Geçen yıl Sapanca buluşmamızda Turgay bir gelenek başlattı. Buluşmamızın baş rol oyuncularından biri başındaki fötr şapka ve bununla yaptığı ‘’BABA’’ taklidi idi. Bu yıl Çorlu’da Ahmet Yılmaz ev sahipliğinde buluşma kararı çıkınca da şapkayı Ahmet’e devretmişti. Ahmet şapkanın gereğini yerine getirdi, şapka önümüzdeki yıl Adana’ya Aytekin’e gönderildi, ondan sonra da şapka 81 Ege gurubuna gidecek. Ben de Ege gurubunun en yeni üyesi olarak, şapkayı kapıp başıma yerleştirdim, hatta bir baba selamı bile verdim.
Gelmeyen arkadaşlar için yazıyorum. Reşit pnömoni olmuştu, kolunda intraket, intra venöz antibiyotik alarak geldi. Dilşat’ın vertigosu tutmuştu, buna rağmen geldi. Fatoş dört hafta önce ameliyat olmuştu, raporlu iken geldi. Ayşegül annesini daha 15 gün önce kaybetmişti, o da beni etse etse, arkadaşlarım tedavi eder diyerek geldi.
Başka söze gerek yok diyeceğim ama, konuşmalar arasında bir çok arkadaşımızın diabet, yüksek tansiyon ve benzeri hastalıklarından söz ettiklerini duydum. Şöyle sabahlara kadar tepe tepe sohbet ettiğimiz o eski buluşmalarımızı hatırladım, bir de şimdi otobüsü sık sık ihtiyaç molası için durdurduğumuz bu geziye baktım. Öyle çok da zamanımız kalmadı be. Hala sağ ve sağlıklı iken, hala kendimizi ve birbirimizi tanırken, kaçırmamak lazım bu toplantıları.
Yani önümüzdeki toplantı için Aytekin yerine ben şimdiden ilan ediyorum. Herkes gelsin bu toplantıya. Her galada olduğu gibi yine bütün kızlar siyahlar giyeriz, fazla kilolarımızı gizleriz, bir şey olmaz, yine halay çeker, köçek oynar, kurtlarımızı dökeriz. Sonra da her sene güle güle toplantısında yaptığımız gibi gelecek yıl galada artık resmi kıyafet giyemeyelim diye oylama yaparız. Ondan sonraki yıl gene siyahlar giyeriz.
Gene sen hiç değişmedin muhabbetleri yapar, hastalıklarımızı tokuşturur, bir sonraki yıl eksilmeden artarak bir arada olalım dileklerimizi yapar, rüya gibi bir hafta sonu geçiririz.
Ahmet sağ olsun bütün programı canla başla hazırlamıştı. Kapsamlı bir Edirne gezisi yaptık, yol boyunca Ayşegül’den İmran hocamızla ilgili çok hoş anılar dinledik. Edirne’de klasik ciğer ziyafeti, Selimiye camisi ve Beyazıt Külliyesi gezileri yaptık. Gezide bize eşlik eden rehber çok alem bir adamdı. Trakya’nın birden bire bu kadar sanayi bölgesi haline dönüşmesine kızıyor, çevre kirliliğine kızıyor, inşaatlara kızıyor, aklına gelen her şeye veryansın ediyor. Ufuk’la yan yana oturuyorduk ona dönüp ‘’bu da her şeye muhalif’’ diye fısıldadım. Bu andan itibaren Ufuk aldı sazı ele, rehber herhangi bir şeye kızgınlığını söylese Ufuk’ta bir tezahürat sorma gitsin. Sonunda adam yağmurun yağmamasına bile sinirlenince Ufuk’la gülmekten resmen gözlerimizden yaş geldi. Sonunda rehberin sevdiği tek konunun Atatürk olduğunu anladık, eh bu durumda da bizden onay aldı tabii.
Gala gecemiz ise hoş bir roman gecesi idi, nereye gittim de rezil olmadım, diyerek kendimi piste attım. Gaye bana bu kadar oynama çok ayıp, tam senin figürüne ayak uyduruyorum, yeni bir figüre geçiyorsun, olmaz böyle diyerek fırça attı. Semra aşil tendonum zedelendi, ben oynayamam deyince sen de böyle oyna diye tek bacakla seke seke köçek oynadım. Yani bayağı eğlendik. Çorlu pehlivanının şapkasını da işte bu gecede kapıp baba selamı verdim. Yemin ederim galiba bir tek Aliye renkli giyinmişti, onun da eteği siyahtı.
Bu geziye İstanbul’dan kendi arabamla gelmiştim, son gün gezi Şarköy tarafındaydı. Bu durumda hemen Gelibolu yakınlarına kadar gelip tekrar geri döneceğime otobüsü arabamla takip edip, yemekten sonra yoluma devam etmeye karar verdim.
Plan şöyle; otobüs önden gidecek ben de onu takip edeceğim. Ben otobüsün plakasını ezberledim, peşine takıldım, bir yandan da Semra ile çalakalem konuşuyoruz. Bu arada Fatoş’tan defalarca telefon aldım neredesin ne yapıyorsun diyor, sizi takip ediyorum merak etme diyorum. Meğer bu arada otobüs yolu şaşırmış, hiç olmaması gereken yollara girmişiz, geri dönmüşüz, her kes de beni merak etmiş acaba otobüsü kaybettim mi diye. Valla hiç yola kafa yormadığım, yolları da bilmediğim için kaybolduğumuzu ne ben anladım ne de Semra fark etti.
Otobüs bir mola yerinde durunca bütün arkadaşlar üzerimize atladı, biz sizin için çok endişelendik, bizi kaybedeceğinizi düşündük dediler. Ben de siz kayboldunuzsa kayboldunuz, sizin sorununuz, benim yönüm otobüsün plakası idi, ben yolu değil plakayı takip ettim, ben hiç kaybolmadım dedim. Elbette bundan sonra birkaç laz hikayesi, birkaç da kendi hikayelerim dillendirildi.
Mürefte’yi çok sevdim yine gitmek için planlar yaptım.
Bir hikaye de Semra’dan; Teoman, Semra’ya şimdi siz Gelibolu’dan nasıl geçeceksiniz diye sormuş. Ya o anda aklına feribot gelmedi, ya da uzun tatil sonrasında kalabalık olacağını düşünüp sordu bilemem ama Semra ‘’yüzerek’’ diye cevap vermiş.
Bir zamanlar Trabzon’da yaptığımız Türk Kadınlar Birliğinin toplantısında İstanbul adalardan gelen Füsun hanım için yazdığım atma türkü geldi aklıma.
‘’Bu koca Trabzon’a
Adadan geldi Füsun
Nasi yuzdun karşıya?
Kiz baluk misun nesun?’’