Bu yaşıma kadar hiç köyde yaşamamıştım. Galiba benim yaptığım şeye, sosyolojik bir terim olarak ‘’tersine göç’’ deniliyor, hani normalde insanlar köyden şehre göçer ya. Aslında tam da köye göçtüm sayılmaz, her gün şehre iniyoruz, bir alış veriş çılgınlığı, bir boğaza karşı yemek yeme isteği var içimizde. Gene de hayatımıza köyle ilgili pek çok şeyi katmak niyetindeyiz.
Köye yerleşeli sadece on gün oldu, bunun da dört gününü İstanbul’da geçirdim. Gene de şimdiden köylü olmakla ilgili bazı başarılar elde ettiğimizi sanıyorum.
Mesela yumurta ve sütü köyden almaya başladık. İlk köy sütünden yine köyden aldığımız maya ile muhteşem bir yoğurt mayaladım. Mutfak işlerinde pek de fena sayılmam ama, hayatım boyunca yoğurt mayalama konusunda hep başarısız olmuşumdur. Yoğurt perileri beni sevmiyorlar diye düşünüyordum, ama muhtemelen sütü çok soğutup mayaladığım için tutmuyordu. Yani yoğurt mayalayıp da tutturmuş olmak benim için sadece köylü olma yolunda bir adım değil, neredeyse bir yaşam başarısı. Yoğurdu tutturdum ya, şimdi de peynir yapma hevesindeyim. Köylü olma yolundaki ilk başarım yoğurt mayalayabilmek diyebilirim, peynir de yapınca havamdan yanıma yaklaşılmaz artık.
Bir başka köy adaptasyonum da köyün çeşmesinden su almak. Biliyorum böyle çeşme falan yazınca, üzerinde bayağı fantezi geliştirmek mümkün, ama bu köyün çeşmesi öyle kızların toplanıp, erkeklere göz süzdükleri bir yer değil. Yani orada hayatımın aşkı ile karşılaşıp da adamın aslında ağanın halasının kızı ile beşik kertmesi olan oğlu çıkması olasılığı sıfır. Çeşmeye gitme isteğim çok daha pratik, köyün musluk suyu oldukça kireçli. Biz de evdeki bütün elektrik ve su kullanan cihazlara ve musluğa özel kireç arıtma cihazları yerleştirdik. Gene de içme suyu olarak kullanmak isteyeceğimiz bir su değil. Çeşmenin suyu ise gayet güzel, kayadan fışkıran bir kaynağı varmış.
Bizim durumda üç ihtimal var. Birincisi şehirden şişe suyu almaya devam edeceğiz, ki bunu istediğimi sanmıyorum, zaten yıllar boyu bu şekilde yaşadım. İkinci ihtimal içme suyunu köyün çeşmesinden alacağım, ki bunu yapmak şimdilik bana terapi gibi olacak. Üçüncü ihtimal ise zeytinlikte altında sazların olduğu bir çınar ağacı var, köylüler orada su olduğunu söylüyor, saz olduğu için ben de öyle umuyorum, işte o noktaya kuyu çakıp oradan çok güzel bir su bulmamız. Umarım oradan güzel bir su çıkar, ki muhtemelen bu kuyu şu anda en çok hayalini kurduğum şeylerden biri.
Şimdilik Hindistan’dan, Vietnam’dan aldığım rengarenk yoga şalvarlarımı giyerek köy çeşmesine gitmek gerçek dışı bir deneyim. Böyle köylü olunmaz diyen olursa, benim cevabım şu; su kuyusu hayal etmek bile köylü olma yolunda attığım önemli bir adım değil mi?
Bir de işin toprakla uğraşma ve toprağı keşfetme adımı var. Şimdilik bu konuda hayal tadında bir başarı öykümüz var. Bahçemizde yaşlıca bir ahlat ağacı vardı. Köylülerden birine bu ağacı aşılattık (Ne yazık ki o sırada ben yoktum, ama günün birinde, bu işi çok iyi beceren Cevdet Efendinin torunu olarak, mutlaka ağaç aşılama işini öğrenmek istiyorum). Adam yöreye özgü birkaç çeşit armut ile tam 7 tane aşı yaptı. Aşıların hepsi de tuttu. Şimdi her dalında ayrı cins armut yetişecek bir ağacımız var. Bu ağacı şimdiden bahçenin ‘’yaşlı bilgesi’’ olarak tescilledim.
Ama henüz köylü olmayı başaramadığımız çok önemli bir konu var. O da çöp meselesi. Belki de yeni taşındığımız için inanılmaz derecede çöp çıkarıyoruz, neredeyse çöp üretim çiftliği gibiyiz. Çıkardığımız çöp miktarını azaltacak birkaç çözüm yolu ürettik. Sanırım çöpü birkaç kısma ayırmak gerekecek.
Organik mutfak artıklarını solucan gübresi üretmek için kullanacağız. Sermin, solucan gübresi üretmek için biraz araştırma yaptı ve oldukça kolay bir yöntem de öğrendi.
Pişmiş yemek artıklarını ise bahçeye kedi, köpek çekmek için kullanmayı düşünüyorum. Hatta çevrede sincap gördüm, tilki filan da varmış, belki onlar için bile, özellikle de kışın, bir beslenme istasyonu yapabiliriz.
Kağıt cinsi çöplerimizi yakmak için bahçede bir ateş çukuru yapmayı planlıyoruz, ben tabii ki ona ‘’ateşgedeh’’ diyeceğim.
Çöpün kalanını da belediye düşünecek artık.
Bilmeyenler için not; ateşgedeh (ateş kadehi), zerdüşdilerin yüzyıllar boyunca söndürmedikleri ateşi yaktıkları kadeh şeklindeki ocak.
Köyden şehre, şehirden köye kaçtı. Belkide biz kendimizden kaçtı ta farkında olamadık. Yada atomlarimizin un çekirdekleri etrafında elektronlarimizin döndüğü gibi bizde kendi etrafınızda dönüp duruyoruz.
Veya
“Çocuk emekler Ecele doğru
Kalp kanı pompalar Ecele dogru”
Ayşenur,
Su kuyusundan bahsedince, aklıma Trabzon Lise’sinde beraber okuduğumuz Temel Kar geldi. Necip Yıldız’la ziyaretine gelmiş, her ne kadar kendisini hatırlayamamış olsan da, Temel’den söz etmemin nedeni; İTÜ Maden Müh. bitirdikten sonra uzun süre Doğuş’da çalıştı. Fore kazık ve Sondaj konusunda ülkenin en iyilerinden biridir. Yanlış hatırlamıyorsam, Çanakkale’de bir de Silivri’de yazlıkları olacak. Silivri’de ki evin soyunu kuyu açarak halletti.
Sana yardımcı olabilir. İstersen irtibat sağlayabilir ve bilgi alabilirsin. Kayınpederi ve eşi Orkinos’un özellikle Japonya’ya ihracını yapıyor. (Denizer Balıkçılık) Bunu da yazmamın nedeni Oğlu Dede ile Saroz’da Kılıç Balığı avına çıkıyordular. O nedenle Çanakkale’ye sık sık giderdi.
Armut Aşıları tamam da, evi merek ediyorum. Biraz fotoğraf paylaşır mısın…?