İnsan bazen yaparken ne kadar önemli olduğunu idrak edemediği şeyler yapıyor. Bu da öyle bir anı.
KTÜ’de çalışırken 2 dönem üst üste ana bilim dalı başkanlığı yaptım. O sıralar bir çok üniversite hastanesinde hastane okulları açılmıştı. Ben de çok hevesliydim, mutlaka bizim hastaneye de bir okul açtırmak istiyordum. Elbette işin ciddi bir formalite tarafı var. Milli Eğitim hastanede bir okul açabilmeleri için hastane içinde yer göstermemiz gerektiğini söylediler. Fakat bizim hastane oldukça yoğun çalışan sıkışık bir hastane olduğu için yıllarca okula ayrılacak oda bulmak mümkün olmadı.
Sonunda ben başkan olunca okul açma işinin çok üzerine gittim. Servislerden birinde arkada penceresi bile olmayan, adolesan servisinin deposu olarak kullanılan bir oda vardı, orayı tamir ettirip okul yaptırmak istiyordum. Servisin baş hemşiresinden, bizim öğretim üyelerine, baş hekimden, dekana kadar herkes ne gerek var bu sıkışıklıkta, eğer bir oda varsa başka türlü değerlendirelim diye düşüyor. Asıl önemlisi işin ciddiyetine inanmıyor. Ama çok azimliyim, kulaklarını kurutana kadar derdimi anlatıp baş hekimi kandırdım. Daha doğrusu benden kurtulamayacağını anlayıp razı oldu. Ancak bundan sonra Milli Eğitime resmi olarak baş vurabildim.
Günün birinde baş hekimden (Dr Asım Örem) bir telefon aldım, okulun açılması için ne kadar hevesli olduğumu bildiği için sıkıntılı bir sesle konuştu. Bana, Milli Eğitim Müdürlüğünden, hastane okulu açılması meselesini araştırmak için bir müfettiş göndermişler, ama adam bana okulun mevcudunu, müfredatını, neden ihtiyaç duyulduğunu soruyor, müfettişi size yönlendirdim, ama haberiniz olsun adam oldukça sert, okul açılmasına izin vereceğini hiç sanmıyorum dedi.
Telefonu daha yerine koyamadan, müfettiş odama geldi. Benimle el sıkıştıktan sonra kapıya en yakın koltuğa dizleri birbirine bitişik bir şekilde oturdu, çantasını da kucağına koydu. Yüzüme bakmadan okul açmak öyle kolay değil, bakalım ihtiyaç var mı? Mesela kaç öğrenciniz var, okulun müfredatı ne olacak? şeklinde sorular soruyor.
Hem ses tonundan hem de beden dilinden anladığım kadarıyla hiçbir şekilde böyle bir ihtiyacın olduğuna inanmıyor ve kesinlikle izin vermeyecek.
Ben ise öyle sabit bir öğrenci sayısı ya da ders programı olan bir okuldan söz etmiyorum dedim. Müfettişin yüzü iyice asıldı, ancak bir yandan da belli ki ciddi biri, beni dinlemeden bir rapor yazmayacak. Yazacağı rapor da benim için çok önemli çünkü okulun açılması tamamen bu rapora bağlı olacak.
Öyle klasik, sınıfları olan bir okula ihtiyacımız yok. Birkaç gün antibiyotik almak yada tetkik edilmek için yatan hasta çocuklar, bu sürede okullarından geri kalıyorlar, bizim onları oyalayacak pek imkanımız da olmadığından gün boyu anneleri ile birlikte televizyonda kadın programı izliyorlar. Benim istediğim hiç olmazsa o gün öğretmenin verdiği ödevleri alırlar, hastanede yattıkları sürece öğretmen gözetiminde ev ödevlerini yapmaya devam ederler. Böylece çocuk hem değerli vakit geçirmiş olur hem de okuldan soğumaz, geri kalmaz. Bizim böyle ders yapabilecek kadar iyi durumda olan ancak hastanede de yatması gereken, en az 10-15 öğrencimiz olur. Asıl problem bu öğrenciler aynı sınıflarda olmaz, evet istediğim zor bir iş biliyorum ama yapılmayacak bir şey değil diyerek ne istediğimi anlattım.
Ben hevesle anlattıkça o sert adamın yavaş yavaş gözleri parlamaya başladı. Çünkü ne yapmak istediğimi tam olarak anladı. Önce çantasını kenara koydu, daha sonra dizlerini bir birinden ayırdı, paltosunun önünü açtı, oturduğu koltuğa iyice yerleşti. Bir süre sonra benim cümlelerimi tamamlamaya, yeni fikirler üretmeye başladı. Ve o kadar heveslendi ki bize okul için izin vermek ne kelime, neredeyse gelip kendisi öğretmenlik yapacaktı.
Baş hekim bu izni alabilmeme çok şaşırdı, ama bir şekilde adamın içindeki öğretmeni ortaya çıkarmayı başarmıştım. O müfettişle geçirdiğim yarım saat bütün hayatım boyunca yaptığım onca konuşmanın içinde karşılıklı olarak karşımdaki ile birbirimizi tamamen anladığımızı düşündüğüm nadir konuşmalardan biridir.
Ayrıca beden dili o kadar kolay okunan bir başka adam tanımak da az görülmüş bir şeydir.
Sayesinde hastaneye okulumuzu açtık. Kime nasip olur ki bir okul açmak? Hayatım boyunca yaptığım en anlamlı şeylerden biridir bu.
(Aslında Üniversite Yerleşkesi içinde yer alan bir ilk okulun özel sınıfı olarak açıldı. Ancak daha sonraları bir başöğretmen de atadılar. Şu anda kanuni statüsünü tam olarak bilemiyorum, hala diğer ilk okulun özel sınıfı olarak mı devam ediyor.)
Daha sonra bu müfettişin bizim öğretim üyelerinden Nuri Kalyoncu’nun kardeşi Mehmet Bey olduğunu öğrendim. Bu günlerde hasta olduğunu duydum, inşallah yakın zamanda sağlığına kavuşur.
Bu okuldan yıllar sonra Sağlık Bakanlığının ‘’Çok Paydaşlı Sağlık Sorumluluğunu Geliştirme Programı’’na dahil oldum. Ben sosyal pediatri masasını yönettim. Eğer program gerçekleşirse Türkiye’nin her hastanesinde e-okul olacak, çocuklar hastanede yattıkları sürece normal müfredatlarına devam edebilecekler. Ölmeden bunun gerçekleştiğini görmek isterim.
Ayşe hanım tebrik edıyorum bütün hizmetlerınız tebriğe şayandır.lakin devlet eliyle yapmış olduğunuz hizmetlerın yanında şahsınız ve geçmişlerınız adına pazara bir okul veya salih amel sayılacak toplum yararına bir hizmet sunmanızı ailenizin adını ila niheye yaşatak bir eserın kazandırılmasını temenni edıyorum.
Teşekkür ederim. İnşallah kısmet olur.