Herkese bir Olcay lazım.
Onu ilk kez 1975 yılının başında, Kızılay’daki özel kız öğrenci yurduna taşınınca tanıdım. Benim gürültücü, sabırsız, çabuk alevlenen, farfara kişiliğime tamamen zıt kişilik özellikleri vardı. Her zaman odanın içerisindeki en sessiz, en sakin kişi o olurdu. O anda konuşulan, çekişilen, dertleşilen veya sadece paylaşılan konu ile ilgilendiğini, bildiğini sadece büyük kara gözleriyle bakışından anlardınız. O çok iyi bir gözlemciydi, bütün iyi gözlemciler gibi konuşmayı pek de sevmezdi.
Olcay, Hacettepe Diş Hekimliği Fakültesinde okuyordu, böylece sabahları birlikte okula gitmeye başladık. Kızılay’dan Hacettepe’ye yürüye yürüye birbirimizin dilinden anlar olduk. Başlangıçta genellikle ben her zamanki gevezeliğimle konuştukça konuşur, kızcağızın başını şişirirdim, gene de o sessizce ve nezaketle beni dinler de dinlerdi. Daha sonraları ise birbirimize ısındıkça sohbet karşılıklı olmaya başladı, hatta Olcay’ı kahkahalarla güldürebilmeye başladım.
Mesela, oldukça soğuk bir Ankara sabahında, parmaklarımız soğuktan donmuş bir halde okula giderken, nereden aklıma geldiyse geldi, Oğuz Kaan Destanından birkaç mısra mırıldandım; Men sizlere boldum kağan, alalım ya takı kalkan, temür cıdalar bol orman, takı taluy takı müren.
Bu şiirin aslı şöyle
Men sizlerge boldım kağan (Ben sizlere oldum kaan)
Alalıng ya takı kalkan ( Alalım yay ve kalkan)
Tamga bize bolsun buyan ( Damga bize belirteç olsun)
Kök böri bosıngıl uran (Bozkurt nara olsun)
Temür çıdalar bol orman ( Demir mızraklar orman olsun)
Av yirde yürüsün kulan ( Av yerine atlar yürüsün)
Takı taluy takı müren ( Daha çok deniz, daha çok nehir)
Kün tuğ bolgıl Kök Kurıkan ( Güneş tuğ olsun, gök çadır)
Tabii ben parmaklarım demir çivi gibi kaskatı kesildi demek için bu şiirden aklımda kalanları okumuştum.
Ancak gerçek bir savaş çağrısı olan bu muhteşem şiir bizim dostluğumuzun başlangıcı oldu diyebilirim. O anı hiç unutmuyorum, Kızılay’da o zamanlar Gima binasının önünde bir yerde limuzin şeklinde dolmuşlar kalkardı, o dolmuşların yanından geçerken bu şiiri okumaya başlamıştım. Olcay benim sözlerime o kadar çok ve genel kişiliğine ters bir şekilde kahkahalarla güldü ki, şaşırmıştım. Hayretler içinde onun gözlerinden yaş gelircesine güldüğünü izlemiş, aklımdan acaba sinir krizi mi geçiriyor düşüncesini geçmiştim. Halbuki kızın sadece komiğine gitmiştim, o gün okula gidene kadar ay ilahi nerden aklına gelir böyle şeyler diyerek gülmeye devam etti. Bundan sonra da artık soğuk yerine ‘’temür çıda’’ diyerek anlaşmaya başladık.
Zaman içerisinde sadece birbirimizin anlayabileceği bu tip şifrelerle konuşmaya başladık, öyle ki yanımızda üçüncü biri kişi olduğu zaman ne konuştuğumuzu ancak kabaca anlayabilirdi.
Olcay’ın bir huyu da kolay kolay kimseye hayır diyememesiydi. Sırf bu nedenle başına bir çok şey gelmiştir. Ben bir gün yurda geç sayılabilecek bir saatte gelmiştim, o saate kadar Olcay’ın mutlaka gelmiş olmasını bekliyordum. Odaya geldiğimde kapının içeriden kilitli ve anahtarında üzerinde olduğunu fark ettim. O zaman bir odada sadece ikimiz kalıyorduk, dolayısı ile Olcay’ın odada olduğundan emin oldum. Kapıyı çaldım cevap vermedi. Daha yüksek sesle çaldım, adını seslendim, gene cevap yok. Her zamanki farfara halimle içime bir vesvesedir doldu, gittikçe paniğim artarak daha yüksek ve daha da yüksek bir sesle seslenmeye, kapıyı resmen yumruklarımla kırmaya başladım.
İçimden Olcay’ı (her nedense de en dramatik şekilde, kanlar içerisinde) yatağın üzerinde ölü bir halde bulacağımdan emin oldum. Kendi kendimi delirttikçe daha da çok paniğe kapıldım ve ağlamaya başladım. Bana çok ama çok uzun gelen birkaç dakika sonra, artık nefesimi toplayıp, tam da kapıyı kırdırmak üzere idare katına inmeye karar verdiğim anda, Olcay perme perişan bir halde kapıyı açtı. Ben deli gibi ne oldu, neden kapıyı açmadın diyerek üzerine atladım. Olcay’ın suratı on karış bir vaziyette dur bir dakika diyerek kendini tekrar yatağın üzerine attı.
Meğer o gün okuldaki arkadaşlarından biri bu gün on kilometrelik bir yolu koşmaya karar verdik, hadi sen de bizimle koş demiş, bizim kız da arkadaşını kıramadığı için 10 cm yükseklikteki topuklu sandaletlerini ayağından çıkarıp, herkesle birlikte koşuya katılmış. Katıldığı yetmezmiş gibi bir de yolun sonuna kadar koşup, bütün parkuru tamamlamış. Elbette o sıralar, koşmaya hazırlık sayılabilecek tek aktivitesi, okula kadar yürümek olduğu için de canı çıkmış, yurda gelip kendini yatağa nasıl attığını bilememiş. Ben geldiğimde de uykusunun en derin yerinde olduğu için onca enerjiyle attığım çığlıkları, çarptığım kapıları duymamış.
Bu olaydan sonra birkaç gün yürümekte zorlanmıştı da ona hiç acımamıştım.
Pek de atletik bir insan sayılmaz, bana göre oldukça ufak tefek birisidir. Yanında bayağı toraman kalırım. Bir gün yurda gittiğimde elinde makasa benzer yaylı bir alet gördüm. Her iki eli ile ayrı ayrı makası açıp kapatıyor, her kapattığında çat diye bir ses çıkartıyordu. Bana doktora gittiğini, el kaslarında bir çeşit zayıflık olduğunu ve ellerini güçlendirmek için bu egzersizi verdiğini söyledi. Bu yaylı makası giderek artan sayıda sıkacak ve böylece el kaslarını güçlendirecekti, çünkü diş hekimliğinde ellere çok fazla iş düşüyordu.
Olcay’ın elleri gerçekten de ufacık ve çok esnekti, parmaklarını geriye doğru alabildiğine kıvırabilirdi. Benim ellerimin onunkinin neredeyse iki katı olmasına güvenerek ver bakalım şu yayı deyip elinden aldım. O minicik elleriyle çat, çat, çat kapattığı yayı her iki elimle uğraşıp bir kere bile çatlatamadım.
Yıllar sonra bir doktor, ellerindeki bu zayıflığın sebebinin küçükken geçirilmiş çocuk felci olabileceğini söyledi. Doktor böyle söyleyince annesi, gerçekten de çocukken çok halsiz (hareketsiz) düştüğü ateşli bir hastalık geçirdiğini hatırladı.
Bizim gençliğimizde sosyal medya, cep telefonları falan yoktu. Biz de birkaç taşınmadan sonra birbirimizin izini kaybetmiştik. Yıllar sonra bir şekilde beni bulmayı başardı. Böylece kaldığımız yerden devam ettik. Tabii ikimiz de eskiye göre, biraz daha hayattan yediğimiz dayakların farkında, biraz daha felsefi açlık içerisinde ve hala varoluşsal sorularımıza cevap arar vaziyetteyiz, ama olsun, dostluk aynı renk. Elbette ikimiz de biraz daha yorgun, ama ben hala farfara, o hala dingin.
Olcay her zaman çevresindeki insanlar için bir şeyler yapar. Bu bazen ihtiyacı olan birine ruhsal bir yönde öğretmenlik, bazen de gerçek bir hastanın yıllar süren bakımı olabilir.
Son 2,5 yıl onun için oldukça zor geçti. Bir ay ara ile hem babasına hem de annesine kanser tanısı koyuldu. Bundan 2,5 ay sonra babasını, 2,5 yıl sonra da annesini kaybetti.
Annesi bu yılın başından beri bir evde bir hastanede oldukça zor bir dönem geçirmişti. Ben de defalarca kadıncağızı ziyaret etmek istemiş, ancak her seferinde bir engelle karşılaşmıştım. Ne de olsa bu süreç içerisinde ben de iki aile büyüğünün ölümü ve bir de şehir değişikliği yaptığım taşınma süreci yaşadım. Yani hayat, benim için de oldukça karışıktı.
Geçen ay, İstanbul’un Avrupa yakasında bir işim vardı, ama asıl, Türkan Teyzeyi bu dünya gözü ile göremeyeceğimi düşünüp mutlaka onu da ziyaret etmek istiyordum. Sonuç olarak, bir gün Bursa üzerinden Anadolu yakasına gittim, ziyaretimi gerçekleştirip, ertesi gün Avrupa yakasındaki işimi bitirip, Tekirdağ üzerinden geri döndüm. İki gün, bir gecede bütün Marmara Denizini tavaf etmiş oldum. Zaten bu seyahatten bir gün önce de Rize’den beri araba kullanarak Çanakkale’ye gelmiştim. Bütün bu yollardan sonra, yorgunluktan, bir gün boyunca yataktan çıkamadım. Ama iyi ki, üşenmemiş, gitmişim, gerçekten de Türkan teyzeyi birkaç gün sonra kaybettik.
Bu yıl cenazelerde, dualarda helva kavura kavura, helva yapma ustası oldum. Türkan Teyze’nin cenazesine gidemedim ama kırk duasına gidip, helvasını kavurmaya niyetliyim. Ondan sonra da Olcay’ı alıp biraz kafa dağıtmaya Çanakkale’ye getireceğim.
Evet, herkese bir Olcay, Olcay’a da bir Ayşenur (ben) lazım.
Yinr dokturmussun.
Arkadaşına benden de selam soyle.
Ayşenur,
Bir ara Kuzey Ekspres Gazetesinde bu yazılarından çıktı.
Ancak devamı gelmedi.
Son olarak gazetede “New Age Furyası” başlıklı yazın duruyor.
Neden devam edilmediğini merak ettim. Oysa gayet de güzel okunuyordu bence..
Selamlar…