Hacettepe’de asistanlık yıllarım, enfeksiyon servisinde çömez (ilk yıl, günaşırı nöbetçi) asistanım. O ay serviste yatan 7 tane tüberküloz (verem) menenjiti var.
Tüberküloz enfeksiyonu çok yoğun bir iltihap yaptığından beyin zarlarında yapışıklıklar olur ve sonuçta beyin omurilik sıvısı beyinde birikir, kafa içi basıncı artırarak hastaya ciddi zararlar verir. Benim asistanlığım zamanında bu durumdaki çocuklara her gün ya da gün aşırı lomber ponksiyon (LP) denilen belden su alınması işlemini yapılırdı.
Anlaşılacağı üzere bu serviste her gün bir kaç çocuğa LP yapar, daha sonra da bellerinden aldığımız suları mikroskopta incelerdik. Çocuklar oldukça kötü durumdalar; tüfek tetiği denilen pozda başları ve bacakları kaskatı geriye doğru kıvrılmış, tahta gibi dünyadan habersiz yatıyorlar.
Her gün bu çocuklara LP yapıyoruz. Hastayı yatağından kaldırıp kucağına alacaksın, kenarlara çarpmamak için manevralarla kapıdan geçireceksin, koridor boyunca taşıyıp müdahele odasına getireceksin, bir kapı manevrası da burada yaparak, sedyeye yerleştireceksin. Bundan sonra diğer asistan arkadaşın ile o geriye doğru kaskatı kesilmiş bedeni tam aksi yöne doğru bükeceksin, bu arada steril eldiven giyip, steril LP seti açıp, bir türlü tam bükülemeyen bedenden omurların arasına iğneyi denk getirip belinden su alacaksın, hastanın belini pansumanla kapatıp, geri taşıyacaksın.
Aldığın sıvı diğer çocuklarınki ile karışmasın diye tüplerin üzerine isim yapıştıracaksın. Artık o gün kaç LP yapılacaksa bu işlem o kadar tekrarlanacak, sonra toplu halde beyin omurilik sıvılarını toplayıp, enfeksiyon servisi kıyafetlerinden kurtulup, dışarıda giyeceğin kılıkları giyip, iki kat yukarıdaki laboratuvardaki mikroskopta inceleyeceksin.
Yazarken bile yorucu değil mi? Ama o ay Nural Kiper ile günde en az 5 LP yapmaya alışmışız, kendimizden büyük çocuklar kucaklarımızda vızır vızır serviste koşuşuyoruz. LP’ler bitince birimiz mikroskoba giderken diğeri de servisteki diğer işleri yetiştirmek için çalışıyor.
Bir gün Nural’a tbc menenjitli çocuklardan biri olan ‘’Ayhan’ı bu gün kucağıma aldığımda kolu ile boynuma sarılmak istedi, tabii eğer hayal görmediysem’’ dedim. Ayhan, bir aydan beri hiç bir yaşam belirtisi vermeden, başı neredeyse sırtına değecek kadar bükülü kaskatı yatan 9-10 yaşlarında bir çocuk. Nural önce bana inanmadı, çocuğun kolu kapıya çarpıp boynuna doğru savrulmuştur dedi. Ertesi gün çocuğu kucağıma aldığımda kolunu bir tahta gibi bütün halde aynı beceriksiz hareketle, ama net bir şekilde boynuma doğru savurdu. Bu kez bak Nural kesin bu çocuk bir şeyler anlamaya başladı kolunu boynuma dolamaya çalıştı dedim. Bu kez Nural da inandı.
Bundan sonra onunla her fırsatta ilgilendim, çocuk mucizevi bir şekilde gün be gün düzelmeye başladı. Bir gün gördüğünü, bir gün duyduğunu, bir gün yardımla oturduğunu farkediyoruz. Gene de kesinlikle sakat kalacak gözü ile bakıyoruz, ama ben bir türlü gönülden, çocuktan vaz geçemiyorum. Bir de servis hemşirelerinden Leyla benim gibi çocuktan çok ümitli, geri kalan herkes oldukça ihtiyatlı.
Bu ilk boynuma sarılma teşebbüsünden sanırım 10- 12 gün filan sonra gece nöbetteyim, sekreter odasında hasta dosyalarına o gün hastaların durumlarındaki değişiklikleri, o gün çıkan laboratuvar sonuçlarını, hocamızın fikirlerini, kısaca yatan hastaların günlük seyirlerini yazıyorum.
Bu işler servisteki hastalar oldukça karışık olduğundan bir, bir buçuk saat arasında zaman alabilir. Ben de bu arada Ayhan’ı karşımdaki rahat koltuğa oturtmuşum sanki anlarmış gibi onunla neler yazdığımı filan konuşuyorum. Aslında amacım insan sesine tekrar alışsın, olur da bir gün konuşmaya başlar. Ayhan karşımda sanki anlıyor gibi başını sallayarak beni dinliyor. İçimden önce ‘’ çocuk ne dediğimi anlıyor canım’’ geçiyor, bir an sonra ise ‘’yok yahu ben hayal görüyorum, başını doğru dürüst tutamadığından öyle sallıyor’’ diye düşünüyorum.
Ama gene de çalçene anlatıp duruyorum. O sırada hastanede yemekte mürdüm eriği çıkmış, hemşire hanım da yemeğe gidemediğimi bildiği için (hemşirelerin yemeği servise geliyor), erikten bana da almış, bir tabağa koyup sekreter masasına getirdi.
Ben bir yandan dosya yazıp bir yandan da erik yiyorum, Ayhan henüz katı gıda yemiyor, ben sürekli Ayhan’la konuşuyorum ya ‘’erik yer misin’’ diye sordum. Ayhan başını sallayıp ‘’HEMİ’’ dedi. Bu ağzından çıkan ilk heceler ama ben sabırsızım ya, hemen beni anlasın, hemen anlamlı konuşsun istiyorum. HEMİ ne demektir anlamadığım için, yüksek sesle‘’ERİK ERİK, ERİK YER MİSİN?’’ diye soruyorum.
Ayhan gene başını sallayarak ‘’NASI YERİM HEMİ’’ demesin mi. Benim histerik çığlığım ta servisin öbür ucundan hemşireyi yanıma koşturdu. İkimiz de inanamıyoruz. Çünkü hemşire gelince Ayhan gene kapandı, çenesi göhsüne düştü ve anlamsızca oturmaya başladı. Vallahi konuştu diye yemin ediyorum ama nafile. Ben bile hayal ettim galiba diye düşündüm, çünkü eriği ağzına getirdiğim halde farkında değil gibi oturuyor.
Bu sekreter odası ilginçtir çünkü camı koridora açılır, içeri kimseyi almadığımızdan hasta sahipleri çocuklarını bu koridordan camdan içeri bakarak görürler ve hastaları hakkında bilgiyi de sekreterlik camından verirdik. Bu servisin pencerelerinin önünden geçen koridor aynı zamanda hastanenin normal geçiş koridorlarından biridir.
Bizim bu duygusal sahnemiz geçtikten bir kaç dakika sonra Dr İlhan Tezcan ( o sıralar başasistan) koridordan geçerken camdan başıma dikildi, benimle konuşmaya başladı. Serviste ne var ne yok öğrenmek istiyor. Ben hala dosya yazıyorum, heyecan içinde biliyor musun İlhan, Ayhan benimle konuştu diye rapor verdim. İlhan da heyecanla çocuğun onunla konuşması için bir şeyler söyledi, ama Ayhan gene duvar gibi suskun, oturuyor. İlhan artık bana inandı mı inanamadı mı bilemem ama diğer servislere doğru uzaklaştı.
Ben İlhan’a da mahçup oldum ve çenem de düşmüş ya, o gittikten sonra Ayhan’a seni utanmaz beni herkese rezil ettin, bak herkes beni yalancı sandı filan diyorum. Ayhan başını kaldırıp ‘’HERİFSİN’’ dedi bana. Ben derhal ‘’ a hiç öyle şey olur mu, penceredeki adam herifti, pantolon giymişti, ben kadınım, bak etek giyiyorum’’ dedim. Ayhan kendinden son derece emin bir sesle ‘’SENSİN SEN, HEMİ HERİFSİN, HEMİ KADINSIN, ARKADAŞIMSIN BENİM ‘’ dedi.
Anadolu çocuğu tabii, sözüm ona beni onore etmek için erkek gibi olduğumu söylemeye çalışıyor, ama resmen hermafrodit(!) demiş oluyor. Güler misin ağlar mısın?
Ayhan tamamen iyileşti, bir kaç ay sonra acilde çalışırken tesadüfen karşılaştım. Beni görünce sevinçten, acilin artasında köçek havası oynadı.
Zaten Ayhan’lar olmasa bu iş yapılır mı?