Her ikisi de kendi alanında efsane olan bu ki değerli meslek büyüğümün bende unutulmaz izleri vardır.
Her ikisi de benim hayatımda bir mesleki ilke imza atmışlardır.
Faik abi intörnlüğümde yani daha öğrenci iken pediatri servisinde konsültanım olmuştu. Yanılmıyorsam bu onun ilk konsültanlık deneyimi idi, benim ise pediatride ilk kez hekim olarak çalışmamdı. Servisimiz 35’ti (ki göbeğim bu servisle kesilmiş galiba, 1 ay intörnlük, üçer ay da çömezlik ve kıdemlilik yaptım, bu muhtemelen bir pediatri asistanının bir serviste en uzun çalışma süresidir), kıdemlimiz rahmetli Uğur Dilmen, çömezlerimiz de Fatmanur Şeniz ve İlhan Tezcan idi. Teorik olarak servisimizde Kadriye Öncü, ben ve iki intörn arkadaşımız daha vardı. Yani oldukça güçlü bir ekip olarak işe başlamıştık, ama Fatmanur ameliyat oldu, İlhan hepatit oldu. Biz 4 intörn, çömez asistansız, el ele, baş başa kaldık.
Böylece Faik abi kendi çömez konsültanlığını bir kıdemli ve 4 intörnle yaptı, neyse ki baş asistanlık deneyimi vardı da hiç acemilik çekmedi. Gün boyu Uğur Abi servis dışındaki işlere koşardı, servisin iç işlerini de Kadriye ile ben çevirdik demek hiç de yanlış olmaz. Faik abi o ay doğal olarak bizi çok sevmişti. Daha sonra ben pediatri asistanı olduğumda bununla çok gurur duymuş ve benim pediatriyi tercih etmemde onun katkısı olduğuna inanmıştı. Beni koridorlarda kolumdan yakalar ve itiraf et pediatriyi seçmende benim rolüm oldu değil mi diye beni sıkıştırırdı.
Tamam şimdi itiraf ediyorum, pediatriyi tamamen tesadüfi seçtim, aslında ne yapacağım konusunda oldukça kararsızdım. Mezun olduktan sonra bir yıla yakın Halk Sağlığı ihtisası yapmıştım. O zaman Eti Mesut da genel hastane nöbeti tutardık. O nöbetlerde en çok çocuk hastalar karşısında bocalamış ve deli gibi pediatri okumuştum. Daha sonra, pek de istemeyerek Halk Sağlığından ayrılmak zorunda kaldım. Bundan çok kısa bir süre sonra ihtisas sınavları açıldı ( o zaman her fakülte kendi sınavını açıyordu). Ben de en kolay hangi branşa hazırlanabilirim diye düşündüm ve bütün yıl boyunca pediatri okuduğumu fark ettim. Böylece hiç hazırlanmama gerek kalmadan sınava girdim, Hacettepe’nin sınavında birinci oldum.
Böyle yazdım ama 35’te çalıştığım o ay gerçekten çok keyifli çalışmıştık, eğer kötü anılarım olsaydı asla pediatriyi seçmezdim. Yani evet Faik Abinin üzerimde böyle bir etkisi vardır. Bir de ilk onunla çalıştığım için olacak, hastalarla ilgili düşünme sürecinde, her türlü riski hızlıca tartıp, zaman kaybetmeden, cesaretle karar vermemde Faik Abinin parmak izi olduğunu düşünüyorum.
Sırrı Bektaş’a gelince, o da bir öğretim üyesi olarak ilk çalışma zamanlarımda bana çok ciddi bir lider oldu. Herkes artık mecburi hizmetimi Elazığ’da yaptığımı biliyor. Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesinde ilk yılımda tamamen yalnız çalıştım, o yıl hastane ile ilgili işlerde, hasta takibinde ve ders anlatmakta bir sorun yaşamamıştım. Ama bir yıl sonra Sırrı Abi bizim bölüme gelince kendi öğretim üyeliğimle ilgili ne büyük eksikliklerim olduğunu anlamıştım. İlk yayınlarımı yazmada onun bana çok büyük desteği ve cesaretlendirmesi olmuştur. Onun yönlendirmesi sayesinde hem bilimsel araştırma yapma hem de yazma tekniklerini kaptım. Elazığ’dan ayrılırken, bir sürü bilimsel yayınım olmuştu ve İngilizce sınavını da vermiştim.
Eğer ilk öğretim üyeliği deneyimimi Sırrı Bektaş gibi bir efsanenin yanında yapma şansını bulmamış olsaydım muhtemelen öğretim üyesi olarak çalışmaya da devam etmezdim.
Yani aslında ne pediatrist olmak istiyordum ne de öğretim üyesi olmak. Ama hayat beni bu yönlere doğru itti, karşıma doğru örnekler çıkardı ve yönüm bu şekilde çizildi.
Şimdi gelelim bu iki değerli abimi neden bir yazıda birleştirdiğim meselesine. Daha dün Faik abi, Sırrı abinin mesleki bir anısını yayınladı. Bu anıda ailesi tarafından terk edilmiş lösemili bir çocuğun hikayesi vardı.
Ben de hemen asistanlık yıllarımı hatırladım. Gerçekten de o yıllarda böyle hasta çocukların hastanede bırakıldıklarını biliyorum. Hatta bunlardan biri de Faik abi ile çalıştığım o ay isminin Aşır olduğunu sandığımız bir hasta idi. Ailesi bir yıldan beri çocuğu aramamıştı. Sonunda ailenin izi bulundu ve Hastaneye getirtildiler, o zaman da çocuğun asıl adının bu olmadığını, bir kuzeninin sosyal güvencesinden faydalanması için böyle bir şaşırtmaca yaptıklarını öğrenmiştik. İşin ilginç tarafı da 4-5 yaşındaki çocuk bir yıl boyunca hepimize karşı bu sırrı saklamıştı.
Hatırladığım bir başka çocuk ise, o zamanlar 19 yaşında olan bir gençti. Hastanede posta olarak çalışıyor ve hastanede yaşıyordu. Başka hiç kimsesi yoktu. Onun hikayesi de çocukken yakıcı bir madde içmiş ve yemek borusunu tamamen yakmış olmasıydı. Zavallı çocuk yıllar boyunca defalarca ameliyatlar geçirmiş sonunda kolonundan bir yemek borusu yapılmış ve ağızdan beslenebilmeye başlamıştı. Ama bütün bu süreç boyunca da aile tarafından tek edilmiş, bir türlü de çocuk yuvasına verilecek kadar iyileşmediği için hep hastanede yaşamıştı. Biz asistanken o çocuk hastanede çalışıyordu.
Faik abinin dünkü yazısından sonra bütün bunlar aklıma geldi.