Bu günkü tek planım yeni çıkan kimlik kartımı almaktı. Evet kimliği aldım almasına da, ayağıma değmedik taş, başıma gelmedik iş kalmadı.
Aksilikler sabah erkenden başlamıştı zaten. Bir gece önce hiç uyumadığım için bu gece uykunun gözüne gözüne vurmuşum. Kalorifer yanan evde, saat 10’da uyanınca da haliyle baş ağrısıyla ve sürüne sürüne yataktan çıktım.
Başım sersem gibi aynaya baktım ki, yüzüm gözüm şişmiş, suratımda hiç meymenet yok. Burnumun içi Sahra Çölü gibi kurumuş, yüzümü yıkarken burnum kanamaya başladı, bir hayli de kanadı. Yetmezmiş gibi kahvaltı hazırlarken elimi yaktım.
Sözüm ona bu gün, evime yakın bir yüzme havuzuna üye olacaktım, bu kadar keyifsiz olunca, bu moral motivasyon eksikliği ile yeni bir işe başlamanın pek mümkün olmadığına karar verip öğlene kadar evde zaman geçirdim.
Ama çok kalitesiz bir zaman. Elime bir kitap aldım, normalde en az 50 sayfayı yutup bitireceğim kadar bir zamanda, bir türlü aklımı verip de yarım sayfa bile okuyamadım. Tabii okumaktan da vaz geçtim. Televizyonda bir program seyrettim, iyice moralim bozuldu.
Nihayet öğlen oldu, ben de çarşıdaki işerimi halletmek için evden çıktım.
(Bu pazartesi günü sabah saatlerinde, ben şehirdeyken, tanımadığım bir mobil numaradan bir telefon almıştım. Meğer postacı imiş, evime gelip beni bulamamış, yeni kimliğimi ve bir de kargo getirdiğini, evde kapıyı açan kimsenin olmadığını, ertesi gün yani Salı günü, yeni kimliğimi İl Nüfus Müdürlüğünden, kargoyu ise postaneden almam gerektiğini söyledi.
Ben tabi Salı sabahı postaneye gittim, henüz kargom oraya ulaşmamış, orada çalışan bayan, kargomun ancak öğleden sonra ulaşacağını söyledi. Ben de bundan bir çıkarım yaparak kargom postaneye gitmediyse kimliğim de müdürlüğe gitmemiştir, diye düşündüm. İyice sağlam olsun diye de Çarşamba günü ( bu gün) öğleden sonra hem postaneye hem de müdürlüğe gitmeyi planladım.)
Evden çıkıp, Valilikteki Nüfus Müdürlüğüne gitmek üzere arabama bindim. Araba çalıştıktan 2 dakika sonra benzin bitti işaretini gördüm, önce her zaman benzin aldığım istasyona doğru sürdüm (gitmem gereken yönün tam aksine). Tam da benzinliğe yaklaşırken telefonum çaldı, Nüfus Müdürlüğünden bir müdür ‘’kimliğiniz müdürlüğümüze geldi, lütfen gelip alın’’ dedi. Bu telefon bende gerçekten büyük bir şaşkınlık yarattı, öyle ya postacı evde bulamayınca arıyor (trafik cezalarını vermek için daima bulur), Nüfus Müdürü gel evrakını al diye arıyor. Kendimi çok medeni bir ülkede yaşıyor gibi hissettim, çok memnun oldum. Bu nazik telefonu açan müdüre büyük bir hoşnutlukla, kimliğimi almak üzere yolda olduğumu, yarım saat içinde orada olacağımı söyledim.
Ama ‘’üç harfliler’’ iş başında idiler, ben bu şaşkın, mutlu ve gönençli haldeyken meğer benzin istasyonunu geçmişim. İçim adamı daha fazla bekletmeye el vermediği için benzin menzin almadan geri döndüm.
Ve Valiliğin kapısına dayandım.
Demek isterdim ama öyle olamadı.
Valiliğin önündeki yolun kaldırımındaki otoparkta yer yoktu. Bir hafta önce kimlik çıkartmak üzere baş vurduğumda o otoparka park etmiş ve park ücretini ödeyecek kimseyi bulamadığım için de otoparka borç takmıştım. Görevliden borcumu söylemesini istedim, ama adam ‘’evet 8 TL borcun var, ama senden şimdi para mara istemem, çabuk buradan git, yolu kapatma’’ dedi.
Kaldırıma gerçekten de 2 sıra araba park edilmiş ve yolda tek bir arabanın zorlukla geçeceği kadar yer olduğundan ilerlemek zorunda kaldım. Ta Meydana kadar bir tane boş park alanı göremediğim için meydana gelip sık kullandığım bir otoparka arabayı bıraktım.
Bu durumda da postaneye kadar yürüyüp, oradaki kargomu alıp, postane önündeki dolmuşlarla Valiliğe gitmeyi planladım.
Ama öyle olamadı.
Postaneye gittim ki, kargo teslim bölümü miting alanı gibi kalabalık, sonra gelirim diye düşünüp hemen valilik dolmuşuna bindim. Allah’tan dolmuşa biner binmez para vermek için elimi çantama attım ki ne göreyim, cüzdan çantanın içinde değil.
Biraz önce valilikteki otoparktaki adama para vermek için çantamdan çıkardığım cüzdanı arabamda unutmuşum. Hadi dolmuştan indim, bu sinirle bütün yolu geri dönüp ve meydandaki otoparktan cüzdanı aldım (Bu da küçük şehirde yaşamanın faydaları, İstanbul’da olsam o cüzdan o kadar zamanda çoktan gaybubete karışmış olurdu).
Bu kez tekrar postaneye gittim, kalabalığı filan gözüm görmedi, bekleyip kargoyu almaya karar verdim. Bu bekleyiş sırasında zavallı küçük bir çocuğun hastaneye geldiğini ve orada kayıt kuyruğu beklediğini düşünerek ağlaya ağlaya ortalığı yıkmasını dinledim. Genç bir kızın 2 gün önce bütün çantasını çaldırdığını, şu anda herhangi bir kimliği olmadığı için elinde karakoldan verilen bir kağıt ile kargosunu almak için cebelleşmesini dinledim. Asker oğlunun banka kartını almak için adamın ve oğlunun neler yapması gerektiğini dinledim.
Dinledim de dinledim. Bir yandan halime şükrederken diğer yandan da demek ki için için iyice dolmaya başlamışım.
Neyse postanede bir yarım saat bekledikten sonra kargomu aldım. Dolmuşa atladığım gibi Valiliğe gittim. Bir yandan da içimden beni telefonla arayan o nazik adamdan onu beklettiğim için nasıl özür dileyeceğimi iyice planladım.
Ama gene öyle olamadı.
Nüfus Müdürlüğündeki evrak kayıt bölümüne gittim. Orada benim gibi kimlik almak üzere bekleyen 3,4 kişi, bir masanın üzerinde 100 civarında kimlik zarfı ve o zarflarla uğraşan birkaç memur vardı.
Sıra tam benim önümdeki adama gelince memurlardan adı Yayla olan, ancak soyadını okuyamadığım biri (daha sonra istediğin yere şikayet et, diyerek adını küçük bir pusulaya yazıp elime verdiği için söylüyorum) bir şekilde zıvanadan çıktı ve bize ‘’vermiyorum kimlikleri, dışarı çıkın’’ diye bağırmaya başladı.
Bu arada ben daha önce telefon aldığım için hala minnet doluyum, hiç sesimi yükseltmiyorum, alttan alarak konuşuyorum ama belki de bu tavrımdan ötürü, adam iyice delirdi. Benim eski kimlik kağıdımı elimden alıp, ben senin kimliğini bulur veririm, dışarıda bekle diyen diğer memuru da azarlayıp, eski kimliğimi elime tutuşturdu, beni kapı dışarı etti ve arkamdan da akşam beşe kadar bekle o zaman diye bağırdı.
Ben de sersem gibi koridora çıktım. Bir saat önce bana telefon edecek kadar kibar davranmış bir birimde gördüğüm muameleye hala inanamıyorum. Biraz sonra kimliğimi bana verecekler diye düşünüyorum. Bu arada boşuna bekleyeceğime, gidip otopark borcumu ödemek istedim. Otoparktaki görevli de bana ‘’ öğlende yolu tıkadın’’ diye söylenmesin mi, birden bire gözüm döndü ‘’bana bak, şimdi bütün hırsımı senden çıkarmayayım, çabuk çeneni kapat ve al şu parayı da, def olup gideyim’’ diye avaz avaz bağırdım. Aniden biraz önce efelenen adamın içinden bir anlayış abidesi çıktı ve bir psikolog tavrıyla ‘’abla sana içeride ne yaptılar ki böyle delirdin’’ diyerek, akıllı uslu parayı aldı.
Bundan sonra artık endazem iyice ayarını şaşmış bir halde Müdürlüğe geri döndüm.
Hala o gelen telefonun etkisi ile memurun da siniri artık geçmiş olmalı diye düşünüp, tekrar odaya girdim. Ama yanılmışım, biraz önceki memur, beni tekrar karşısında görünce, resmen oturduğu yerden fışkırdı, elindeki zarfları atarak, ben artık bu işi yapmıyorum diye bağırmaya başladı. Ben de hala son derece sakin bir sesle, şikayet etmemi, gazeteye yazı yazmamı falan ister misiniz diye sordum.
Bütün memurlar hep bir ağızdan ‘’evet şikayet et’’ dediler. Ama onlar bize kimlikleri ulaştırmayan postane müdürlüğünü şikayet etmemi istiyorlar, kendilerini şikayet etmeye hakkım olmadığını düşünüyorlar. Ben de ‘’ hayır ben sizin bana yaptığınız bu muameleyi şikayet etmek istiyorum’’ dedim. Yaylacı al kime şikayet edersen et diyerek adını bir kağıda yazdı ve kağıdı elime tutuşturup beni tekrar odadan dışarı attı.
Ben de kapısında müdür yazan odaları dolaşmaya başladım, bir üst katta, bir müdür odasını dolu bularak içeri girdim. Müdüre ‘’ben aşağı kattaki evrak işlerindeki memurdan şikayetçi olmak istiyorum’’ deyince, hemen problemimi çözmek üzere telefona sarıldı, ama ben şikayetçi olduğum adamın adını söyleyince elini telefondan çekti, çünkü onun problemimi çözmesi için aradığı adam benim şikayet ettiğim adamdı.
Böylece müdür ne yapacağını şaşırdı, beni de memnun etmek istiyor. Kendimi tanıttım, beni buyur etti. Ama oturur oturmaz içime büyük bir aşağılanma duygusu geldi. Kendimi bile şaşırtarak aniden, adamın karşısında salya sümük, yüksek sesle ağlamaya başladım. Adamcağız iyice telaşlandı, bir kağıt havlu rulosunu elime tutuşturdu, kolonya çıkardı. İlla bana çay kahve ikram etmek istiyor, ama bir türlü çay ocağı telefona cevap vermiyor.
Bu arada öğlen beni telefonla arayan müdür de odaya geldi. Bana bağıran memuru odaya çağırdılar, o da geldi. Ama deminki adam değil, sanki bir kuzu. Meğer bütün bu kimlik değiştirme işinin Trabzon sorumlusu, bana bağıran ve bütün müdürleri tarafından çok sevilen, o memur imiş. Ancak bu kimlik değiştirme projesinde, Nüfus Müdürlüğü ile Postane Müdürlüğü, büyük bir sorun yaşıyorlarmış; hemen hemen bütün kimlikler insanlara posta yolu ile ulaştırılmıyormuş, böylece bütün zarflar, nüfus müdürlüğüne geliyormuş. Her bir zarfı alıp, işleme sokup, sonra da soyadı sırası göre dizip, halka vermek işi de bu evrak bölümüne fazla yük olmuş, memurlar günlerdir bu yüzden kumdan halat büküyorlarmış.
İyi de bana ne bütün bunlardan? Bana neden böyle davrandınız, hem telefon edip çağırdınız, yanınıza gidince de odadan kovaladınız?
Karşısında metrelerce kağıt havluyu gözyaşlarım ve sümüklerimle ıslatmaya devam ettiğim zavallı müdür, az önce beni odadan kovan, ama şimdi karşımızda melek gibi oturan memura ‘’hoca hanımın sorununu çözün, kimliğini hemen bulup ona verin’’ dedi. Adamın yüzüne karşı ‘’bu şimdi mahsus vermez’’ deyiverdim. Adamın gözleri yuvarlandı, ama müdürün yanında da bir şey diyemeyip odadan çıktı.
Beş dakika içinde, önceden de bana yardım etmeye çalışırken azarlanan memur, kimliği getirip teslim etti. Demek ki bulunmayacak bir yerde değilmiş.
Ama günüme bir kez cinler bindi ya, gerisi de geldi.
Saat 16 olmuş, bari bir yemek yiyeyim diyerek, daha önce hiç gitmediğim, ama pek çok arkadaşımın severek gittikleri bir mekana gittim. Adamlar bana pişmemiş, resmen kırmızı kırmızı kıymaların göründüğü bir köfte getirdiler. Ama sunum harika, menü istiyorsun eline tablet tutuşturuyorlar, kahve istiyorsun, yanında içinden kokulu buharlar çıkan bir tuzlukla birlikte getiriyorlar. Mekandan ‘’köfteyi de pişirmiş olsaydınız buraya gene gelirdim’’ diyerek çıktım.
Akşam 17’de arabamı otoparktan aldım, eve gelmeden benzin doldurmam lazım, çünkü yarın sabah erkenden bakım randevum var. Az bir benzin koyduracaktım. Benzinci arabaya hortumu taktı, ben parayı verdim, adam biraz sonra paranın üstünü getirdi. Para gelince işim bitti diye, gaza bastım. Birden bire adamın panikle peşimden koştuğunu gördüm. Meğer hala hortum benzin deposuna takılı imiş, ben arabayı sürünce, hortum arabayla, benzin makinesi arasında çamaşır ipi gibi gerildi. Son anda fark edip durdum. Neyse ki yangın mangın çıkmadı. Ben güya benzin alırken tedbir olsun diye anahtarı soketinde bile tutmam, çıkarıp elime alırım, cep telefonu ile bile konuşmam, çoğu zaman benzin dolarken ben markete gidip alış veriş yaparım. Demek boşuna tedbir alıyormuşum, bu gün benzin hala depoya dolmakta iken arabayı kullandım, bir şeycik olmadı.
Bundan sonra artık hem gülüp hem de ağlayarak, sinir krizi geçirerek eve döndüm.
İçimin şişi insin diye yazıyorum. Yazım bitince bu gün, tövbe artık bir şeycik yapmam. Battaniyenin altına girip, bir cinayet dizisi izlemeyi düşünüyorum.