Fakültede iken numaralarımız birbirine çok yakındı. Böyle olunca da dördüncü ve beşinci sınıflarda bütün stajlarda aynı guruptaydık.
İkimiz de gayet yüksek notları olan, dersler konusunda da oldukça iddialı tiplerdik. Ama aramızda en ufak bir kıskançlık yoktu. Birimiz en küçük bir şey öğrense gider diğerine de anlatırdı. Ben onun her şeyi bildiğini düşünürdüm, o da benim. Bir konuyu anlamayınca kolayca birbirimize sorardık.
Sınavlara birkaç gün kala ben Fatoş’larda kalmaya başlardım.
Annesi ve babası artık beni iyice benimsemiştiler, onlara gideceğim zaman annesi benim sevdiğim sarmısaklı patlıcan yemeği yapardı. Dört kardeşi olduğundan evleri oldukça kalabalıktı, ama ben gittiğim zaman Fatoş’un odasındaki yatak benim yatağım olurdu.
Akşam olunca erkenden yatağa girer, karşılıklı yataklarda, yorganların altında oturup ders çalışırdık. Aynı dersi çalışıp sonra birbirimize anladıklarımızı anlatır, bu dersten hangi sorunun çıkabileceğini tahmin ederdik. Böylece geç saatlere kadar bağıra çağıra okur, evdekilerin sabrını sınardık.
Sonra gider en güzel notları alırdık. Genellikle her sınavda çıkacağını tahmin ettiğimiz pek çok soru çıkmış olurdu. Bazen de birbirimize öğrettiğimiz şeyler sınavda çıkardı.
İntörnken kaldığımız lojmanda Fatoş’un da odası vardı. Zaman zaman kalır, sonra da evden uzak kalmaya hiç alışık olmadığı için gece olunca ev özlemi çekerdi. Lojmanda kalacağı günlerde annesi benim sevdiğim yemeklerden yapar, gönderirdi. Akşam oldu mu bütün kızlar bir odada toplanır, pijama/terlik partileri yapardık.
Tanıdığım en olgun ve güvenilir insanlardan biridir. Okuldayken aynı yaşta olmamıza rağmen bir şekilde bana ablalık yapardı, her zaman beni ‘’Ayşenurcuk’’ diye çağırırdı.
Tanıdığım en iyi kalpli insanlardan biridir. Tanıdığı herkesi sever. Tanıdığı herkesi ‘’çok harika, muhteşem bir insan’’ diye niteler.
Çok da fedakardır, mesela anneannemin çok hasta olduğu bir dönemde Rize’ye gidebilmem için benim yerime karşılıksız çömez nöbeti tutmuştu.
Dördüncü sınıfa ilk başladığımız gün Kadın Doğum stajına başlamıştık. O gün Kadın Doğum Polikliniğine gittik, başasistan bizi numaralarımıza göre ikiye böldü. Bizim gurubu Zekai Tahir Burak Kadın Doğum Hastanesine gönderdi. Oraya vardığımızda hemen bir doktor bizimle ilgilendi, gurubu üçe böldü, bir gurubu polikliniğe, bir gurubu servise, bizi de doğum odasına gönderdi.
Tabii Fatoş’la ben aynı guruptayız. Daha ilk stajımız, ilk günümüz ve henüz öğlen saati bile olmamış. Ama beni kim tutar, derhal doğum odasına daldım. Hala gözümün önünden gitmez. Kocaman, upuzun bir oda her iki tarafa sıra sıra doğum masaları dizili. Hemen her masada bir kadın, doğum yapıyor. Kanlar, vücut atıkları, plasentalar, bebekler her yerde. Bütün bunların arasında, başlarında beyaz kep, üzerlerinde lacivert forma, bacaklarında siyah çorap, önlerinde de beyaz bir önlük olan, ebelik öğrencileri büyük bir çeviklik ve cesaretle o masadan bu masaya koşuyorlar. Biri doğum yaptırıyor, biri plasenta çıkartıyor, biri bebeği canlandırıyor. Elbette bu kadar da basit değil, kadın çığlıkları, bebek çığlıkları, kan kokuları, dışkı kokuları, ilaç kokuları bir birine karışıyor.
Ortam sürreal bir film seti gibi gözümün önünden uzaklaşmaya başladı. Birden bire ayaklarım yere değil de sanki bir pamuk yığınının üzerine basmaya başladı. Nihayet başıma geleni anladım. Biraz sonra bayılacağım. Allahtan oda kapısına yakın duruyorum. Fatoş da henüz içeriye girmemiş. Hemen Fatoş’a ‘’aman gel çabuk beni bir kolumdan tut, erkeklerden biri de öbür kolumdan tutsun, ne yapın edin sakın beni yere düşürmeyin’’ diye seslendim. Beni hemen oradan alıp dışarı çıkardılar. Tam olarak bayılmadım ama eşiğinden döndüm. Bayılan ‘’ilk gün’’ havam oldu.
Biz doğumhaneye girebilene kadar birkaç gün geçti.
Bir de dönem beşte ortopedi stajı maceramız var. Biz tabii staj dersleri ile yetinmiyoruz, mutlaka içinde bulunduğumuz stajla ilgili bir ana kitap alıp onu da okuyoruz, Fatoş’la birlikte servislerdeki hastalarla ilgileniyoruz, dosyalarını okuyup tartışıyoruz.
Bir gün bu meraklı halimiz başımıza iş açtı.
Turgay Hasanoğlu (şimdi Rize’de) o sıralarda ortopedide asistandı. O da bizim gibi Karadeniz’li olduğu için de ikimizi de pek severdi. Ama sevmez olsaymış. Bir gün trafik kazası geçirmiş bir hastanın pansumanını yaparken bizden yardım istedi. Adamcağızın ön kolu avucundan dirseğine kadar, neredeyse kemiğine kadar parçalanmıştı. Elin ve kolun dış tarafı oldukça korunmuş olduğundan, kolu kurtarmaya çalışıyorlar, ancak yarada geniş doku kayıpları olduğu için ne kadarını kurtaracaklarını bilemiyorlar, ameliyatla filan kapatılacak gibi de değil.
Uzun sözün kısası Turgay’ın bu korkunç yarayı uzun uzadıya, detaylıca serum fizyolojik ile temizlemesi, hatta yara dokusunun iyileşmesini hızlandırmak için yer yer de kazıması gerekiyor.
Bunu yaparken de bizden istediği tek şey elini havada tutmamız. Böylece işini çok daha rahat yapacak. Tabii biz hemen ortaya atladık. Önce ben davrandım adamın elini yakalayıp, yüksekte tuttum. Ancak elbette adamcağız elini hiç kontrol edemiyor, bütün ağırlık benim elimde. Elimdeki ağırlık resmen bir ton. Bu arada zavallı adam dayanabilmek için bağıra bağıra marş söylemeye başladı. Turgay da kafasını adamın yarasına sokmuş harıl harıl çalışıyor. Elindeki bir şeyi sert sert yaraya sürüyor. Koldan yavaş yavaş pansuman sularıyla birlikte kanlar da süzülmeye başladı mı?
Kulağımda adamın sesi, elimden bırakamadığım bir ağırlık, bir de bu kanlı sıvıları görünce artık dayanamadım. Bayılacağımı anladım. Biraz sonra yere düşüp de iyice rezil olmaktansa Fatoş’u çağırdım. O gelip eli tuttu. Gidip odadaki sandalyelerin üzerine uzandım. Birkaç dakika sonra o bayılacak gibi oldu, beni geri çağırdı. Ben birkaç dakika tutup bayılmaya yüz tutunca tekrar onu çağırdım. Derken bir saate yakın süren bu pansuman sırasında en az 5 kez yer değiştirdik.
O zaman biz bir yara görmeye dayanamıyoruz nasıl doktor olacağız diye kendimizle çok dalga geçmiştik. Oysa dayanamadığımız halde vazgeçmeyişimiz tam da doktor olma ruhu imiş, şimdi fark ediyorum.
Öğrencilikten sonra da desteğini eksik etmedi. Mesela ana bilim dalı başkanı iken küçük bir yöresel kongre yapmıştım, konuşma yapması teklifimi hemen kabul edip koşup gelen arkadaşlarımdan biri Fatoş oldu.
Emeklilik törenim yapılacağı gün, Ayşegül’le Fatoş’u tören salonunda buldum. Bana sürpriz yapmak için Ankara’dan kalkıp gelmişler. Bu anıları da o gün yeniden hatırladık. Resimler Ayşegül ve Fatoş’un emeklilik törenimde konuşmalarını yaparken çekildi.
Fatoş Hacettepe Üniversitesinde öğretim üyesi olarak görev yapıyor. Bu arada sadece kariyerle meşgul olmadı, bir kızı iki de torunu var. Bu gün 8 Mart dünya kadınlar günü ben de örnek bir kadını anmak istedim.
Çok güzel anılar.
Bende Fatoş’u çok severim.Yıllarca aynı mahallenin çocuklarıydık.Etlik Aşağı Eylencede aynı okula giden Fatoş,Işıl,Güntekin ve ben ha bir de şimdi adını hatırlayamadığım MHP’li bir arkadaş (sonradan beyin cerrahı oldu) 5 mahalleliydik.
Anıları canlardındın sevgili Ayşenur .
Teşekkürler