Birkaç aydan beri Trabzon’da sadece zihinsel özürlü gençlerin çalıştığı bir kafenin varlığını biliyorum. Duyduğum ilk andan beri gitmek istemiş, ama bir türlü fırsat bulamamıştım. Dün nihayet Sermin’le o kafeye çay içmeye gittik. Niyetim kafeye önce kendi ayağımı alıştırıp, bundan sonra da misafirlerimi oraya götürmek. Elbette benim verebileceğim bir destek varsa, destek olmaya çalışmak.
Sözüm ona, belki destek olurum diye yola düşmüştüm, ama kendime yol gösterecek, parlak bir aydınlanma anı yaşadım ve kendi zihinsel yetersizliklerimle yüzleştim.
Zeka; doğuştan var olan ve hayat boyunca deneyimlerle gelişen problem çözme gücüdür. Bu güçle insan kendisini ve çevresini anlar, olayları muhakeme eder, sonuçlar çıkarır ve uyumla hayatını devam ettirir.
Biraz gerçekçi olalım ve geniş düşünelim.
Eğer topluma uyumlu olarak hayatını devam ettirmek zeka belirtisi ise, o zaman bu tanım sadece sıradan bir zekayı betimleyebilir. Çünkü üstün zekalıların bir çoğu topluma uyum göstermez, gösteremez. Mesela Newton sıradan bir insan olarak düşünseydi, yer çekimi yasasını bulabilir miydi? Mesela Dostoyevski veya Yunus Emre, Allah esirgesin, ya sıradan insanlar olsalardı?
Ayrıca bir topluma uyumlu problem çözümü, bir başka toplumda tabu sayılan davranışlar olabilir. Mesela bir tarım toplumunda bir ergenin ilk cinsel deneyimini bir büyükbaş hayvan ile yaşaması normal sayılırken, bir başka toplumda bunu yapan kişi nefretle karşılanabilir. O halde aynı davranış söz konusu ilk ergeni topluma uygun problem çözümünü yapabilen kişi sınıfına sokarken, ikinci ergenin ruhsal ve zihinsel durumunun ciddiyetle sorgulanmasına ve yargılanmasına yol açabilir.
Doğuştan gelme kapasitenin yanı sıra eğitimin, problem çözümü ile ilgili yeterliliğimizi ne kadar değiştirdiğini görmezden gelmek mümkün değildir. Kendimden örneklersem; çocuk sağlığı ve endokrin ile ilgili konularda problemleri çözmeye ne kadar yetkinsem, örneğin bir binanın temel hesaplarını yapma konusunda bir o kadar yetersizim.
Demek ki zeka, tamamen göreceli bir kavramdır. Topluma, kişiye, cinsiyete, yaşa, konuya, beklentilere, duygu durumuna hatta zamana göre değişkendir.
Zihinsel engellilik durumu ise kişinin toplumun genel düşünme şeklinden farklı düşünmesi, toplumda genel kabul gören problem çözme, hafıza, algılama yeteneklerinin normalin altında olması şeklinde tanımlanabilir.
Zekanın tanımı bu kadar belirsizken zeka özürü ve zihinsel engellilik tanımı ne kadar gerçekçi olabilir?
Bu tanımlara göre ben; yüz tanıma, adres hatırlama ya da sağımı solumu ayırt etme özelliklerim açısından net bir şekilde zihinsel engelliyim. Diğer taraftan, bu zihin yapısı ile yıllar boyunca oldukça da başarılı bir şekilde hekimlik ve akademisyenlik yaptım.
Dürüstçe, oldum olası hafıza sorunlarım vardır. Herkesin bildiği, kolayca anımsadığı şeyler benim için birer muammadır, buna karşılık kimsenin hatırlamadığı şeyleri en ince ayrıntılarına kadar hatırlarım.
Ne bir telefon numarası, ne de bir adres bilirim. On kere gittiğim bir eve, on birinci defa giderken gene adres sorarım. Kimsenin ne yüzünü, ne adını, ne de ne iş yaptığını aklımda tutamam. Hacettepe’deyken gözüme çok tanıdık gelen ve Trabzon’dan arkadaşım olduğunu düşündüğüm için samimiyetle hal hatır sorduğum kişi o sıralar oldukça meşhur olan bir şarkıcı çıkmıştı. İstanbul’da bir otelde karşılaşıp da bana tanıdık geldiği için selamlaştığım kişinin o sıralar Başbakan olan Abdullah Gül olduğunu, neden sonra fark etmiştim. Birisiyle tanıştırıldığım zaman memnun oldum deyip de bu üçüncü tanıştırılmamız cevabını almam pek şaşırtıcı değildir.
Buna karşılık mucizevi bir şekilde hastaları kolay kolay unutmam. Asistanlar bana hasta danışırlarken ‘’hani potasyumu 1.8’e kadar düşen hasta’’ deseler, takır takır bütün dosyayı hatırlarım, henüz yeni incelediği dosyanın onun farkına varmadığı ayrıntılarını asistana söylerim. Hele de endokrin hastalarının her birini tek tek hatırlarım, (tabii uygun bir ipucu ile). Ama hastaların ya da ailelerinin yüzünü 30 kere filan görmeden hatırlamam.
Güya destek vermek için Sermin’le özürlülerin işlettiği bir mekana gittik ya, oradaki Down Sendrom’lu bir genç ile konuşmak istedim. Gencin masaya geldiğinde bana bakışının, Sermin’e bakışından farklı bir kalitede olmasından beni tanıdığını hissettim.
Bir müddet sonra annesi de bizim masaya geldi. Ben, ne çocuğun ne de annesinin yüzünü hatırlamadığım halde kadına ‘’sizin çocuğunuz benim hastam olmalı, bana hiç getirdiniz mi’’ diye sordum. Kadın önce 18 yaşındayken tiroid bezi çok çalıştı, birkaç yıl ilaç kullandık dedi. Ben ise bir anda hastayı hatırlayarak, hayır bu hastaya ergenlik çağında bu sebepten ötürü birkaç yıl ilaç kullandık, hatta size şu sözleri söyleyerek tedaviye başlamıştım dedim.
Kadın ancak o anda beni tanıdı ‘’ AAA siz Ayşenur Hocasınız, kusura bakmayın, zihnim çok dağınık hatırlayamadım, size bir sarılayım’’ diyerek ayağa fırladı. Artık o nasıl bir sarılmaysa kadın beni bir içine sokmadı o kadar.
Sermin bana nasıl oldu da, kadını da çocuğu da tanımadan çocuğun bütün hastalığını, yıllar önce söylediğin sözlere kadar hatırladın diye sordu. Ben hala onların yüzlerini hatırlamadım, ama anne ‘’ben de KTÜ’de çalışıyordum’’ dediği anda beynimde bir dosyanın kapağı açıldı ve çocuğun hangi hasta olduğunu anladım, bundan sonra da onlara söylediğim sözler dahil her şey sular seller gibi aklıma geldi. Bu nasıl oluyor bilmem, hafıza denen şeyin şifresine ben vakıf değilim.
Lazca sadece birkaç kelime bilirim, bunlardan biri de ‘’nosi tutğu’’ yani ‘’elek akıl’’dır. Ben de aynen öyleyim.
Beyinde hafıza merkezlerinin, duyusal tepkilerin oluşmasında temel role sahip olan limbik sistemde olduğu düşünülür. Yakın hafıza hipokampüs bölgesinin, pekişmiş hafıza ise amigdala bölgesinin görevleri arasındadır. İşte benim beynimde bu bölgeler sadece benim ”seçici algıma” hizmet edecek şekilde çalışıyor. Yani delik deşik ve bir yönü ile mükemmel, bir yönü ile acınacak haldeler.
Ayrıca çok eminim ki özürlü dediğimiz çocuk beni, özürsüz(!) benim onu tanımamdan ve özürsüz(!) annesinin beni tanımasından çok daha önce tanıdı. Belki benim ve annesinin anlık ‘’hafıza/beyin’’ fırtınasını yaşamadı ama çok daha içsel bir bilgi ile beni tanıdı. Sadece onun yüz tanıma yöntemleri bizim beynimizin hafızayı canlandırma yöntemlerimizden farklı bir şekil ve düzeydeydi.
O halde bu çocuk mu özürlüdür? Yoksa onu özürlü kategorisine sokan toplum mu?
Bir kez daha düşünelim.
Zihinsel özür ne demektir?
Ya da kim tamamen zihinsel özürsüzdür?
Ben özürsüzüm diyen varsa, bir kez daha, bu kez samimiyetle düşünsün derim.