Yeni yıl yazısı yazmak için oturdum, ama güzel şeyler yazmak içimden gelmiyor.
Geçen Aralık ayı Türkiye’de yaşayan ve içinde biraz olsun merhamet taşıyan hiç kimse için kolay geçmedi. Hemen her gün gözlerimizi yeni bir üzüntüye açtık.
Gençlik zamanımdaki siyasal olayları, sokak cinayetlerini hatırlamamak elimde değil. Her terör olayında günün acısını yaşarken, artık etkisinden kurtulduğumu sandığım, eski travmalar da bilincime yükseliyor. İçim çok daralıyor. İlk defa buraya bir şeyler yazma isteği bulamıyorum.
Bu bloğu yazma amaçlarımdan biri kendi hayatımı, ilgi alanlarımı ve yakın çevremdeki olayları yazarak, gelecek nesillere minik de olsa sivil tarihe dair esintiler bırakmaktı. Günlük olaylar zaten gazetelerde yazıyor. Olayların arka yüzleri ise benim gibi sıradan insanların kolayca tahmin edebileceği şeyler olmuyor. Dolayısı ile siyasi tarihi yazmak benim işim değil, ancak etkilenmemek de mümkün olamıyor.
Yüreğim ağır bir felaket hissi ile sıkışıyor ama umutsuzluğa kapılmak da istemiyorum.
Kişisel hayatımda da durumlar pek parlak değil. Son bir ay içinde yakın çevremde o kadar çok ölüm haberi aldım ki, sanki sonbahar yaprakları dökülüyor. Üniversiteden hocalarım öldü, arkadaşlarımın anne, babaları, eşleri, kendileri ve hatta çocukları öldü. Her gün tanıdık birinin haberini aldım. Henüz Türkiye’de televizyon yayını yokken Rus Televizyonlarında izleyip hayran kaldığımız Kızıl Ordu Müzik Gurubu bile Karadeniz’in sularına gömüldü. Sanki çocukluk günlerimin anılarından bir şeyler de o uçakta kazaya uğradı.
Yılın son günlerini Pazar’daki evde ablalarım ve teyzemle geçirdim. Teyzemiz de artık çok yaşlı ve hasta olduğu için evde ağır bir bekleyiş var.
Bu gibi durumlarda, deli deli, gözlerinden yaşlar gelene kadar güleceksin.
Sermin’in aklına benim unutmuş olduğum bir anı geldi. Kültürler arasındaki farklılıkları ortaya koyması açısından çok ilginç olduğu için buraya kaydetmeyi uygun buldum.
Dayımın oğlu Amerika’dayken Tayvanlı bir kızla arkadaşlık yapıyordu. İşler bayağı ciddi bir hal almıştı ve kızı Pazar’a da getirmişti. Böylece onların da ailede yaşlılara ne kadar hürmet gösterdiklerini anlamış olduk. Kızcağız aile büyüklerine ancak Anadolu’da göreceğimizi sandığımız bir şekilde davranıyordu. Mesela sofra kurulurken hemen yardım için koşuyor, odaya kendinden büyük biri girince ayağa fırlıyor, oturup kalkmasına dikkat ediyordu. Hiç öyle Amerika’da yetişmiş bir kız gibi değildi.
Bu kızcağız, bir sabah üst kattaki salonda korkudan büzüşmüş bir halde otururken bulunmuştu. Yatak odasında uyuyamamasının sebebi olarak da ataların mezarlarının arasında uyumaktan korktuğunu söylemişti.
Onun yatacağı odadaki yatağın iki tarafındaki etajerlerin üzerinde Rus pazarından alınmış iki adet Çin vazosu vardı. Rahmetli Mualla teyzem bu vazoları çok beğenmiş, birkaç adet almış ve kırılmaması için nispeten korunaklı olan, az kullanılan yatak odasını dekore etmek için kullanmıştı.
Meğer bu kapaklı vazolar onların kültüründe ölülerin küllerinin koyulduğu vazolarmış.
Kültür farkına bak şimdi, sen kıza değer vermek için misafir odasında yatır, o kendini mezarlıkta sansın.
Yeni yılda okumak üzerine bir kitap almıştım, o da insanların artık salgın hastalıklardan, savaşlardan ve açlıktan kurtulduğu için ölümsüzlüğe çare aramakla zaman geçireceğini iddia ediyor. İnsanlığın açlık ve salgın hastalıklarla mücadelesinde kısmen de olsa başarılı olduğu kısmına katılmakla birlikte, savaşların azaldığı konusunu pek anlayamadım doğrusu. Üstelik kitabın yazarı da Orta Doğu’lu.
İnsanoğlunun ölümsüzlük isteğinin altında yatan, sadece aç gözlülüktür. Çünkü ölüm her canlı için bir haktır.
Haksız olan, bilgisizlik, aldırmazlık, hırs, tecrübeden ders çıkarmamak, kendine benzemeyen ya da farklı düşünene tahammülsüzlük ve bencillik yüzünden, insanoğlu eliyle gelen ölümlerdir.
Sen içine yönel, dışından seni habersiz sansınlar.
Ne güzel haldir ki o; sen akıllı ol, seni deli sansınlar.
Selman-ı Farisi