Her şey Hindistan’dan dönüşümde yoga merkezindeki arkadaşlarımın Hindistan ile ilgili izlenimlerimi dinlemek istemesi ile başladı diyebilirim.
Ben de işi iyice abarttım, kostümlü, masalsı bir ev partisi yapmaya karar verdim. Misafir ağırlayacak gibi değil de bayağı şölen yapacak gibi ciddi bir hazırlık yaptım. Ortam dekorasyonu, canlandırmalar, konuşmalar, yemek menüsü ve gecenin akış planı için özenle çalıştım.
Hindistan’la ilgili tarihi, sosyal ve kültürel bilgileri derleyerek, esprili, şiirli, öğretici bir konuşma ve gezide çektiğim resimlerden, kapsamlı bir slayt sunum hazırladım. Hatta sırf bu sunumu göstermek için, sırf üşendiğim için bir türlü değiştirmediğim televizyonumu yeniledim.
Hindistan’dan getirdiğim baharatlarla lezzetlendirdiğim ve orada yediklerimize benzeterek yaptığım yemeklerle güzel bir menü ve Varanasi şehrinin sokaklarında içtiğimiz baharatlı, sütlü çaydan hazırladım.
Bütün salonu ve masayı Hindistan’da gördüğüm gibi, sini içinde çiçekler, tütsüler, minderler ve biblolarla doldurdum. Elektrikleri kapatıp, bütün aydınlatmayı mumlarla yaptım.
Dünyanın çeşitli yerlerinden getirip yıllardan beridir biriktirdiğim hediyelikleri paketleyerek, onları dağıtacağım bir de çekiliş hazırladım.
Hindistan’dayken herkesin bir birini boyadığı Holly festivaline denk gelmiştik, bol miktarda vücut boyası ve alına iki göz arasına takılan, bindi denilen süslerden getirmiştim.
Arkadaşlarıma bana gelirken mümkünse Hindistan kostümleri giymelerini söyledim ve hemen bütün arkadaşlarım kostümlü geldi.
O gün Üniversiteden arkadaşım Olcay Aktan, bambaşka bir şey için İstanbul’dan gelmişti. Hindistan’dan getirdiğim sarilerden (Hintli kadınların elbise olarak kullandıkları kumaş) birini ona sardım ve gerçek bir Hint prensesine benzedi. Ona gelenleri karşılama görevi verdim. Olcay’ı diğer arkadaşlarım tanımıyordu. Düşünün, zaten değişik bir gece için giyinerek hazırlanmaya yani daha kendi evinden çıkmadan havaya girmeye başlamışsın, sonra tütsü kokan loş bir eve giriyorsun, kapıyı Hindistan’lı bir kadın açıyor ve ellerini göğsünde birleştirip ‘’Namaste’’ ( Hindistan’da selam verme şekli ve sözü) diyerek seni içeri buyur ediyor.
Salonun kapısında anlına ‘’bindi’’ yapıştırılıp, minderlere oturtuluyorsun, hemen ardından daha önce hiç tatmadığın bir çay içiyorsun. Daha ilk anda havaya girmemek mümkün değil.
Bu arada herkese saat ve yer bildirimi yapmıştım, ama nedense bazı arkadaşların evi bulmaları çok zor ve geç oldu. Dışarıda kalan misafirleri sokaktan toplama işini de Aleyna yaptı. Biz evi bulamıyoruz diye telefon açana şimdi size boğazına kadar hamile, sarı bir kız gönderiyorum diye cevap veriyordum. Sağ olsun Aleyna hemen koşup misafirimi eve getiriyordu. Yani GPS olarak Aleyna’yı kullandım.
Garip bir şekilde katılım açısından çok şanslı ve oldukça eklektik bir arkadaş gurubunu bir araya getiren bir gece oldu. Olcay’ın dışında, hastaneden Gülay Karagüzel, Gülay Kaya, Zerrin Pulathan, Aleyna ve Osman Okumuş (geç saatte katıldı) çifti ve Yavuz Özoran geldi. ‘’Kendine doğru yolculuk’’ drama gurubumuzdan ve devlet tiyatrosundan arkadaşlarım Duygu Dokgöz ve Serra Hacısalihoğlu geldi. Yoga merkezinden arkadaşlarım Gökhan Karaveli, Burcu Karaveli, Aslı Aksoy, Gizem Eradaş ve erkek arkadaşı, Yeşim Koçhan, Arzu Samancı, Zeynep Cansın Gelişli ve bir kız arkadaşı geldi. Yani evde neredeyse miting yapacak kalabalığa ulaştık, o kadar ki masaya sığmadığımız için çoğumuz yerlerde oturduk. Yani yer minderlerinin tek vazifesi dekorasyon değildi.
Karşılama merasiminden sonra herkes tabaklarına yemeklerini aldı, bir yandan yemek yenirken ben de bir saat kadar süren bilgilendirici konuşma ve slayt gösterisini yaptım.
Gökhan tarihi udunu da getirmişti. Yemekten sonra ud eşliğinde Mantralar (Sanskrit dilinde söylenen şarkılar) söyledik. Mantralar diye çoğul yazdığıma bakmayın, Gökhan’ın bildiği ilk ve tek mantra olan ‘’Şiva Şambo’’yu söyledik. (Kendisi bir kaç mantra bildiğini iddia ediyor ama biz henüz duyamadık).
Bundan sonra hediye çekilişi yaptık ve artık Gökhan’ın udu ve Arzu Hanımın sesinden Türk müziği konserine geçti.
Çok güzel, masal gibi bir gece idi, partiden ayrılmak herkese çok zor geldi. Zekeriya Alioğlu bana yeğeninin hala o geceyi anlattığını söyledi. Meğer Cansın’la birlikte gelen arkadaşı onun yeğeni imiş.
O gecenin tadı hepimizin damağında kaldığı için bundan sonra da, bazen benim evde, bazen Cansın’ların Ahi Evren Hastanesinin yukarısındaki bahçeli evlerinde, çoğu yoga merkezinde, hatta bir seferinde Faroz balıkçı barınağında olmak üzere bu özel gecelere devam ettik.
Önce yoga merkezinde, merkeze gelen diğer insanlara da açık olan bir Hindistan gecesi daha yaptık. Bu etkinliğimiz, en az 35-40 kişinin katıldığı çok kayda değer bir gece oldu.
Yemekleri ve ortam dekorasyonunu Burcu ile ben birlikte yaptık. Gün boyu çalışıp mutfağı yemeklerle doldurduk, bütün stüdyoyu mumlar, tütsüler ve çiçeklerle donattık.
Gecenin akışını ve rejiyi Duygu hazırladı, ayrıca tiyatrodan yedek kostümler getirdi. Bizlerden uygun kostümü olanlar giydiler, kostümü olmayanlar ise kiraladılar. Kendimizi kostümler, bindiler, aksesuarlar ve ellerimizdeki kınadan desenlerle masal prenseslerine döndürdük.
Misafirleri gene kapıda kostümlü arkadaşlarımız karşıladı, alınlarına bindi yapıştırarak ve sadece mumlarla aydınlattığımız büyük salona buyur etti.
Gecenin akış planına göre önce Gökhan ud eşliğinde, bütün misafirlerle meşhur ve yegane mantrasını söyledi.
Ardından Burcu mudraların anlamını ve ilk mudrayı anlattı (Mudra Hindistan’da kullanılan özel el pozisyonlarıdır, mistik bir tutuş, sembol ya da mühür niyetine kullanılır).
Burcu’dan sonra, Cansın, Selin’i manken olarak kullanarak lotus asanasına ( Yogi oturuşu) girişi göstererek, özelliklerini ve faydalarını anlattı.
Cansın’dan sonra ben bütün guruba kısa bir nefes çalışması ve yönlendirmeli meditasyon yaptırdım.
Meditasyondan sonra tamamen vejetaryen olarak hazırlamış olduğumuz yemekler yendi.
Son olarak da Duygu dünyayı oluşturan dört elementi anlatarak, üzüntüleri suya bırakma draması yaptırdı.
Gene herkesin ayaklarının geri geri giderek ayrıldıkları bir gece oldu. Etkisi oldukça uzun sürdü. Duyduğuma göre misafirlerden biri ‘’burası gerçekten Trabzon mu? Ben neredeyim’’ demiş.
Böylece biz de her ne kadar yoga Hindistan’dan çıktıysa da nasıl olsa bütün dünyaya yayıldı artık diyerek bir çok ülkeye ait başka geceler de yapmaya devam ettik.
Mesela benim hatırladıklarım;
Vietnam, Laos, Kamboçya gezisinden döndükten sonra benim evde Viyetnam gecesi yaptık. Bu gecede ihtiyacım olan pirinç noddle ve kağıtlarını Cansın internetten getirtti. Çiğ sebzelerden pirinç dolmalarını, aynen Holong körfezindeki yatta bize yapılan seremoni ile hep birlikte sardık.
İran gezisinden döndükten sonra merkezde İran gecesi yaptık, birkaç çeşit makarnanın olduğu, sinemalı bir İtalyan gecesi yaptık.
Cansın’ın bir ara Kore yemekleri ve Korece öğrenmeye merak sarmıştı. Bir gece yoga merkezinde bize Kore yemekleri yaptı. Bütün malzemeler otantik idi, yemek çubuklarını tutmayı ve onlarla yemeyi denedik.
Burcu’ların Japon mutfağını da iyi bilen profesyonel aşçı olan bir arkadaşı (Seray Yılmaz) sayesinde otantik bir Japon gecesi yaptık. Aikido bile yaptık.
Kendi köklerimize gereken saygıyı ve özeni göstermeyi de ihmal etmedik. Bir sefer de Türk gecesi, Karadeniz ve Trabzon gecesi yaptık. Mangal partileri, aşure günleri yaptık, hatta bir hıdrellez günü Türk yemekleri yaparak, ateş yakıp üzerinden atladık, dileklerimizi kağıtlara yazıp rüzgara savurduk.
Yani amacımız sadece yemek yemek değildi, o gün dokunduğumuz kültüre ait azıcık da olsa bilgi paylaşmak ve kişisel anılar geliştirmekti.
Madagaskar’dan dönüşümde baktım ki çocuklar ‘’şimdi kim bilir neler yiyeceğiz’’ beklentisine girmiş, ‘’valla kimse kusura bakmasın timsah eti bulacak halim yok’’ diyerek mızıkçılık çıkardım.