Önümüzdeki ay taşınıyorum, artık yavaş yavaş toplanmaya başladım. Kütüphaneyi düzenlerken elime, bana yazılmış olan bir mektup geçti. Yazan aile bana bu mektubu emeklilik törenimde vermişlerdi. Hızla okumuş, çok duygulanmış ve hikayemizi de anlatarak, birkaç paragrafını törendeki insanlarla paylaşmıştım.
Bu benim yüreklendirmem ile evlat edinmiş bir ailenin teşekkür mektubu idi.
Bu aslında üç parçalı bir hikaye sayılır, çünkü bu güne kadar 3 çocuğun evlat edinilmesinde küçük de olsa bir katkım oldu.
Trabzon’a yeni döndüğüm senelerde, yani 1990’larda kadın gurubumuzun içinde, eşi doktor olan ve yıllardır bebeği olmayan bir arkadaş vardı. Bir gün konuşurken, kadıncağız dertli dertli çocuk sahibi olmak için ne kadar uğraştıklarını anlattı. Yıllardır Çocuk Esirgeme Kurumuna başvurdukları halde bir türlü evlat edinemediklerini artık bu işten vaz geçtiklerini söyledi.
Ben de o sırada Doğum Hastanesinde çalışan bir arkadaşıma dönüp, ‘’ Yok mu hastanede terk edilen bir bebek? Bu durumda bebek hemen Çocuk Esirgeme Kurumuna verilir. Böyle bir şey olursa, nasıl olsa duyarsın. Hemen haber ver, aynı anda siz de bebeği evlatlık almak için talip olun’’ deyiverdim.
Sanki eşref saatine denk gelmiş, inanın bir ay bile geçmeden, doğum evinde bir bebek terk edilmiş, hemen bizim hatunlar bebeğin peşine düşmüşler, yuvanın görevlileri de, bizim aileyi tanıdıkları için, hemen o gün, hızlıca işlemlerini yapıp, bebeği arkadaşımıza vermişler.
Kadın bir Cuma günü, sevinç içinde, kucağında bebekle eve gelmiş. Eşi bebeği görünce çok şaşırmış, biz evlatlık almayı uzun süre önce düşünmüştük ama herkes bir şey söyledi, aklıma girdiler, ben de fikrimi değiştirmiştim demiş. Kadıncağız da çaresiz, madem istemiyorsun, hafta sonu kalsın da, pazartesi günü bakamıyorum diye geri götürürüm demiş. O hafta sonu bebeğe giysiler, mamalar, bezler, oyuncaklar almış. Pazartesi günü de ağlayarak bebeğin bohçasını hazırlamaya başlamış. Bu kez de kocası artık eve gelen çocuk bir daha geri gitmez diyerek bebeği göndermemiş.
Daha sonra bu bebekle çok mutlu oldular. Trabzon’dan ayrıldıkları için şu anda neler yapıyorlar bilmiyorum, ama delikanlı şimdi üniversite öğrencisi olmalı.
Bu olaydaki tek katkım fikri ortaya atmak olmuştu.
İkinci hikayem mektubun yazarı olan ailedir.
Bir gün hastanedeki odama bir düzgün giyimli, beyefendi bir adam geldi, kendini üniversitede bir öğretim üyesi olarak tanıttı. Eşi de kendisi gibi öğretim üyesi imiş, çocukları olmadığı için yıllar önce evlatlık edinmeye karar vermişler. Şimdi, bu aileye uygun bir bebek varmış ama tiroidi çalışmıyormuş, ileride özürlü olur diye duymuşlar, benden ricası, bebeği bir muayene etmem ve fikrimi onlara söylememdi.
Kendileri bebeği görmek istemiyorlardı, çünkü 7 yıldır evlat edinme sırasında imişler, eğer bebeği görür de biz bunu istemiyoruz derlerse, sıranın sonuna düşeceklermiş.
Ben yıllardır Çocuk Esirgeme Yuvası ile bayağı ilgilenmiştim, çalışanları tanıyordum. Hemen telefon edip bebeği yarın sabah bana getirmelerini söyledim, aileye de yarın öğleden sonra randevu verdim.
Sabah bebeği gördüm ki, dünya güzeli bir erkek bebek, o kadar tatlı ki anlatamam. Tetkikleri de tamamen normal çıktı.
Öğleden sonra aile, bu kez karı koca, benimle konuşmaya geldi. Belli ki daha önceden bir çok kişi tarafından hevesleri kırılmış, hatta bazı meslektaşlarım bile olmadık şeyler söylemişler. Ben bu durumu anlayınca aile ile uzun uzadıya konuştum.
Mesela daha önce neden hiçbir bebeği görmek istemediklerini sorunca, bebeklerin hikayelerini beğenmediklerini söylediler. Bebeğimizin annesi üniversite öğrencisi imiş, babası ise ailesine karşı gelemediği için, kızla evlenmeyi reddetmiş, kızcağız istemeden bebeğini terk etmek zorunda kalmış. Bir aile evlat edinecekse bu bebeğin hikayesi kadar masum bir hikaye bulamaz, öyle ya yoksa bebek neden terk edilsin.
Ya çocuk ileride hayırsızlık yaparsa ne yapacaklardı. Bu da sizin şansınız kardeşim, insan kendi doğurduğundan neler görüyor dedim. Doğrusu sanki ben onlara zorla bebek vermeye çalışıyormuşum gibi bu soruları dinleyince, biraz da sinirlendim. Onlara bu geceyi gerçekten bir evlat edinmek isteyip istemediklerini düşünerek geçirmelerini söyledim. Siz kendiniz anne baba olmaya hazır mısınız diye sordum. Benim önceliğim bebektir, eğer ona layığıyla sahip çıkmayacaksanız hiç bu maceraya girmeyin dedim.
Ayrıca bebek çok tatlı, ama bu tabii benim görüşüm, bana sorsan çirkin bebek olmaz. Eğer sabah kalktığınızda biz anne baba olmaya hazırız diye düşünüyorsanız gidip bebeği görün ve bu bebeği beğenmezseniz, artık bu sevdadan vaz geçin dedim.
Ertesi sabah odamda bir şeyler okuyorken bir telefon geldi. Kadıncağız, ağlayarak bebeğimi şu anda kucağımda tutuyorum, siz eğer dün bana tam ihtiyacım olan sözleri söylemeseydiniz, ben gene de buna cesaret edemezdim, bebeğim çok güzel, onu çok sevdim, size çok teşekkür ederim dedi. Ben de ağlamaya başladım, telefonda karşılıklı ağlaşıp konuşuyoruz.
(Tam o sırada dermatolog arkadaşım Savaş Yaylı kızını muayeneye getirdi. Savaş, beni ağlarken görünce tedirgin oldu, çıkalım mı diye işaret etti, ben de gelin işareti verdim. Ama bu sırada küçük kızın sevinci görülmeye değerdi. Birden bire gözleri parladı ve acımıyor ki, acımıyor ki diyerek, sevinç içerisinde bana doğru koştu. Öyle ya, ne zamandır o ağlarken ben ona acımıyor ki diyordum. O gün kendisi hiç ağlamadan muayene oldu.)
O gün, ailemiz yeni kavuştukları bebeklerini, üniversitenin lojmanlarındaki evlerine getirdiler. Trabzon küçük bir yer, üniversite camiası daha da küçük. Bu olay hemen duyuldu tabii. Üstelik bizim Sibel’in kulağı da deliktir. O hafta bana telefon ederek ‘’sen evlatlık çocuk buluyormuşsun, bizim akrabalardan, çok iyi bir aile var, onlara da yardımcı ol, vallahi aile çocuğa çok iyi bakar, sevaptır’’ dedi.
İyi de Sibel’im bebekler tarladan toplanmıyor ki, ben nereden bebek bulayım? Sen gene de aileyi iki gün sonra bana gönder dedim.
Çünkü ilk bebeği getiren hemşire artık Çocuk Yuvasının dağıtılacağını, yerine Sevgi Evleri uygulamasının başlatılacağını, bu nedenle, bu aralar evlat edindirmeye çok önem verdiklerini anlatmıştı.
Hemen Yuvaya bir sefer düzenledim. Bana evlatlık verilmeye uygun iki kız bebekleri olduğunu anlattılar. Biri yeni doğan diğeri de 1,5 yaşında idi. Yuva bebekleri garip olur. Bu 1,5 yaşındaki kız kucağıma oturdu ve kalkmak bilmedi, ama ne yaptıysam, başını kaldırıp yüzüme bakmadı. Müdür bana ‘’doktor hanım bizim 7 yıldır bir bebek bile görmeye razı edemediğimiz aileyi, bir günde nasıl razı ettinizse, aman bu bebekler için de bize yardım edin, onları da iyi ailelere yerleştirelim’’ dedi.
Ertesi gün yeni aile ile konuştum, yuvadaki bebeklerden söz ettim. Allah biliyor ya büyük çocuk çok içime dokunduğu için onu almaları için epey dil döktüm, ama onlar yeni doğan bebeği aldılar. Bu bebek de ailesini çok mutlu etti. En son gördüğümde 2,5 yaşındaydı ve çok akıllı bir şeydi.
Sonuç olarak bir haftanın içinde iki bebeğin ailelerini bulmasına vesile olmuştum. Gerçi tek katkım biraz çene yormaktı, ama her iki ailenin de bu desteğe ihtiyacı varmış. Şimdi bu iki bebek de ilk okul çağına geliyor.
İkinci çocuğa geri dönersem, bütün apartmanın sevgilisi, komşuları olan benim lise arkadaşımın da ‘’torunu’’ oldu.
Annesi birinci doğum gününde ona ceket, pantolon giydirip, kravat takıp el öpmeye getirdi. İki ayrı buket çiçek, birinde çocuğun ağzından beni ailemle tanıştırdığın için, diğeri ise ailemizi tamamladığın için teşekkürler yazan iki ayrı not vardı.
Gariptir, muhtemelen kendi bebeği olsa bu kadar benzemezdi annesine. Kadıncağız o konuşmamızı bir türlü unutamıyor, eğer benimle o şekilde konuşmamış olsaydınız ben oğlumu almaya cesaret edemezdim diyor.
Geçen yıl gittiğimiz bir eğlencede bu aile de vardı. Oğlum büyümüş de kız bile tavlar olmuş. Ne danslar yaptılar görmeye değerdi. İlginç olarak bana diğer yetişkinlere gösterdiğinden farklı bir ilgi gösterdi.
Bulduğum mektup da işte bu ailenin duygularını anlatan bir mektup ve çocuğa benim için yaptırdıkları bir resimdi.
İnsan taşınırken oldukça yoruluyor. Ama diğer yandan, evden nasıl olup da biriktirdiğini anlamadığı bir çok şey atıyor. Sanki miadını doldurmuş, artık ihtiyaç kalmamış anılardan kurtulma, adeta bir arınma süreci yaşıyor.
Diğer yandan biriktirirken ne kadar önemli olduğunu anlayamadığım ne anılarım varmış. Bir şekilde onları da özümseme süreci yaşıyorum.
Şimdi bu mektubu çerçeveletip kitaplığıma asma kararı aldım.
Ayşenurcum, okurken boğazım düğümlendi. İyi ki konuşmuşsun, iyi ki ikna etmişsin insanları.
Canım arkadaşım ilk günkü gibi aynı duyguları yaşattın..aynı mutluluk göz yaşlarını döktürdün..varol..