Evet meşhur Recep İvedik tiplemesini yapan Şahan’dan söz ediyorum. Hacettepe’de asistanlık yaptığım dönemlerde bütün ailesi ile tanışıyordum. Lerzan’la Selçuk benim kuzenim olan Tülin’in OTDÜ’den arkadaşları idi. Ben onları tanıdığım zaman Togan daha 1,5 yaşındaydı, Şahan biraz daha büyüktü. Togan’cık çok insan seven bir bebekti odada yürürken önünüze dikilir, kollarını uzatarak kucağınıza almanızı isterdi.
Selçuk sık sık iş için yurt dışına giderdi ve ne zaman babaları Ankara dışında olsa Togan illa ki hastalanırdı. (Sürekli tekrarlayan bronşiti vardı, ama hatırladığım kadarı ile astıma çevirmedi). İşin ilginç tarafı da Togan ne zaman sıkışsa ben nöbetçi olurdum, Tülin de Lezan’ı ve çocuğu kaptığı gibi yanıma getirirdi. Ben de ne zaman babaları evde olmasa bu çocuklar hastalanıyor, Selçuk’un gideceği zamanları bana söyleyin de nöbetlerimi ona göre ayarlayayım diye dalga geçerdim.
Mecburi hizmet için Elazığ’a gittikten bir kaç ay sonra, Selçuk, bir fabrikada çıkan bir problemi halletmek için bir ya da iki günlüğüne Elazığ’a geldi.
Henüz araba almamıştım, arabası olan bir arkadaşımdan rica ettim, üçümüz birlikte Hazar gölünün kıyısında balık yemeye gittik. Ama aklınıza lüks bir şey gelmesin, gittiğimiz yer gölün kenarında elektrik olmayan bir kulübe. Jeneratörle elektrik sağlanıyor. Yanan da en çok 40 vatlık sapsarı bir lamba. Aynı masada oturduğumuz halde birbirimizi zar zor görüyoruz. Üzerine muşamba çakılmış tahta masalarda, kraker gibi kıtır kıtır kızartılmış göl balığı, rakı ve bol soğanlı salata yeniliyor. Zaten o kadar lezzetsiz bir balık ki başka türlü yemenin imkanı yok.
O zamanlar gölün çevresinde hemen hemen hiç bir şey yoktu. Etrafta herhangi bir ışık yok, mehtap da yok, bir yanımızda göl simsiyah bir boşluk gibi görünüyor, gökyüzünde ise bütün yıldızlar tek tek sayılıyor. Jeneratör, balıkçı teknesi gibi pat pat sesler çıkartarak dekoru tamamlıyor. Gece de kapkaranlık adeta gerçek hayatta yaşamıyoruz da filim seyrediyor gibiyiz.
Tam o sırada bir de Harput türk sanat korosu yemeğe geldi, biraz yiyip içtikten sonra, coşup enstrümanlarına davrandılar, hep bir ağızdan muhteşem Harput müziği örneklerini söylemeye başladılar.
O gece ne konuştuğumuzu falan hatırlamıyorum, ama emin olduğum tek şey var; bir sürü para versek öyle bir akşam geçiremezdik.Geri dönerken üçümüz de sanki olağanüstü bir sinema filminin karakteri olmaktan çıkıp gerçek hayata dönmüş gibiydik.
Bundan çok kısa bir süre sonra Selçuk bir trafik kazasında vefat etti. Haberi duyunca o gece yanımızda olan diğer arkadaşıma da söylemiştim, ikimiz de o tuhaf geceyi iyice hatırlamış ve sonradan da defalarca konuşmuştuk. Zaten ondan sonra o kraker gibi balıktan yediğimiz bir sürü göl kenarı yemeği yedik ama ne öyle yıldızlı bir gök yüzü, ne öyle kapkaranlık göl, ne de Harput Korosu vardı.
Ankara’ya gittiğimde Lerzan’ı ziyaret etmek istedim. Tülin bana aman Ayşenur, Lerzan çok berbat bir halde, çok dikkatli konuş, sakın ağlatma zaten yeterince ağladı diyerek beni uyardı. Ancak evlerine gittiğimizde Togan gene hasta idi. Gözümün önünden hiç gitmez, Lerzan çocuğu kendi kocaman yatağının bir köşesine yatırmış etrafında fır dönüyordu. O günden aklımda kalanlar; minicik Togan’ın ateşten pelte gibi olmuş bir halde, o koskocaman yatağın sağ köşesinde adeta zarfın üzerine yapıştırılmış bir pul gibi sereserpe yatması. Annesinin de büyük yasını unutmuş bir şekilde onun etrafında pervane oluşu.
Lerzan’I üzmemek için yukarıda yazdığım yemeği anlatamamıştım. Böylece şimdi bu anıyı benden başka hatırlayan kalmadı.
Eve dönerken Tülin’e ‘’bu çocuklar Lerzan’ı tedavi ederler’’ demiştim. Gerçekten de ettiler. Daha önce bütün dünya işlerini kocasına bırakan arkadaşımız, bundan sonra dümeni eline aldı, her şeyi tek başına yapmaya başladı. Çocuklarını mükemmelen yetiştirdi.
Elbette Şahan sonradan çok meşhur, hatta bir fenomen oldu, ama verdiği pek çok röpörtajda babasının bu kadar erken kaybının üzüntüsünü anlattı.
Çocukken Melek annenin yaptığı şekerpareleri çok sever ‘’şekerfare’’ diyerek bol bol yerlerdi. Şimdi de Melek annelerini ziyaret ettiklerinde şekerfare yiyorlarmış.
Ben de zaman zaman Şahan Gökbakar’ın çocukluk doktoruyum diyerek hastanede hava attım.
mekanı cennet olsun, ne güzel bir anı.