.
Ben Fakültede Tıp öğrencisi iken, bir dahiliyeci olan dayım Prof. Dr. Hasan Telatar’ın da yaşlı insanların bir yıl içinde öleceklerini anladığını fark etmiştim. Mesela yaz tatilinde Pazar’a geldiğinde, onu ziyarete gelen ve bana sağlıklı görünen birisi için ‘’artık bu seneyi çıkarmaz’’ dediğini ve gerçekten de o yıl o kişinin öldüğünü birkaç kez deneyimlemiştim. Bunu nasıl anladığını sorduğumda bana net bir cevap vermemiş, muhtemelen aynı zamanda hocam da olduğu için böyle bilimsel temele oturtamadığı şeyleri dile getirmekten çekinmişti. Galiba ‘’ sans klinik’’ yani ‘’tıbbi sezgi’’ filan gibi bir şey diyerek geçiştirmişti.
Benim açımdan ‘’hayat ışığı gamı’’nı, her çocuğun muayenesinde kullanmak mümkündür. Hani şu genel durumu iyi, orta, kötü diyorsunuz ya. Genel durumu orta ya da kötü dediğiniz zaman yanına bir de ‘’solunum sıkıntısı var, bilinci kapalı’’ gibi bir tanımlama cümlesi yazmak gerekir. Bir çok çocukta da bu kadar belirgin bir şey göremezsiniz ama çocuğun durumu iyi değildir, halsizdir, keyifsizdir, depresiftir, her ne halse sizi rahat ettirmeyen ‘’bir şeyi’’ vardır. İşte o tanımsız şey, benim ‘’hayat ışığı’’ dediğim şey. Zamanla bu ışığı da kafamda birden ona kadar derecelendirdim.
Çocuğun ateşini düşürdüğünüz, ya da hidrasyonunu sağladığınız, halde hala çocuğun ışığı yerine gelmediyse, ilk anda düşündüğünüzden daha ağır bir hastalığı var demektir.
Hani çok bilinen kötü bir hikaye vardır, bir çocuğu birkaç hastaneye götürmüşler ve bir şeyi yok cevabı almışlardır, sonra çocuk komada bir hastaneye zor yetiştirilmiştir. İşte bu hikayede doktor, muayenesi normal görünen o çocuğun hayat ışığının azaldığını fark etmemiştir. Çoğu çocuk doktoru kendi bir şey bulamasa da annesinin ‘’bu çocuk iyi değil’’ lafına inanması bu yüzdendir.
Elazığ’da mecburi hizmet günlerimin ilk ayında ‘’hasta’’ diye getirilen bir çocuğun annesine ‘’ne şikayeti var’’ diye sorduğumda, çocuğu göstererek ‘’canı kaçtı’’ demişti. Bu ifade çok dikkatimi çekmişti. Çocuğa menenjit tanısı koymuştum, ama ilk muayenemde de daha sonraki takipte de hiç bilinci kapanmamış, solunumu hiç sıkıntıya girmemişti. O zaman henüz hastanemize bir pediatristin geldiği de pek duyulmamıştı, yani işim azdı. Ben de gidip gelip saatlerce hastayı gözlemlemiştim. Üçüncü gün çocuğu daha ‘’iyi’’ gördüm, annesine ‘’bak canı yerine geldi’’ dedim, ‘’he’’ diye beni onayladı. İşte o çocuk benim ‘’hayat ışığını’’ ilk fark ettiğim hastadır.
Ayşenur canımsın. Bayıldım yazına. İlk fırsatta bütün yazılarını okuyacağım. Kalemine ve tecrübene sağlık.