Bu günlerde kiminle konuşsam, ne mutlu sana, tam da benim hayal ettiğim hayatı yaşıyorsun, hayat sana güzel, sana özeniyorum gibi sözler söylüyor. Meğer ne çok kişinin, emekli olunca bir köye yerleşip, dingin bir hayat yaşamak hayali varmış? Bunları duyunca, neden bu kadar az emeklinin kırsala yerleştiği şaşırtıcı geliyor.
Konuştuğum bir çok kişi için ise, sanki şehirden kaçış sonsuz ve eksiksiz bir mutluluğun tanımı ve ben de, şu anda, tam olarak bunu yaşıyorum.
İşin aslı gerçek hayat olumlu, olumsuz bir çok olayla dolu. ‘’Ne mutlu’’ olmak, gökten zembille inen bir şey değil, tamamen bardağın dolu tarafını da görmekle ilgili. Çünkü olan olduğu gibidir, olana duyguyu biz yükleriz. Mutlu olmak, basitçe, olana yüklediğimiz duyguyu hafifletmekle ilgili bir şey.
Zaten beni tanıyan bilir, ben kim dingin olmak kim? Valla ben huzur, yavaşlık, dinginlik diye inledikçe, huzur denen şey (eğer varsa tabi) eteklerini toplayıp, topukları sırtına vura vura benden kaçıyor. Ama aşk kaçanı kovalarmış, kararlıyım, o huzur buraya gelecek. İşte bu kadar.
Gelelim bendeniz dingin emeklinin ‘’huzur kaçkını’’ hallerine. Her şeyden önce emeklilik hayallerini gerçekleştirmek için bayağı çaba sarf etmek ve önceden hazırlık yapmak gerekiyor.
Benimki ‘’şehir kaçkını da olmadan, şehirden uzaklaşma’’, ’’modern hayatın kolaylıklarından vaz geçmeden, kırsalda yaşama’’ şeklinde biraz tumturaklı bir hayaldi. Gene de şimdikinden daha kolay ve çok daha ucuz bir şekilde bu hayali gerçekleştirmek mümkündü.
Hazırlık sürecinde, en zahmetli işimiz, hazır bir ev almayıp, inşaatı kendimizin yaptırmaya kalkışmamızdı. Üstelik ne biz, ne de bizim adımıza inşaatı yapan kişi de Çanakkale’de yaşamıyordu. Uzaktan uzağa inşaat yaptırmanın zorluğunun üzerine bir de mimar olan ve projeyi çizen büyük ablam Nermin’in titizliği bindirdi. Çanakkale de, sıkı bir deprem bölgesi olunca, inşaatın depreme güvenliği meselesini iyice zıvanadan çıkardık. Depreme dayanıklı ev konseptini yeni bir boyuta taşıdık demek hiç de yalan olmaz, hal böyle olunca da, evi yaptırana kadar, üç ev yaptıracak efor, zaman ve para harcadık.
Bir de üstüne, evi yaptırırken, bir dizi talihsizlik yaşadık ve yaşamaya da devam ediyoruz. Ben inşaatla ilgili yaşadığımız aksiliklerden, sadece taşınmadan hemen önce ve taşınmadan sonra olan ve kendimizin de şahit olduğu, bir kaçını anlatacağım.
Varan bir; daha taşınmadan evi su bastı. Bir aklı evvel usta, evin ana su vanalarından birini kapatmış, sonra o vana patlamış, evi su basmış, biz olayı fark edene kadar aradan bir ay geçmiş, alt kat bir ay boyunca dize kadar su altında kalmıştı. Eve taşındığımızda sırıl sıklam duvarlar, kesif bir nem kokusu ve çürümüş süpürgeliklerle karşılaştık. Bir ay boyunca pencereler açık halde, akla gelecek her türlü nem çekiciyi kullanmamıza rağmen ayakkabılarımızın bile küflendiği bir süreç yaşadık.
Nem kokusu geçti, artık yeni küflenmeler olmuyor ama hala bu süreç tamamlandı diyemem, çünkü duvarların iyice kurumasını bir ay daha bekleyeceğiz, sonra süpürgelikler değişecek ve duvarlar yeniden boyanacak. Bu kattaki bir kapı ise hiç kapanmıyor, güya iyice kuruyunca yeniden kapanacakmış. Yani alt katta suyun verdiği hasarı tamir etmek daha bir sürü iş gerektiriyor.
Bu olayda olumlu bir taraf bulmak pek mümkün gibi görünmese de, kendimizi, ne yapalım, ya evin su tesisatında düzeltilmesi zor bir hata olsaydı, ya eve pis su bassaydı diyerek teselli ettik.
Hatta doğulu kafalarımızla evden ‘’nazar çıktı’’ diye içimize bir miktar su serpildi bile diyebilirim. Ama nazar henüz çıkmamış, öyle kolayca çıkacağı da yokmuş. Taşınmamızın üzerinden henüz iki hafta geçmemişti ki olanlar oldu.
Varan iki; köyün elektriğine yıldırım düştü, köydeki ve bu arada bizim evdeki bütün elektrikli cihazlar bozuldu. Bu olayı yaşamadan anlayabilmek çok zor, bir anda kendimizi taş devrinde bulduk. İnsan elektriğe ne kadar bağımlı yaşadığını hiç anlamıyor. Buzdolabından, kablolu televizyona, kalorifer ısıtıcısından, kapı ziline kadar ne var ne yoksa bir anda iptal oldu. Ev tam anlamıyla bir mahrumiyet alanına dönüştü.
Tam her şeyi düzelttim, tamir ettirdim sanıyorsunuz, bir başka cihazın daha çalışmadığını fark ediyorsunuz. Evde muhtemelen Çanakkale’de ne kadar servis varsa hepsi çalıştığı halde, bütün hasarı tamir ettirmek bir hafta, on gün sürdü. Bu ana ‘’elektriği elektrik çarpması’’ olayı, küçük artçılarla birkaç hafta devam etti. Köyün elektrik tesisatı mahvolduğu için defalarca saatler boyu süren elektrik kesintileri oldu.
Nihayet galiba işler düzene girdi derken geçen günkü fırtınada komşunun kavak ağacı tam da bizim araziden geçen elektrik tellerinin üzerine yıkıldı. Neyse ki yangın filan çıkmadan ucuz atlattık. Bu olaydan sonra galiba, elektrik idaresi komşunun kavaklarını kesecek, buna üzüleceğimi söyleyemem, çünkü Haziran ayı boyunca ortalıkta kar gibi kavak poleni yağdı, alerjiden nefes alamadık, anlaşılan bu son ağaç devrilme olayından biz karlı çıktık.
Elbette daha da bitmedi, için için ‘’Allah hakkı üçtür’’ diyerek bir aksilik daha bekliyordum ki, o da dün itibarı ile gerçekleşti.
Varan üç; kanalizasyon borumuz tıkandı. Daha üç ay önce taşındığımız evde nasıl olur da böyle bir şey olabilir derken, meğer borular beton altında ezilerek, çeperleri birbirine yapışmış, incecik bir hal almış. Eğer bu gün fark edilmiş olmasa, birkaç gün ya da hafta içinde evi fosseptik basacaktı.
Bu sene sıra dışı bir şekilde yaz yağmurları yağıyor, bir bakıma bunun bize oldukça faydası oldu. Çünkü henüz bahçenin yağmur drenajını yaptırmamıştık, şimdi net bir şekilde yağmur olukların nerelere yapılacağını anlamış olduk. Yağmur suyunu depolayıp, bahçede kullanmak niyetinde olduğumuz için bu bilgi bizim için önemliydi. Bu gün bahçenin yağmur drenajını yaptırırken tamamen tesadüfi bir şekilde kanalizasyon borusunun ezildiğini, dolayısı ile pis su drenajının çok yetersiz olduğunu fark ettik. Meğer üç aydan beri 2 cm açıklığı olan bir boruya mıçıyormuşuz, bu güne kadar evi basmaması mucize.
Şimdi evin önündeki beton yol kırıldı, o kısma yeniden boru döşenecek. Bu durum bize hiç hesapta olmayan yeni bir masraf kapısı açtı, ama çok şanslıyız ki bu aşamada fark edildi, aksi hali düşünmek bile istemiyorum.
Artık umarım bu aksiliklerin sonu gelmiştir. Şimdi okurken nazar dediniz biliyorum, kurban kestir diye akıl vermeye kalkmayın, zaten ne gerekiyorsa fazlasıyla yaptık, yapıyoruz. Ya yapmasak ne olacaktı işte onu bilemem.
Sermin daha önce başıma gelen bir çok aksiliğin, vakitlice önlem almama sebep olup daha büyük bir aksiliği önlediğini fark etti. Bana seni koruyan melekler var, ama seni döverek koruyorlar diyor.
Meleklerim size sesleniyorum, biraz nazik olun, durduk yerde boks kursuna göndermeyin beni.
Ayşenur,
Rahmetli anam derdi ki;
Uşuğum, olacakla öleceğe çare bulunmaz.
Geçmiş olsun.
Ayrıca, Sermin’in “Döverek Koruyan Melekler” sözü on numara…!
Selamlar.