Köyde, hem de bir orman köyünde yaşamanın şehir insanı için şaşırtıcı özellikleri var. Burada yaşamaya başladığım günlerde kuş seslerinden ve odamın penceresinin dışına yuva yapan kırlangıçlardan çok etkilenmiştim. Bir de şehir ışıkları olmadığı için bütün görkemi ile görünen göz yüzü, özellikle de geceleri çok hoşuma gitmişti.
Elbette bir de önümde ormanın arasında, bütün heybeti ile uzanan boğaz manzarası vardı. Yavaş yavaş etrafa daha inceden bakmaya ve görmeye başladım. Her geçen gün, çevremdeki yaban hayatının ne kadar zengin olduğunu daha iyi fark ediyorum.
Köy tamamen bir çam ormanı içerisine kurulu. Çanakkale’nin ormanları genellikle kızıl çam ve kara çamdan meydana geliyor. Ama orman açıklıklarında meşe, çınar ve orman meyveleri bol bol bulunuyor. Bu orman açıklıkları bizim köy ve çevresinde hep dere kenarları boyunca uzanıyor. Bizim evin önünden bir küçük dere aktığı için önümüzde çınar ve meşelerden oluşmuş çamsız bir alan var. Bu doğal çınarlardan biri ve birkaç meşe de bizim arazide bulunuyor, tavuklar gittikten sonra bahçede adını henüz bilmediğimiz yabani bir meyve de büyüdü. Bahçenin o kısmını olduğu gibi, orman açıklığının bir parçası olarak korumayı planlıyoruz.
Bu arada ‘’orman açıklığı’’ benim uydurduğum bir terim değil, normalde ormanlarda bulunan ve vahşi hayvanların beslenmek için gittikleri, ormanın büyük ağaçlarının olmayıp, orman meyvelerinin olduğu alanlara verilen isimdir.
Köyden ilk toprak aldığımız zaman çevrede tilkilerin olduğunu ve zaman zaman tavuklarını aşırdıklarını duymuştum. Bu sanırım en son 7-8 yaşlarına ‘’Anneler’’den duyduğum bir hikaye idi, dolayısı ile bana çok nostaljik gelmişti.
Geçen hafta sonu Kaz dağlarında yoga kampına gittiğimde de, kampın tavuklarını muhtemelen bir tilkinin çaldığına dair bir hikaye dinledim. Kampa kendi arabamla gitmiştim. Yolda giderken bu tilki ile karşılaşmış olabileceğimi, bol kuyruklu bir hayvan gördüğümü ancak tilkiye göre oldukça küçük göründüğünü söyledim. İşin ilginç tarafı bir sonraki gün, gene tek başıma yürüyüş yaparken aynı hayvanla yüz yüze geldim ve hayvanın sansar olduğundan emin oldum. Tam da o gün birkaç kişiyle birlikte yürürken gene sincaptan büyük, tilkiden küçük, bol kuyruklu bir hayvan önümüzden hızla kaçtı da rüya görmediğimden emin oldum. Kamp sahiplerinin aylardır görmedikleri hayvanı ben sadece 24 saatte tam 3 kez gördüm yani. Böylece kampın tavuklarını çalanın tilki değil de sansar olduğunu anlamış olduk. Sansarların çok pisboğaz bir hayvanlar olduğuna yemin edebilirim, çünkü her seferinde ağzında bir de av vardı.
Bizim köyde henüz sansar görmedim ama yabani tavşan, kirpi, sincap, kertenkele, sırtındaki çıkıntı ile mini bir iguanaya benzer bir tür kertenkele daha ve yılan gördüm. Bildik bilmedik bir yığın kuş da cabası, karga benzeri etobur büyükçe bir kuş, bir sürü küçük ötücü, renkli kuş gördüm. Buna karşılık önümüzdeki dereden hiç kurbağa sesinin gelmiyor olması ilginç. Üstelik çevrede hemen her gün geziyorum, bir çok küçük dere, bir sürü yalak var, ama hiç kurbağa görmedim, sesini de duymadım.
Bizim Nermin de ilginç doğrusu yılan gördüm deyince, yılanlar, fare, kurbağa yer diye pek memnun oldu. Buna karşılık tavşan gördüğümü söyleyince, tavşan fena her şeyi yer diye çok bozuldu.
Galiba bu evde hem takımyıldızlarını hem kuşları hem de otları tanıma konusunda bir hayli gelişeceğiz.
Buraya yerleşeli tam bir ay oldu. Geldiğimiz zaman etrafımızda muhteşem bir bahar yaşanırken, bizim bahçe toz topraktan ibaretti. İnşaat devam ederken alt katı su basmış ve fark edilene kadar bir ay boyunca sular altında kalmıştı. İlk taşındığımız zaman ev henüz tam anlamı ile kurumamıştı, alt katta nem kokusu vardı. Ev havalansın diye alt katta bir pencereyi açık bırakıyorduk. Bir gecede bütün oda sarı renkli kalın bir tozla dolmuştu, çünkü bahçede rüzgara karşı toprağı tutacak tek bir ot tanesi bile bulunmuyordu.
Buna rağmen komşunun tavukları azimle bizim bahçede otlanıyorlardı. Biz de bu hayvanlar neden burada bu kadar eşeleniyorlar diye şaşırıyorduk. Geldikten iki hafta sonra nihayet bahçenin etrafını çevirdik, on gün içinde bahçemiz ottan boğuldu. Bu tavukları hiç küçük görmemek lazım. Ne de olsa dinozor, üstelik de raptorların torunları. Meğer bizim raptor torunları bahçede küçük birer çim biçme makinesi gibi çalışmışlar, bütün otları kemirmişler. Bu arada hem daha önceden bahçeye koydurduğumuz hayvansal gübreyi, hem de kendi gübrelerini bütün bahçeye yaymışlar.
İki haftada bahçe bir yaban otlak haline geldi ve hangi ot çıktıysa, aynı otun çevrede çıkanlarının 3 katı büyüklükte çıktı. Şimdi bahçemiz bize Rize’nin yağmur ormanlarını hatırlatıyor. Bahçede bunca ot bitince ortalıkta toz filan da kalmadı.
Bu arada köyde yaşayan bir adam bahçıvanımız oldu. Biraz onun sayesinde biraz da pazarda satılan otları inceleyip, internette araştırarak bahçemizde biten otları belirledim. Bahçede şimdilik şevketi bostan, hindiba, papatya, gelincik, radika, limon otu, kuş burnu, salep orkidesi, yabani semiz otu ve doğal kekik bulduk. Bir de bahçıvanın söylediği adıyla internette bulamadığımız bir yabani meyvemiz oldu. Adam bize bunun meyvesinden çok güzel reçel yapıyorlar dedi, artık meyvesini paylaşıp adını öğrenmeye çalışacağım.
Herbal eczanemin ilk elemanlarını da yapmaya başladım. Kaz dağlarında sarı kantaron topladım, dönerken yolda bir imalathaneden soğuk sıkma zeytin yağı aldım. Bu zaten başlı başına ilaç sayılır, ama bunun bir kısmının içine Kaz dağlarında topladığım kantaron çiçeğini, bir kısmına ise kendi bahçemizden topladığım kekikleri koyup, oda ısısında gün ışığı almayacak şekilde bekletmeye başladım. Burada bir ay geçirdikten sonra her iki ürün de güneş altına yerleştirip öyle bekleteceğim. Böylece birkaç ay içinde kantaron yağı ve kekik yağı elde edeceğim.
Kampta bir parmağımı, gözümden şimşek çakacak kadar şiddetle kapıya sıkıştırmıştım. Parmak birden bire kocaman şişti ve morardı, ama kampta kantaron yağı bulunuyordu, hemen sürdük, inanılmaz derecede iyi geldi. Kantaron yağı yapma tarifini onlardan aldım. Güneşin altında durma süresi uzadıkça yağın kırmızı rengi koyulaşıyormuş.
Bizim evde her gün birimizin bir yeri ağrıdığı için soğuk sıkma yağı aldığım yerde satılan kantaron yağlarından da aldım. Onları da güneş altına koydum, bakalım zamanla renkleri koyulaşacak mı? Bizi, benim yeni yaptığım yağ olgunlaşana kadar idare edecek mi? Göreceğiz.
Hem pazardan aldığım hem de bahçeden topladığım otlarla şimdilik fazla abartıya kaçmadan, ot tavası, dible gibi yemekler yaptım. Oldukça lezzetli oldular. Bundan sonra da köklerini kullanma, salatalarını, etli, zeytinyağlı yemeklerini ve börek yapma kısmına geçeceğim. Artık Ege’li olduk, biz de keçinin yediği bütün otları yiyeceğiz. Karadeniz’de iken bütün bu otlar vardı, ama onların yenilebilir olduğunu bilmiyordum.
Raptorları bahçeden atınca Nermin dayanamayıp birkaç fide aldı. Küçük bir bostan yaptı. Şimdilik ilk ürünümüz yeşil soğan, filizlenmeye başlamış soğanları toprağa dikmiştim onlar fışkırdı. Yani bahçede şimdiden salataya katacak bir şeyimiz var.
Bu gün tek bir tane çilek oldu, bir de hıyarların ilk bireyleri, biraz prematüre de olsa ürün verdiler diyebilirim.
Birkaç lavanta dikmiştik, onlar da eğer yanılmıyorsam çiçeğe durdular.